Eğitim Bakanı geçenlerde “Ahlak telakkisine dayanmayan hiçbir eğitim sisteminin kalıcı değer üretmesi mümkün değildir.” dedi. ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi)’da yaptığı konuşmanın akışından anlıyorsunuz ki Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da gençlerdeki “feraset” eksikliğinden muzdarip. Tuhaf değil mi, her bir okulu ahlak fabrikasına çevirmişsin ama ahlak yok diye sızlanıp duruyorsun. Tıpkı soğan gibi; sıskayı toprağa dikiyorsunuz ama topladığınız hasat çürük!

Son zamanlarda islamcı birçok gazete yazarının da gündeminde ahlak. Ahlakı İslam dini anlamında kullanan islamcılar, dört başı mamur ellerindeki eğitimin çocukları ahlaksızlaştırdığından yakınıyorlar. Yakın tarihli bir yazısında Yusuf Kaplan şöyle diyordu “Bir eğitim sistemi, genç kuşaklarına şu beş ilkeyi veremezse, toplumun mezarını kazmakla sonuçlanır her şey: Ahlâk, ideal, ruh, tevazu / başkalarına saygı ve özgüven…” Ama gelin görün ki toplumun ölümüne yol açacak ahlaki çürümeden söz edenler, faturanın İslam dinine çıkacağı kaygısıyla ne sistemlerini ne de sistemin siyasi ayağını sorumlu olarak görüyor. Öyle ya İslam’ı ahlakla tamlayıp “ahlaklı dindar nesil” yetiştireceğim diye yola çıkıp her yıl bir öncekinin iki katı yatırımın ardından hala ortada “işte neslimiz bu” diyecek üretim yoksa yanlış yoldasın derler adama.

Eğitim, 16 yıldır doğrudan dincilerin yönetiminde. Başvurusu bu gün sona erecek olan 20 bin sözleşmeli öğretmenin yüzde 20’si (2 bin 18) her zamanki gibi yine din kültürü ve ahlak bilgisi dersi öğretmenlerine ayrıldı. Buna rağmen, hepi topu 158 öğretmeni olan sanat tarihi dersinde elde edilen başarı yakalanamıyor. Öyleyse sorun daha derinlerde demektir.

Ziya Selçuk’un eğitimi ahlak telakkisine (anlayışına) dayandırma ihtiyacı kaygılı islamcılara yönelik bir mesaja benziyor. Bakan bu söylemiyle, bir yandan mevcut dinsel pratiklere meşruiyet arıyor, öte yandan yenilerine zemin hazırlıyor. Bir kuşağı mahveden politikalar deneme üretimiymiş gibi sunulup eğitimde daha çok dinselleşmeden söz edilemez. Yanlış olan eğitimi dinle birlikte düşünmek, ahlakı dinsel bir kavram olarak ele almaktır.


Ahlak, verilen değil alınan derstir. Okula, camiye sınıfa topladığınız insanlar ağlamaklı sesinize, kafiyeli sözlerinize, peygamberimiz efendimizden misallerinize kulak asmaz. İnsanlar, özellikle çocuklar size bakar; ahlaktan söz edenin ahlak neresinde görmek ister. Parlamentoya oturma eylemine giden çevre eylemcisi İsveçli çocuk “Ama senin okula gitmen gerek” diyen yetişkinlere “ben sizin söylediğinizi yapmam, yaptığınızı yaparım!” demiş. İşte böyle… Çocuklar, gençler, yetişkinler 16 yıldır sahnede olan sizlere bakıyor. Siz onlarda aradığınız ahlakı bulamıyorsanız o sizde yok demektir.

Tekrar edeyim ve kafanıza sokun; ahlak bir bilenin, bir uzmanın verebileceği deneysel bilgilerin aktarıldığı derslerden değildir. Ahlak, başkalarından uyuması istenen, sonuçları mutlaka bir başkasına dokunan, evde, sokakta, okulda, camide, işyerinde, örgütte alınıp kişinin kendi uyarınca davranışa dönüştürdüğü derstir. Ahlakın müfredatı, belli bir mekânı, hocası olmaz. Olur diyen kendi ahlak anlayışını başkalarına dayatıyor demektir.

Ahlak tartışmasının islamcılar arasında yapılıyor olması ayrı bir sorun. Sanırım haddinizi aşmayın demek gerekiyor onlara. Bu vesile olsun kaldığımız yerden devam edelim ahlak konusuna. “Ahlakın ahlaksızlastırılması” başlıklı 27.4.18 tarihli son yazının üstünden epey zaman geçmiş çünkü. Araya ilgisiz kalamayacağım bir başka konu girmezse önümüzdeki birkaç haftayı “eğitim, din ve ahlak” ana başlığı altında ahlak eğitimi, öğretmen ve ahlak, laik ahlak meselesine ayırmak istiyorum. Bunu giriş yazısı sayın.