Eğitim Sen yönetimini devralan Demokratik Emek Platformunun sendikanın amaç ve örgütsel yapısına müdahaleyi öngören manifestosunu eleştirdiğimiz yazıya beklediğimiz tepkiler geldi: Kamu sendikalarında, sol siyasi grup ve partilerde tanık olduğumuz ve laikçi, Kemalist, Kürtçü, yurtsever, ulusalcı, devrimci gibi indirgenmiş ifadelerle adlandırılan gruplar arası dayanışma ve çatışmaların ideolojik arka planına dikkat çekmiş olmamızı olumlu bulanlar çoğunluktaydı. Tespitleri doğru bulmakla birlikte, yönetime gelen grubun etkilendiği düşünce sisteminin yeterli politik bilince sahip olmayan üyelerin kaçışına yol açacağı kaygısını taşıyanlar da az değildi. Yazının sendikal tartışmayı başka mecralara çekerek sendikayı hedef haline getirdiğini, hatta bazı yerlere ihbar ettiğini, BirGün'ün ve benim olası bir operasyonun parçası olduğumuzu beyan edenler de oldu. Bu da beklendik bir tepkiydi, o nedenle ağır bir itham gibi gelmedi.

Kamu işyerlerinde sendikal örgütlenmeye öncülük etmiş, on binlerce üyesi olan; kuruluşundan bu yana istihbarat kurumlarının adı ile birim kurup siyasetini, eylemlerini ve üyelerini titizlikle izlediği Eğitim Sen'in yönetimi hakkında bir gazete yazısıyla bilgi sahibi olan devlete "faşist" diyemezsiniz. Devletin hâlâ gazete kupürlerinden istihbarat elde ettiğini düşünüyorlarsa bu arkadaşların Türkiye'nin mevcut yönetimine dair faşizm tahlillerini tez elden gözden geçirmeleri gerekir.

Fikir saklamak için değil, yaymak için üretilir; fikirleri geliştiren de tartışmadır. Bir sohbetten hareket etmedim, herkesin her yerde ulaşacağı, yazarlarının ve altına imza atan siyasi oluşumların yaymak için çaba harcadığı makale, kitap ve benzeri beyanları yorumladım. Yorumlamak ihbarsa, yayımlamak nedir diye sormak gerekir. Kaldı ki Abdullah Öcalan'ın kavramsallaştırdığı ve mevcut Eğitim Sen yönetiminin savunduğu fikirlerin iktidar partisi ile temelde çelişmediğini söylüyorum. Pozitivizmle, modernizmle, laiklikle, Marx'la bizim bir sorunumuz yok ama hem Abdullah Öcalan'ın hem Recep Tayyip Erdoğan ve neoliberalinden İslamcısına muhafazakârların bu kavramlarla ve tekabül ettikleri değerlerle problemi var. Biri bu kavramları tamamen ortadan kaldırmak istiyor, diğeri kimi takılarla bağlamından koparıp anlamsızlaştırmak, biz ise hem kavramlarımızı hem anlamını yaşatmak istiyoruz. Eğitim Sen’in Öcalan ismiyle anılması kastediliyorsa, tartışmaya konu “Biz Kazanacağız” manifestosuna bir kez daha bakılmasını tavsiye ederim. Ayrıca Öcalan, yazılarımda bir düşünce insanı olarak anılmaktadır ve eleştiriler hem kendisinin hem etkilediği çevrelerin fikirlerine yöneliktir. Bizce hiçbir düşünce ve kişi tartışılmaz değildir.

İçeriden gelen aykırı sesleri mürtetlik, münafıklık, kâfirlikle susturan dinler gibi dogmatik fikirler de "provokatör", "ihbarcı", "işbirlikçi" gibi ithamlarla eleştiriyi bloke edip kendilerini tartışma dışında tutuyor. O nedenle entelektüel hayatımız kısır, o nedenle kavramlarla konuşamıyor fikir tartışmaları yapamıyoruz. Açık söylemek gerekirse bu tarzdan en çok yararlanan Kürt siyaseti için üretilen fikirler oluyor. Benim gibi anadilinde eğitim dahil, Kürt ulusunun ulusal taleplerine amasız destek veriyor olsanız bile eğer bu siyasetin teorisine ve pratiğine itirazınız varsa "test"ten geçemiyor, kolaylıkla egemen ulus dilini kullanmakla itham edilebiliyorsunuz. Şu laf, Demokratik Emek Platformu tarafından bunca yıldır yol arkadaşlığı yaptığı diğer gruplara daha yeni söylendi. "KESK içerisinde 'emek ve işyeri sorunları'nı öne çıkartma adı altında, diğer tüm demokratik sorunlarda genel geçer ve sadece ilkelerimizi hatırlatmakla yeterli gören bu anlayışlar 21. Yüzyılda ülkemizde ve Ortadoğu'da her gün onlarca insanın bombalar, kurşunlar ve alevler içerisinde yok olduğu bir düzenin karşısında kurulacak mücadele hattının öznesi olamazlar." Böyle tayin edici hakim dille diyalog nasıl kurulur bilmiyorum, ama imkansız olmadığından eminim.

Konu, Eğitim Sen’in yeni yönetimine hakim olan fikrin ve bu fikrin referansının yanlışlığını göstermek isterken bu noktaya geldi. Öcalan, “pozitivist modernizm”le baş etmek için ruh çağırıyor "Evrenin ve tüm olayların ancak iç gözlemle ve sezgilerimizle kavranabileceğini" söylüyor. Şu anda ve daha çok önümüzdeki yıllarda Eğitim Sen’in mücadele konusu haline gelecek 2023 Eğitim Vizyon Belgesi ise şöyle diyor “2023 Eğitim Vizyonu’nun en temel felsefi önermesi, insanın ontolojik birlik ve bütünlüğü içinde yeniden ele alınması gerektiğidir. İnsanı tekrar hak ettiği biçimde eğitimin gündemine taşımaktır. Medeniyetimizin kutsallık atfettiği insan düşünen, sosyal bir canlı sınırlarına hapsedilmekten azat edilmeli; somato-psikospiritüel (beden-psişe-ruh) fıtratıyla kabul görmelidir." (s. 16) Bu Spiritüel iki ifadeden birini onaylayanın diğeri ile mücadele etmesini, edebileceğini bekleyebilir misiniz? Daha açık ifade etmek gerekirse Öcalancılıkla laik, bilimsel ve demokratik eğitim mücadelesi verilemeyeceğini söylüyoruz. Adına örgütlendiği ulusun kültür, dil ve kadın özgürlüğü mücadelesine önderlik etme iddiasındaki bir siyasetin, İslamcıların saldırısı altındaki laikliği tali bir talep olarak görmesini o nedenle tartışmaya açıyoruz. İktidarla ilişkilerinin bozuk ve devletle çatışma halinde olmalarını ima ederek bu arkadaşlara yöneltilen eleştirilerin iktidara hizmet ettiğini düşünenler var. Fikirleri kime hizmet ettiği ile değerlendireceksek eğer modernizme, laikliğe, demokrasiye, bilime postmodern yorum getirenlerin neye ve kime hizmet ettiklerini iyi düşünmek gerekir.

Bu ve önceki yazıya bakarak Yurtseverlerin (kendi deyimleriyle Kürt siyasetinin) sendikayı ele geçirdiği sonucuna varıp Eğitim Sen'den ayrılmayı düşünenlere de bir çift sözümüz olacak: Bu arkadaşların da çok iyi bildiği gibi Eğitim Sen'de hiçbir grup homojen değil. Gruplar gücünü, yılgınlığa sevk ettikleri üyelerin sendikal faaliyete fikri düzeyde bile katılım isteksizliğinden alıyor. Programını ve savunduğu fikirleri tartışma konusu yapmaya çalıştığım grubun üyelerle bağı diğerlerinden daha güçlü değil. Yurtseverler olarak adlandıran grubun temsil ettiğini düşündüğü üyelerin çoğunluğu, hem de büyük çoğunluğu bilimsel eğitiminin, demokrasinin, kültürel hakların laiklik olmadan olamayacağının ve laikliğin demokrasi kadar politik bir kavram olduğunun bilincindedir.

Eğitim Sen, üyeleri mücadele içinde pişmiş, politik bilinç ve olgunluğa sahip bir sendikadır. Gruplardan biri yönetimi ele geçirdim diyerek sendikayı alıp bir başka noktaya taşıyamaz. Evet, bir savrulma yaşanır (ki bu yazılar da o nedenle kaleme alınıyor) fakat bu aşılmaz, durdurulamaz, engellenemez bir durum değil. Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde herkesin pay sahibi olduğu birikimi orada bırakıp gitmek çözüm değil, kalıp sendikayı ayaklarının üzerine dikmek mümkün.

Eğitim Sen’in 11. Kongresinde 511 delegeden 193'ü oy kullandı. Merkez Yürütme Kurulunun oy ortalaması 185. 318 kongre delegesi şu veya bu nedenle temsil dışı kalmış. Veriler MYK‘nın, aynı zamanda adayları da belirleyen bir grup tarafından seçildiğini gösteriyor. Sayılar, 318 delege ve temsil ettikleri üyeler adına politika oluşturan grupların da süreci yönetememiş olduğunu göstermektedir. Bu başka bir sorun ve tartışılır, fakat tartışılmaz bir gerçek var ki o da Eğitim Sen’in bir an önce çözülmesi gereken ciddi bir temsil ve politika sorunuyla karşı karşıya olduğudur. Evet, bu bir kriz, hem de grupları aşan büyüklükte bir kriz. O halde yapılacak en doğru şey, çözümü sendikanın içinde, üyelerinde aramaktır. Yatay tartışma krizden çıkış yolunu gösterebilir. Üyelerin olağanüstü kongreyi işaret etme olasılığından korkmamak lazım. Olağanüstü kongre, hem krizin aşılmasına hem sendikanın güçlenmesine vesile olur.