1 Nisan sabahı, saat 05.30’da, Antakya’da iki aç Suriyeli çocuk, ekmek satışı yapılan bir işyerinde pidelere el uzatırken işyeri sahipleri tarafından yakalandı.

Kadim gelenek, aç karnını doyurmak üzere ekmeğe uzanan iki körpe eli kırasıya dövdü. Çocuklar muhtemelen, ne muhtemeli kesinlikle özel mülkiyete tecavüz ettiklerinin ve bedelinin ağır olacağının bilincindeydi. Ekmeği nimet sayan bir dinin, ekmek paylaşım savaşının mağduru çocuk da olsa bunu bilir. Ne var ki bunu bilmek, bedeli ne olursa olsun aç midenin riski göze almasını durduramazdı. İzleyenler belki adını koymadı ama ben o an dolaysız bir sınıf savaşı görüntüsü izlediğimi, ekmek üzerinde kimsenin mülkiyet iddia edemeyeceği bir düzenin acilen gerekli olduğunu düşündüm. Ekmek üzerindeki mülkiyet hakkının kalkması, onu çalınabilir mal olmaktan çıkarıp hava ve su gibi ihtiyacı olanın hiçbir bedel ödemeden erişebildiği kamusal varlığa dönüştürecektir.

TÜİK 2014 Gelir ve Yaşam Koşulları Anket sonuçlarını AB yoksulluk tanımına göre yorumlayan Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (Betam) uzmanları (Seyfettin Gürsel, Melike Kökkızıl ve Selin Köksal), Türkiye’de her üç çocuktan birinin şiddetli maddi yoksunluk çeken hanelerde yaşadığını rapor ediyor. Aynı ekibin TÜİK enflasyon verileri üzerinde yaptıkları değerlendirmeden, yoksul enflasyonunun zengin enflasyonundan 20 puan yüksek, yoksul zengin enflasyon farkının (tükettikleri ürünlerdeki fiyat artışı) 2007’den beri açılmakta olduğunu öğreniyoruz. Bu (resmi) sonuca göre yüzde 7,84 olarak açıklanan Nisan ayı yıllık tüketici enflasyon ortalamasının fakirlere yansıması yüzde 10’un üzerinde.

Verilerin değerlendirilmesi, iki sınıfın tüketim alışkanlıklarının gittikçe farklılaştığını; çalışan yoksulların ücretlerindeki artışı (asgari ücret), farkı ortaya çıkaran temel tüketim maddelerinin pazarlamacısı olan zenginlere iade ettiğini, 7 milyon yoksul çocuğun hakkı olan ekmeğin kolları kırılmadan zenginler tarafından ellerinden alındığını göstermektedir.

Son 30 yıl içinde kente gelen ve geldiğinde kendisini karşılayan iktidarla arasındaki dini, kültürel ve bir ölçüde sınıfsal ilişkinin tutunma mücadelesinde avantaj sağlayacağını düşünen “köylü”artık bir yol ayrımında. Büyük çoğunluğu AKP seçmeni olan yoksullar seçenek bulabilirlerse tercihlerini değiştirmek üzereler. İktidar ilişkisini değerlendirerek belli bir ekonomik güç elde eden küçük bir azınlığın dışındaki yoksullar, küçük seçim rüşvetlerinin dirimsel varlığını sürdürmeye bile yetmediğini, kültürel bagajına tıkanan boş lafların karnını doyurmadığının artık farkında.

Erdoğan ise katlanılamaz oranda artan ekonomik eşitsizliğin siyasal tercihlere etkisinin görülmeye başlandığı bir döneme girdiğinin ve bu durumda ne kendisini ne de partisini yeniden üretemeyeceğinin ayırdında. İktidarını korumak için önünde tek seçenek var; elindeki tüm araçları sistematik baskı aletine dönüştürmek: Davutoğlu’nu görevden alma gerekçelerine bakıldığında (Başkanlık sistemine olan desteğinin yetersiz bulunması, ABD ve AB ile ilişkileri kendi inisiyatifinde yürütme eğilimi, “Çözüm Süreci”ne dönme arzusu; dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda yavaş davrandığının, demokratik çevrelerin uyarılarına yeterli sertlikte yanıt vermediğinin düşünülmesi…) bunu görüyoruz.

Hükümetin değişmesi bizim gündemimizi değiştirmeyeceği gibi daha çatışmalı bir döneme gireceğimiz kesin. Bu durumda, onlar iktidar paylaşım kavgasındayken muhalefet kendini üretmeye, organize olmaya odaklanmalıdır.

Öncelikle tüm demokratların ekonomik sosyal ve siyasal alanın üç temel ilkesinde ortaklaşması gerekiyor: Ekonomik hedefin adil bölüşüm, siyasi hedefin demokratik bir ortam, sosyal hedefin laik bir toplum yapısı vaat etmesi şart. Elbette toplumun çözüm bekleyen oldukça yüklü sorunu var; ancak, her sorunun çözümünün bu üç başlıktaki uzlaşmada yattığını kabullenip herkesin kendi mikro sorunlarının çözümünün buna bağlı olduğunu kabullenmesi gerekiyor. Kürt sorunu da buna dahil. Daha az ve kapsayıcı konu başlığı, yıllardır AKP seçmeni olmuş kitlede mutlaka karşılık bulacaktır. Hazır olun, ulaşılamaz diye uzak durmamız istenen kitle emin olun bizi mahallesine davet edecek. Davet, Davutoğlu görevden alındı diye gelmeyecek, Ağaoğlu’nu kucağında besleyip şımarttığı için gelecek.