Albay Muammer Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesi -20’inci yüzyılın eseri modern ulus devlet olarak- Libya için sonun başlangıcına tekabül eder. Bu fikir, henüz Kaddafi hayattayken, 2011’de kameraman arkadaşım Akın Depecik ile badireler atlattığımız Libya seyahatimiz bitip, ülkenin Mısır ile As Sallum sınırından çıktığımızda aklıma düşmüştü. Kaddafi’nin, Libya ordusuna ‘sivillere ateş açılmaması’ emrini, ‘açın’ demiş gibi sunanların katkısıyla, Ekim 2011’de linç edilmesiyle başlayan süreçte de, sadece pekişti. O gün bugündür Libya yabancı aktörlerin uzun kollarında iç savaşta.

Libya Cemahiriyesi’nin parçalanma süreci; biz Akın ile Bingazi’deyken, Fransa’nın bu kentte üslenmiş Geçiş hükümetini tanıdığı ilanıyla açıldı. BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in çekimser kalıp yol vermesiyle çıkarılmış kararla, NATO’nun insani gerekçeli ‘uçuşa yasak bölge’ uygulamasıyla fiili müdahaleye döküldü. Fransa kadar, Kaddafi için “Geldik, gördük, o öldü” demiş dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, biz oralardayken paralı İhvancılarıyla sahaya inmiş Katar ve “NATO’nun Libya’da ne işi var” derken, ittifak operasyonunu komuta merkezi olarak arkalamışlar da sorumludur.
Bugün emperyalist güçlere karşı ulusal Kurtuluş Savaşı verip bağımsızlığı tesis etmiş bir ülkede, kendilerini Osmanlı torunu görenlerin ‘emperyalistlerle emperyallik oynadığı’ bir zemindeyiz. O zemini iyi anlamakta fayda var.

***

Libya’daki halin izahı evvela ‘Libya Suriye olmasın’ kıyasından geçer. Elbette laf-ı güzaf, hadi ‘hüsnükuruntu’ diyelim. Suriye’de devlet hiç Libya’daki gibi çözülmedi. Bölgesel toprak kayıplarına rağmen yardıma geç de olsa gelen müttefiklerin katkılarıyla, yeni sömürgeciliğin zerk ettiği IŞİD ve El Kaide gibi yapıların bileği büyük ölçüde büküldü. Libya’da ise izleri Bingazi’deki Kaddafi’nin konutunda bulunan silahla başlatılmış isyan, kısa süren ‘sahte baharla’ kışa döndü. Bu laf-ı güzaf, esasen yeni sömürgecilerin Libya kadar Suriye’deki başarısızlığının da tezahürüdür.

Libya’da yabancı kurtarıcıları selamlayanlarsa hemen birbirine düştüler. Kaddafi’nin boşluğunu dolduranın çıkamadığı ülkede Tripolitanya, Kirenayka ve Fizan’ın, kimilerinin tarihsellik atfettiği ayrılıkları somutlandı sadece.

Kaddafi sonrası Temmuz 2012’de anayasayı yapacak kurucu meclis seçimini ‘liberaller’ sırtlasa da katılım yüzde 50’yi bulmadı. Ama çoğunluğu olmayan İhvancı Adalet ve İnşa Partisi, ‘ılımlı İslam kuşağı’ yaratmanın pek popüler olduğu koşullarda 2013 Haziran’ında Nuri Ebusehmen’in Genel Ulusal Kongre başkanlığıyla ipleri ele aldı. Şeriat yasası, devlet kaynaklarının İslamcılara aktarımı, suikastlar ve İslamcı Devrimci Operasyon Odası’nın Başbakan Ali Zeydan’ı kaçırıp rehin almasına uzanan süreçte, aşiret ve bölgeler arası çekişmeler patladı. Halife Hafter’den bir Kaddafi çıkmayacağı 2014 başlarında gidişata el koyma kalkışmalarının hüsranından belliydi. Kimileri Kaddafi’nin kendisini Çad savaşındaki başarısızlığından sonra gözden çıkartmasında bir ‘bilgelik’ dahi bulabilir!

Aşiretlerin tek tek petrol tesislerini kontrolleri dahil çıkar gruplarının kapıştığı ülkede, Haziran 2014 seçiminden medet umuldu. Adayların bağımsız katıldığı Temsilciler Meclisi seçiminde, İhvancı Adalet ve İnşa Partisi, 200 sandalyenin 30’unu alırken, liberal, seküler ve federalistler karlı çıktı. Çatışma ortamında katılım yüzde 18-20 çıkabilmişti. İslamcılar sonucu kabullenmedi ve Ensar el Şeria gibi milis güçleriyle silaha davrandılar. Trablus ve Misratalı İslamcıların başvurusuyla kasımda Yüksek Mahkeme seçimi ‘iptal edivermişti’. Bunun silah zoruyla yapıldığını savunan Temsilciler Meclisi Tobruk’a taşımıştı.

***

Çatışmalarla yüklü bir yıl sonunda BM’nin çabalarıyla 17 Aralık 2015’te Libya Politik Anlaşması Fas’ın Süheyrat kasabasında kotarıldı. Anlaşma, Temsilciler Meclisi onayıyla yürürlüğe girecek ve Genel Kongre üyelerinden müteşekkil Devlet Konseyi ve yeni idari organ Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) meşrulaştıracaktı. Hedef siyasi ve kurumsal bölünmüşlüğü tersine çevirmekti, hiç uygulanmadı.

Ama anlaşmaya dayanılarak bir hafta geçmeden 23 Aralık’ta BM Güvenlik Konseyi UMH’yi tanıdı. UMH’nin onay mekanizması Tobruk’taki meclisti. Yani BM kararı Tobruk’u da tanıyordu. UMH’nın misyonu iki yıllıktı, 2017’de süresi doldu. Tobruk’a sürülmüş Temsilciler Meclisi’nin de süresi dolsa da en son ve tek seçilmiş organ niyetine Batılılar muhatap almakta. Ülkeyi yönetemeyen iki yapı, olmayan anayasa, uygulanmayan hukuki mekanizmalar, alelacele gelen BM tanıması...

2014’te Bingazi’de İslamcı gruplara karşı Onur Operasyonu’nu başlatıp başarısız olmuş Hafter, 2015’te Temsilciler Meclisi tarafından LNA komutanı atanmıştı. Şubat 2016’da Bingazi’yi kontrol altına alıp petrol bölgelerinde ilerlediler. 2019 Nisan’ında başlattıkları başkent kuşatması ise yakınlarda Türkiye sayesinde başarısız oldu.

***

Şimdi gündemde ama BM’nin 2011’deki Libya müdahalesinin tezahürü silah ambargosunu dert eden çıkmamıştı. Trablus’taki hükümet 2016’de İtalyanlara Misrata’da askeri hastane formunda üs sundu, Sirte’de Amerikalılara terörle mücadele zemini vaad etti, 2019 sonunda Türkiye ile savunma anlaşması yaptı. Tobruk meclisi ve Hafter’in LNA’sı Mısır, Suudi Arabistan ve BAE üzerinden askeri zafer peşine düştü. 2011’de Medvedev döneminde Libya’daki ticari çıkarlarını sessizce terk etmiş Rusya ve 2012’de büyükelçisi el Kaideciler tarafından linç edilmiş ABD’nin yanı sıra AB’de farklı pozisyonlar tutmuş üyeler eşliğinde kimin eli kimin cebinde meçhul.

Libya’da herhangi bir ulusal yahut uluslararası yasal/temsili sürece zemin bulamazsınız. Kendisini ‘Afrika’nın fatihi’ zanneden Fransa ve diğerlerinin 2011’de petrol ve altından çıkacağı varsayılan doğal su kaynakları hesabıyla daldığı Libya çölleri, kanla sulandı. Clinton’ın ulus inşasında ‘köle pazarları’ hortladı. Libya çoğu kez petrol fiyatlarının düşüşü-çıkışı itibarıyla dert edinildi.

Bir haftada kim ölür kim kalır bilinmez fakat, Türkiye’nin giderek içine gömüldüğü Libya’daki güncel kapışmalar ve aktörleri de haftaya bırakalım.