Ne yaptığının farkında olmayan, aldığı emirleri uygulayan sıradan biri. 1.5-2 milyon Yahudi’nin kamplara taşınması işini büyük bir ustalıkla örgütlemiş, ölümlerini garanti altına almıştı ama Arendt’in gördüğü, işini yapan sıradan bir bürokrattı.

Görünüş sıradandı, kötülük gerçek…

Hannah Arendt iki milyonu aşkın Yahudi’nin ölümünde doğrudan sorumluluğu olan Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yapılan duruşmalarını New Yorker gazetesinin muhabiri olarak izledi. Yazdığı yazıları “Kötülüğün Sıradanlığı” adı altında yayımladı. Ama biz şimdi Arendt’in kötülüğün sıradanlığı ile ne anlatmak istediğini sonraya bırakarak, bir aydının, bir entelektüelin gel-gitleri üzerinde duralım. Hannah Arendt’in tuhaf hayat hikâyesinin en önemli kahramanlarından birisi günümüzde de yere göğe konulamayan filozof Martin Heidegger oldu. Nazi zulmünden kaçabilmek için gerçekten zorlu bir mücadele veren Hannah Arendt Marburg Üniversitesi’nde hocalarından birisi olan Heidegger’e aşıktı. Daha doğrusu karizmatik varoluşçu profesör Heidegger bu genç kızı etkilemiş ve “gizli” sevgili yapmayı başarmıştı. Gizli, çünkü Heidegger evliydi, ayrıca bir öğrencisiyle bu tür bir ilişki kurmuş olması onun kariyerine zarar verebilirdi. Daha sonra bu gizlilik Hitler’in iktidara gelmesi ile daha da zorunlu hale geldi. Çünkü Hannah, Yahudiydi. Filozofumuz sevgili Hannah’sını yakınlarında istemiyordu artık.

Heidegger yakın dostu otoriter yönetim teorisyeni hukukçu Carl Schmitt ile birlikte Nazi partisine üye, üç hafta sonra Freiburg Üniversitesi’ne rektör oldu. Heidegger rektör olarak atandığında Hannah annesiyle birlikte hapisteydi. Çünkü o artık eylemci bir Nazi karşıtı idi. Onu yanından telaşla uzaklaştırmış olan Heidegger ise sadık bir parti üyesi olarak bin yıl sürecek Nazi döneminin yıldızı olmaya hazırlanıyordu. Heidegger’in bağlantılarını dostluklarını “hiçleştirme” konusunda ne kadar başarılı olduğunu emeklilikten sonra kendi yerine geçmesi için çabalayan hocası Prof. Edmund Husserl’le bağlarını bir çırpıda kopararak da göstermiş, pek çok eski arkadaşının üniversiteden uzaklaştırılması için elinden geleni yapmıştı.

AF SUÇU YOK EDER Mİ?

Hannah besbelli ki Heidegger’i çok sevmişti. Yıllar sonra savaş bittiğinde, iki evlilik geçirmiş, Nazizmle savaşmış, Walter Benjamin’in arkadaşı, Adorno ile Benjamin’in eserlerine gereken ilgiyi göstermediği için çatışmalı bir arkadaşlık yapmış Hannah, savaştan sonra yeniden karşılaştığında Heidegger’i bir çırpıda affedebilmişti. Nazilerin elinden birkaç kez kurtulmuş, Fransa’da bile peşine düşen Vichy hükümetinin jandarmalarını, işgalci Nazilerin Gestaposunu atlatmış Hannah, savaştan sonra ülkesine döndüğünde eski sevgiliye tek satırlık bir haber göndermekten, kendini hatırlatmaktan buruk bir sevinç duymuştu besbelli. Heidegger’in hak etmediği bir sevgiydi bu aslında. Aradan yıllar geçmişti, Heidegger çok da ciddi olmayan sorgu suali yeni atlatmış olsa da henüz huzur bulamamıştı. Yeniden başlamadı aşk. Heidegger eski pozisyonlarını, saygınlığını kazanmak için çabalıyordu. Hannah kendisiyle ilişkisini bıçak gibi kesen eski sevgiliyi affetmişti. Affetmekle kalmamış onun yeniden piyasaya çıkması, akademide bir yer edinmesi, yazdıklarını yayımlaması için elinden geleni yapacaktı. Fazla kalmadı Hannah eski vatanda. ABD’ye yeni vatanına döndü. Savaş sonrasında hızla gündeme sokulan soğuk savaşın hizmetine girmekte gecikmedi Hannah Arendt, “Totaliterizmin Kaynakları” ile beklediği şöhrete kavuştu. Savaşın bitirilmesinde belirleyici olan sosyalist ülkeyi Nazi diktatörlüğü ile eşleştirmek soğuk savaşın olmazsa olmazıydı. Hannah da bu genel eğilimin dışında kalacak değildi kuşkusuz. Totaliterizmin Kaynakları kitabında “radikal kötülük” olarak tarif edilen kötülük daha sonra sıradanlaştırılmış, suç Nazilerle kurbanlar arasında paylaştırılmıştı.

Bu tuhaf mantığı anlamak için Eichmann’ın duruşması sonrasında yazdıklarına; liberallerin, muhafazakârların pek sevdiği Kötülüğün Sıradanlığı’ndaki tezlerine bakmak gerekecektir. Eichmann ona pek sıradan birisi gibi görünmüştü. Ne yaptığının farkında olmayan, aldığı emirleri uygulayan sıradan biri. 1.5-2 milyon Yahudi’nin kamplara taşınması işini büyük bir ustalıkla örgütlemiş, ölümlerini garanti altına almıştı ama Arendt’in gördüğü, işini yapan sıradan bir bürokrattı. Eichmann’ın “sıradanlığı” karşısında şok olmuştu Hannah. Adamın özel bir düşmanlığı, sadist bir tarafı bile yoktu. Kötüydü tamam, kötülüğün timsaliydi ama sıradandı. Herhangi bir vatandaş da onun gibi olabilirdi. Üstelik karşılaşılan büyük kıyımda Yahudilerin de suçu vardı. Hem bu kıyıma giden yolu kendileri döşemişler, kendi aralarında kapalı bir şekilde örgütlenmişler hem de direnmemişlerdi. Hannah’nın kamplarda ölüme gidenlerin başına gelenleri anlatırken yaptığı benzetme çok can sıkıcıydı: “Hepsi Pavlov’un deneylerindeki köpek gibi davranan, kendi ölümlerine [gaz odalarına] giderken bile kusursuz uyumla karşılık veren ve tepkimeye girmekten başka bir şey yapmayan insan yüzlü ölü gibi solgun kuklaların, yaşayan cesetlerin fiziksel imhasıdır” diyordu. Totaliterizmin Kaynakları’ndaki bu “derin felsefe” daha sonra iyice derinleşecek, radikal kötülük sıradan kötülüğe dönüşecektir.

VARLIĞI HİÇLEŞTİRME FİLOZOFU

Hannah Arendt duruşmayı izlerken belki bilmiyordu ama Fransa’da Gurs’ta tecrit kampında bir süre birlikte yaşadığı kadınları toplama kampına gönderen ve orada öldüren de Eichmann’dı. Kaçmayı başaramasaydı büyük bir ihtimalle Hannah da aynı kaderi paylaşacaktı. Toplama kamplarında arkadaşlarını yitirenler, kıl payı Eichmann ve öteki katillerin hışmından kurtulmayı başaranlar çok üzüldüler ve kızdılar Arendt’e.

Büyük aşkı Hannah’yı, bir Yahudi kızla aşk yaşadığı için Nazi partisine bağladığı kariyeri tehlikeye girecek diye bir çırpıda başından atan Heidegger yüzünden mi sert savaşçı, hapislerden kaçan sınırlar aşan militan yumuşamıştı.

Martin Heidegger ve Carl Schmitt Nazilerle açık işbirliklerini parti üyeliklerini çabuk unutturdular. Yeniden eski prestijlerine kavuştular. Daha da önemlisi özellikle Fransa’da Heideggercilik adı yürüdü. Postmodernistler, varoluşçular bu “dasein” filozofunu pek sevdiler. Bu koşullarda Varlık ve Zaman adlı eserinde uzun uzun anlattığı “dasein” bir gizem perdesi altında yeniden akademiye sunuluyor ve varoluşçu profesör yeni koşullarda dasein’ın anlamını yeniliyordu. Felsefeci Doğan Göçmen Heidegger’in esrarlı dasein’ının pek sıradan sırrını şöyle anlatır: “Descartes ile birlikte ‘varlık nedir?’ sorusu ‘varlık-bilinç ilişkisi nedir?’ sorusuna dönüştürülmüştür. Kant’ın eleştirel işinin tüm ereği varlık-bilinç ilişkisini temellendirmeye vakfedilmiştir. Marx Alman İdeolojisi’nde ‘varlık bilinci belirler’ derken, modern felsefenin Descartes ile birlikte yeniden formüle edilen varlık (bilinç) sorusuna yanıt verir: Bilinç varlığı değil, varlık bilinci yaratır. Alman İdeolojisi, ilk defa 1927 yılında yayınlanmıştır. Heidegger’in ‘Varlık ve Zaman’ı da. Varlık ve Zaman’da Marx’ın yeniden tanımladığı varlık-bilinç ilişkisine Heidegger, Thales’ten beri oluşan ve farklı biçimlerde sorulan ‘varlık nedir?’ sorusunu tamamıyla hiçleştirerek, yani değersizleştirerek yanıt vermiştir.” (Heidegger’i Eleştirmek, Ek Dergi 16 Temmuz 2021)

***

Adolf Eichmann’ın sıradan kötülüğü onu kurtarmaya yetmedi. Öteki Nazi liderleri gibi son dakikalara kadar af için uğraşsa da sonuç alamadı. Hannah Arendt’in değerlendirmesine karşı Leonard Cohen’in şiiri daha iyi anlatmıyor mu durumu? Şöyle diyordu Cohen:

“ADOLF EICHMANN’A İLIŞKİN BİLİNMESİ GEREKENLER

Gözler.....normal / Saçlar......normal / Kilo.....normal / Boy.......normal / Belirgin özellikler......yok / Parmak sayısı......on / Ayak parmağı sayısı......on / Zeka......normal / Ne beklemiştiniz? Sivri tırnaklar mı? Devasa azı dişleri? Yeşil tükürük? Delilik?”