Macaristan, Polonya, Brezilya gibi ülkelerde otoriter, baskıcı yönetimler iş başında. Donald Trump’ın Amerika’sında da neofaşist bir kalkışma oldu. Türkiye’de de dinci faşizan bir süreç inşa edilmek isteniyor. Liberal demokrasinin çıkmaza girmesi, güçler ayrılığı ilkesinin bozulması, yargının bağımsızlığının aşınması, güvenlik güçlerinin demokratik protesto gösterilerini şiddetle bastırması, basın özgürlüğünün kısıtlanması giderek yaygınlaşıyor.

Günümüzdeki yeni faşizm

Atilla ÖZSEVER

1980 sonrası dünyada uygulanan neoliberal politikalar, 2008 Krizi, otoriter eğilimlerin güçlenmesine; aşırı sağcı, ırkçı, dinci, faşizan politikaların zemin kazanmasına yol açtı. Polonya, Macaristan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerde “tek adam”lığın etkin olduğu otoriter, baskıcı yönetimler iş başına geldi. ABD’de de Trump döneminde böyle bir süreç yaşandı.

İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, İngiltere, Hindistan, Filipinler gibi ülkelerde de aşırı sağcı, ırkçı, göçmen karşıtı akımlar güçlendi, bu akımlar toplumlarında belli bir dayanak buldu; iktidara yaklaştı ya da iktidar ortağı olabildiler.

Dünyada genel hatlarıyla liberal demokrasinin çıkmaza girmesi, güçler ayrılığı ilkesinin bozulması, yargının bağımsızlığının aşınması, güvenlik güçlerinin demokratik protesto gösterilerini şiddetle bastırması, basın özgürlüğünün kısıtlanması, giderek yaygınlaşıyor.

Özellikle ekonomik kriz, yoksullaşmayı artırdığı gibi gelir dağılımını da iyice bozdu. Ekonomik kriz üstüne bir ekolojik tahribatın, iklim krizinin eklenmesi ve tüm bunların üstüne de koronavirüs salgının binmesi, yönetici sınıfların yönetme kapasitesini zayıflattı.

GÜNÜMÜZDE "SÜREÇ OLARAK FAŞİZM"

Burjuva iktidarları, toplumu yönetebilmek ve sömürüyü de artırabilmek için daha baskıcı, otoriter yöntemlere başvurmaya, başka bir anlamda da faşizan bir süreci inşa etmeye başladılar. Cumhuriyet gazetesi yazarı Ergin Yıldızoğlu’nun deyimi ile “süreç olarak faşizm” yerleşmeye çalışıyor. Başka bir deyişle “sağ popülist” iktidarların faşizan uygulamaları, tekelci burjuvazinin “faşizm kartını yedekte tuttuğu” şeklinde de değerlendirilebilir.

Böyle bir sürece evrilmeden önce toplumlarda kutuplaşmanın, “ötekileşmenin” arttığı, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığın yaygınlaştığı, göçmen karşıtlığının yükseldiği bir atmosfer yaşanıyor.


Sekiz Avrupa ülkesinde aşırı sağcı partiler hükümete girdiler. İtalya’da faşist geçmişe sahip çıkan Lega Partisi, bir süre iktidar ortağı oldu, bir dahaki seçimlerde tek başına iktidara gelme olasılığını dikkate alarak koalisyondan ayrıldı.

Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi’nin lideri Marine Le Pen, başkanlık seçimlerinde ikinci tura kaldı. Avusturya’da eski SS subaylarının kurduğu Özgürlük Partisi, merkez sağla koalisyon kurarak hükümete girdi.

Almanya’da altı yıl önce kurulan AfD (Almanya İçin Seçenek) isimli aşırı sağcı, ırkçı parti 2017 seçimlerinde üçüncü parti konumuna yükseldi. İsveç’te Nazi gruplarının kurduğu İsveç Demokratları adlı parti de son seçimlerde oylarını beşinci kez artırarak yüzde 18’e yükseltti.

gunumuzdeki-yeni-fasizm-879725-1.
Almanya’da aşırı sağcıların düzenlediği bir gösteri. Aşırı sağcılar, polisin gözü önünde “Yabancılar dışarı, Almanya Almanlarındır” gibi sloganlar atmıştı.



ABD’DE NEOFAŞİST KALKIŞMA

ABD’de 2016-2020 yılları arasında başkanlık yapan Donald Trump, Başkanlık seçimleri sonucu Joe Biden’ın seçimi kazanmasını kabul etmeyerek, 6 Ocak 2021 tarihinde Washington’da bir miting düzenledi. O sırada kongre binasında Biden’ın seçimleri kazandığı tescil ediliyordu.

Trump’ın talimatı üzerine mitinge katılan neofaşist gruplar kongre binasını bastı. Neofaşist gruplar, dört saat süreyle kongre binasını işgal etti. Bu saldırı ve işgal sırasında Trump destekçisi neofaşistlerle güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada dört kişi öldü. Ardından Washington’da olağanüstü hal ilan edildi.
Daha sonra kongrede yapılan tescil işleri sonucunda Demokrat Partili Biden, Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Trump’tan daha fazla delegenin oyunu alarak ABD’nin yeni başkanı oldu.

Trump döneminde ırkçı, dinci, kadın düşmanı, kutuplaştırıcı, göçmen karşıtı söylem yaygınlaşmıştı. Neofaşist grupların silahlanması da dikkat çekiciydi. Trump’ın etrafında onu destekleyen faşist milis gruplar oluşuyordu. Cumhuriyetçi başkan, kendi döneminde devlet yapısını da yeniden şekillendirmekle meşguldü.

Nihayet, seçimleri kaybedince neofaşist bir kalkışmaya girişti ancak başarılı olamadı. Trump’ın seçimleri kaybetmesine rağmen 70 milyon civarındaki oyu dikkate alındığında ABD’de ırkçı, dinci, faşizan bir taban desteğinin de var olduğu hesaba katılmalıdır. Seçimi kazanan Biden’ı oyu ise 76 milyon dolayındaydı.


MACARİSTAN DİKTATÖRÜ ORBAN

Macaristan’da 2010’dan bu yana Fidesz Partisi’nin lideri, Başbakan Viktor Orban, devlet aygıtında, yargıda, medyada gerçekleştirdiği dönüşümle otoriter, baskıcı bir yönetim kurmuş durumda. Orban, önce medyayı ele geçirdi, ardından yasalarda değişiklik yaparak Anayasa Mahkemesi’ni partisinin kontrolüne aldı, devlet bürokrasisine yandaş memurları atadı.

Orban, 2015 yılında patlak veren göçmen krizine karşı ülke sınırlarını dikenli tellerle çevreledi, sınırı geçenleri esir kamplarına benzetilen yerlerde ikamete zorladı. Sağcı Başbakan ırkçı bir söylemle yabancı düşmanlığı yaparak 2018 seçimlerini kazandı, totaliter, faşizan bir süreci ülkesinde inşa etmeye çalıştı.
Orban, koronavirüs salgınını da bahane ederek Mart 2020’de çıkardığı bir yasayla ülkeyi kararnameyle yönetme yetkisi aldı. Yasa, virüsle mücadele önlemlerine uymayanlara ve krizle ilgili yanlış bilgi yaydığına kanaat getirilen kişilere beş yıla kadar hapis cezası öngörüyor.

Polonya’da da 2015 yılında iktidar gelen aşırı sağcı Hukuk ve Adalet Partisi (PİS) hükümeti, Türkiye’deki gelişmelere benzer bir şekilde yürütme ve yargı erkini bir yasa değişikliği ile doğrudan kendi kontrolüne aldı. PİS hükümeti, doğanın tahribatı, medya üzerinde devlet baskısı, evrim teorisinin okul müfredatından dışlanması, kürtajın yasaklanması, nükleer santral kurma gibi girişimlerde bulundu.

BREZİLYA’DA ASKERİ DİKTATÖRLÜĞE ÖVGÜ

Brezilya’da 1 Ocak 2019 göreve başlayan aşırı sağcı devlet başkanı Bolsonaro, daha önce görevde bulunan askeri diktatörlüğü övmekte bir sakınca görmüyor. Bolsonaro, eski Şili diktatörü Pinochet’e hayran olduğunu fakat onun daha fazla insanı öldürmesi gerektiğini belirterek işkencenin meşru olduğunu savunan bir kişi. Brezilya Devlet Başkanı, göçmen karşıtlığının yanı sıra küresel ısınmaya inanmayan ve ülkesinde dünyanın akciğerleri olarak bilinen Amazon ormanlarının yakılarak tarıma açılmasına isteyen bir yönetici.

Bolsonaro, göreve başladığından bu yana Şili, Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerindeki toplumsal muhalefet hareketlerinin Brezilya’da asla tekrarlanmayacağını vurgulayarak, asker ile polisin silah kullanma ve insan öldürme yetkisini artıran yasaları meclisten geçiriyor.


TÜRKİYE’DEKİ DİNCİ, FAŞİZAN SÜREÇ

Türkiye’yi 19 yıldır yöneten AKP iktidarı, Cumhuriyet’in temel değerlerini tasfiye ederek siyasal İslamcı, dinci, faşizan bir rejim sürecini inşa etmeye çalışıyor. Şaibeli bir referanduma dayanarak Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, bir “tek adam” yönetimi uyguluyor. Yeni bir anayasa önerisiyle de dinci, faşizan bir rejimin tam anlamıyla kurumsallaştırılması isteniyor.

Ülkemizdeki baskıcı, otoriter rejim, toplumdaki kutuplaşmayı daha da artırarak kadınlara yönelik şiddeti önleyen İstanbul Sözleşmesi’ni rafa kaldırıp HDP’nin de kapatılması için harekete geçen bir politika da izledi.

Hatta emekli amirallerin anayasal hakları doğrultusunda Montrö Sözleşmesi ve “cüppeli amiral” ile ilgili açıklamasını “darbe iması” kabul ederek bu bildirinin arkasında CHP’nin olduğunu öne sürdü. Bu suçlanmadaki gerçek niyetin CHP dahil tüm toplumsal muhalefeti saf dışı bırakmak, topluma gözdağı vermek olduğu anlaşılıyor.

Bir kısım CHP ve HDP milletvekili için fezleke hazırlanıp dokunulmazlıklarının kaldırılması girişimi de, muhalefetin tasfiyesini öngören bir adım olarak okunabilir. Öte yandan CHP’nin Merkez Bankası’nın rezerviyle ilgili olarak “128 milyar dolar nerede?” şeklindeki bir pankartının “Cumhurbaşkanı’na hakaret” olarak değerlendirilip soruşturma açılması da faşizan, totaliter bir rejimin uygulaması sayılabilir. Keza Sol Parti’nin İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak çeşitli il ve ilçe merkez binalarına astığı pankartlara yapılan müdahale, parti yöneticilerine yönelik gözaltı ve soruşturma da aynı şekilde değerlendirilebilir.

FAŞİZME KARŞI DEMOKRASİ MÜCADELESİ

İçinde bulunduğumuz süreçte AKP iktidarının açık bir faşizme geçmesinin sınırlılıkları bulunuyor. Solun kapitalist sistem için ciddi bir tehlike oluşturmaması, sermaye sınıfının bir bütün olarak tam anlamıyla AKP’yi desteklememesi, iktidarın ekonomik anlamdaki güçsüzlüğü, Erdoğan açısından dış desteğin yeterince sağlanamayışı ve nihayetinde cumhuriyetçi sol kesimin, belli ölçüde de işçi sınıfının bu rejime karşı direnişi, faşizmin yerleşmesinde önemli engelleri oluşturuyor.

Bununla birlikte AKP yönetimi, dinci, faşizan rejimi dayatmakta ısrarlı gözüküyor. Her ne kadar son günlerde Sedat Peker olayı ve mafya ilişkileri, Cumhur İttifakı’nı sarsmış da olsa seçimlerin 2023’te yapılacağı varsayıldığında iki yıllık bir süre söz konusu. Ya da mevcut iktidar, kendine en uygun koşullarda erken seçime gidecektir.

Muhalefetin de seçim güvenliği için ciddi bir çalışma içine girmesi gerekiyor. İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri dikkate alındığında HDP dahil toplumsal muhalefet blokunun AKP’yi demokratik bir biçimde yenilgiye uğratması mümkün.

Kuşkusuz esas olan bu dinci, faşizan gidişe karşı bir demokrasi cephesinin oluşturulmasıdır. Bu çerçevede toplumsal muhalefete ve sosyalist sola önemli görevler düşüyor. Toplumsal muhalefetin demokratik hak ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı, laiklik, sosyal devlet, adaletli bir gelir dağılımı gibi temel konularda asgari bir program oluşturup totaliter ve faşizan düzen anlayışına karşı güçlü bir birlikteliği şart gözüküyor. Bu demokrasi cephesinde emek ve meslek örgütlerinin, sendikaların da yer alması gerekli hale geliyor…