Solun, iktidar adayı olmadığı seçimleri etkileyebilme gücü sanıldığından daha fazladır.

Hayal gerçeğin aynasıdır
Fotoğraf: İHA

Thomas Kuhn Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı çalışmasında bilim alanındaki gelişmeleri “devrim” olarak nitelerken, onları sosyal devrimlere benzetir. Anahtar sözcüğü “devrim”dir. Kuhn, bilimsel gelişmeyi, bilimin tarihini doğrusal ya da birikime dayalı göstermek yönündeki eğilime karşı çıkar; bu bakış açısının bilimde devrimleri gizlediğini, görünmez hale getirdiğini vurgular. Alıntısız, anladığımı yazayım; kullanmaktan hoşlandığı kavramla bir “paradigma”, öncekini inkâr ederek ve içererek, bir başka boyutta onun yerini alırken, hala kullanımda olan geçmişi “kesin olarak” tarihe gömer. “Yanlışlanabilir olmayı” değil, kuşkuyu kendisi için ihmal etmeden yeni bir aşamayı haber veren bilimsel devrim, örneğin Kopernik, Newton, Lavosier, Einstein ve sonrası devrimlerle gelişerek tarihselleşir.

Bu “kesin olarak” sözcüğünün sosyal devrimlerde çok da yerinde olmadığını biliyoruz.

Ama kötümser olmak için fazla neden yoktur: Sosyal devrimlerin itici güçlerinin, siyasal gelişmelerle etkileşimi; sınıfsal bilinçlenme ivmesinin güncel gelişmelerle artması iyimserliğimizin kaynağı olabilir. Sosyal devrimlerin insanlığın hafızasında sağlam bir yerinin olduğu kesin. Bu da bize biraz önce inkâr ettiğim, determinizmle karıştırmamak koşuluyla, “kesin olarak” ifadesine geri dönme imkânı verir: Fransız Devrimi’nin aşılması neredeyse bir yüzyılı buldu. Aynı şekilde Paris Komünü belki de hâlâ “yaşayan” en önemli devrimdir. Nedenleri tartışmalı büyük yenilgiye karşın Ekim Devrimi o birikimin en önemli parçasıdır.

Devrim, tarihsel birikimin, yoğun çabanın mümkün kıldığı, öznelle nesnel buluştuğunda gerçekleşecek değişim sürecidir. Sosyal devrim bir süreçtir; siyasal devrime dönüşür, onun öncelikli hallerinden birisi olan iktidar değişikliği ile de kelimenin tam anlamıyla kendini var eder. Şu sıralarda Türkiye bir sosyal devrimin içindedir; meşruiyetini halkın artan aktif katılımından, oylamalardan alan siyasal devrime doğru hızla giderken, kelimenin en geniş anlamında yasal iktidar değişimi sorununu da önüne koymuş bulunuyor.

İktidarın tüm çabalarına, örneğin konserlerin, festivallerin yasaklanmasına, sansüre ve medyanın daha sıkı baskılanmasına karşın, itirazların, entelektüel çabanın, korkusuz araştırmanın hızlanan bir ivmeyle sürmesi; sosyal devrim, siyasal devrim, iktidar ilişkisinin güçlendiğini gösteriyor. Hayal mi kuruyorum? Gerçekçi bir iyimserlikle hayal kurmak arasında uzun bir mesafe yoktur. İyidir hayal kurmak, gerçeklikle bağını koparmazsanız.

Devlet-siyaset ilişkisi ya da siyasetin sonu

Her şeyden önce siyaset kavramının anlamı üzerinde durmak, olup biteni gerçekçi bir gözle görebilmek için Carl Schmitt’in konuya denk düşen siyaset kavramını anımsamakta yarar var. Schmitt, siyaset alanının varlıklarını sürdürmek için birbiriyle ilişkili birbiriyle bütünleşen ya da ayrışan güçlerin ve iktidarların alanı olduğunu söyler. “Siyasal kavramının temas ettiği alan, varlıklarını sürdürmek için birbiriyle bütünleşen ya da birbirinden ayrılan güç ve iktidarlara bağlı olarak değişmektedir” der. (Siyaset Kavramı, s.40, Metis Yayınları) Schmitt devlet ile siyaset arasında esaslı bir ayrıma da dikkat çeker. Kimi örneklerde önce devleti belirleyen siyaset, daha sonra etkisini yitirir; devletin değişen formu içinde dar alanda kendine iş arar.

Güncel tartışma ise devlet siyaset ilişkisini görmüyor. Bir erken seçim olacak mı? Kim kazanacak, kim kaybedecek? Bu tartışma ülkenin şimdi geçerli olan yönetim sistemini dikkate almayan bir tartışmadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi (CHS) siyasal partilere, parlamentoya dayanarak ülkeyi yönetmeyi öngören bir sistem olarak kurgulanmamıştır. Partilerde Meclis’te görünür hale gelen siyasetin Başkan’a karşı çıkma ihtimalini önlemek için Başkan’ın partili olabilmesinin yolu açılmış, sonuçta parti kısa sürede siyasal niteliğini yitirmiş, böylece gerçek otoritenin CHS olduğu ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı ile çoğunluk partisinin ya da koalisyonunun farklı olabileceği sistemde öngörülmüştür; bu nedenle de seçimlerde önem sıralamasında Cumhurbaşkanı seçiminin ilk sırada olması doğaldır.

CHS için Meclis’te ille de bir çoğunluk zorunlu değildir. Parlamentoda çoğunluk ne yönde olursa olsun, sistemi değiştirebilecek anayasal bir çoğunluk, daha önemlisi bir güç olmadıkça CHS devletin kendisi olmayı sürdürecektir. Kuşkusuz yasama meclisinde bir çoğunluğa dayanmayan Başkan’ın her ne kadar kendi hükümeti ile yönetmeyi sürdürse de kimi zorluklarla karşılaşacağı söylenebilir. Yine de sistem kendini koruyacak, sürekliliğini sağlayacak araçlara sahiptir.

Siyaseti bekleyen tuzaklar

Somut koşullarda CHS sürekliliğinin güvenceye alınmasının ilk koşulu ya da yöntemi siyasetin devre dışı bırakılması, bir anlamda tatil edilmesidir. CHS’nin olağanüstü yetkilere sahip lideri siyaset dışı ve üstü, tartışmayı reddeden bir söylem benimseyerek, parlamentoyu, siyasi partileri fiilen devre dışı bırakarak hükümet etmeyi sürdürebilmektedir. Cumhurbaşkanı’nın kararnamelere ağırlık vererek, kararnamelerin alanını yasa gerektiren konulara doğru de facto genişleterek, (Muhalefetin itirazlarını AYM’ye götürmesi ve AYM’nin muhtemel olumsuz kararları kolaylıkla göğüslenebilmektedir) nihayet ülkeyi kabinesiyle yönetmeyi ulusal çıkarlar için zorunlu görmesi, erken seçim beklentisini gecikecek seçim’e çevirmesi de olmayacak bir iş değildir. Böyle bir emr-i vakiye itiraz edebilecek siyasal güç, siyasal partilerde gerekli kararlılık ortada görünmüyor.

Burada önemli olan, siyaset devlet ilişkisini gözden geçirmek CHS’nin siyasetten devlete doğru bir gidişi ifade etmek için kurgulanıp kurgulanmadığını tartışmaktır. Devlet, Kürt hareketine ve sola karşı refleksini koruyarak, İslamcı renkleri ağır basan bir yapıda yeniden örgütlenmektedir. Siyaset ise kendini olabildiğince “dost düşman” ayrımına dayanarak geliştirmiş, “istisna” hali, sürdürülebilir “olağanüstü hâl” sınanmış, nihayet hedeflenen yeni devletin oluşumu için gereken malzeme biriktirilmiştir. Sonuçta devlet- siyaset ilişkisi yeniden tanımlanacak, siyaset önceliğini yitirecek, bizatihi devletin kendisine dönüşerek pek çok örnekte olduğu gibi ortadan kalkacaktır. O aşamada siyaset devlet ayrımından söz etmenin anlamı kalmayacaktır.

***

Bu hızlı gidişe, siyasetten devlete doğru bu hızlı değişime karşı söylenmesi gereken, belki bıktırıcı bir şekilde yinelediğimiz alıntıyı bir kere daha aktarmaktır. Şöyledir: “İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar.” Bu özlü sözleri, özne “insanlar” ile yüklem “yaparlar” arasındaki geniş eylem alanına dikkat çekmek için yineliyorum.

Günümüz koşullarında siyaset alanında öyle ya da böyle var olan siyasal özneler CHP önderliğindeki henüz ittifak olamayan Millet Masası, HDP ile kimi sol parti ve hareketlerin oluşturduğu Emek ve Demokrasi İttifakı, Sosyalist Güç Birliği’dir. Her üç öznenin de kendi kurguladıkları demokratik eylem, strateji ne olursa olsun, geliştirilecek siyaset, günümüzün bu etkin özneleri ile siyasette doğan boşluğu dolduran kitle örgütleri, sorunların harekete geçirdiği kendiliğinden eylemler ve günün siyasi gerçekleri dikkate alınmadan oluşturulamaz.

Solun, iktidar adayı olmadığı seçimleri etkileyebilme gücü sanıldığından daha fazladır. Seçimlerde solun etkin çabasıyla elde edilecek “olumlu sonuç” solun hareket alanını genişletecek, düzen partileri karşısında güçlendirecek, sistemi değiştirebilme olanaklarını, olasılıklarını artıracaktır.