Hayalin gerçeği mucizenin geleceği

Neyi nasıl yazacakları önceden belirlenmiş olanlar değil; onlar yalan söylemeye, iktidar partisini aldıkları direktiflerle yandaşlığın tüm kıvraklığıyla desteklemeye ve halkı yanıltmaya devam ettiler; olup bitenleri gazeteciliğin yılların süzgecinden geçmiş, gelişmiş kurallarıyla izleyenler, gelişmelere gerçeğin gözleriyle bakabilenler ayrıntıyla anlattılar; biz de onlardan öğrendik. Kimi dostlarımızın gerçekleri anlatmaya çabalarken, tuzaklardan kurtulamadıklarını, artık zirveye çıkmış dayatmanın etkisiyle yazıp çizdiklerini, konuştukları görmek ise üzücüydü.

Öncelikli saptama “kim kazandı-kim kaybetti?” sorusunun, anlamını yitirmiş, en azından şimdilik ertelenmiş olmasıdır. Hemen herkes “ben kazandım, biz kazandık” dediğine göre tarihte eşine az rastlanır bir durum, herkesin mutlu olduğu bir “mucize” gerçekleşmiş demektir.

Peki, bundan sonra çatışmanın, askeri harekâtların yerini görüşme, diplomasi alacak mı? Taraflar kâr - zarar, hasar hesabı yapacaklar mı, acı tatlı deneyimler bundan sonrası için yol gösterici olacak mı?
Ama önce herkesin mutlu olduğu bu durumun öznelerinin neden mutlu olduklarına bakalım; mutluluklarının gerçeklere dayanıp dayanmadığını anlamaya çalışalım, çünkü kimi zaman kazanılan zafer, hasım bire kadar kırılmış olsa bile gerçek bir zafer olmayabiliyor. Suriye’de kentler, köyler, kasabalar öylesine bir yıkımla karşılaştı ki çağımızın savaş araçları öylesine yıkıcı ki, zafer kelimesinin neredeyse anlamı değişti. Çatışmalar savaşlar artık uzun yıllar içinde değil kısa sürede büyük göçlere, yüzbinlerce ölüme, onbinlerce yitip gitmiş hayata, büyük bir çöküntüye yol açabiliyor. Bu günkü durumun çatışmalara savaşa doğru değil, barışa doğru gelişeceğine, mucizenin süreceğine inanmak istiyor insanlar.

Öyleyse bakalım herkes nasıl mutlu oldu, mucize nasıl gerçekleşti?

Neden mutlu oldular?

Suriye açıktan sevincini göstermese bile, sınırlarını büyük ölçüde yeniden denetler duruma geldiğine göre, topraklarının neredeyse dörtlü üçünü fiilen yitirdiği günlere göre daha her şey bitmemiş olsa bile zaferini ilan edebilir. Mucizedir ve mutlu olmak için yeterlidir.

Suriye Kürtleri de her ne kadar ABD desteği ile güçlenmiş “askeri güçleri” bölgeyi terk etmek zorunda kalmış olsa da, Suriye yönetimi tarafından tanınma aşamasına geldiler. Türkiye’nin yıllardır savaştığı terör örgütünün parçası ilan ettiği silahlı güçler de hem ABD, hem Rusya tarafından resmî muhatap olarak tanınıyorlar; Rusya’nın açık desteği ile Esad yönetimi tarafından da tanınmalarının belgelenmesi an meselesidir. 30 Ekim’de Cenevre’de toplanacak olan Anayasa Komitesine katılamayacak olmalarının bir anlamı yok. Şu sıralarda Suriye yönetimi ile yürüttükleri görüşmelerde önemli sonuçlar elde edebileceklerini söylemek, Trump’ın yeni projelerinde kendilerine sunulan yeri uygun görmezlerse, kehanet sayılmaz.

ABD memnundur; “petrol yataklarını kimseye bırakmadık” diyerek, topraklarından binlerce kilometre uzaktan emperyal çıkarlarını en azından şimdilik koruduğu kanısındadır. Suriye ya da Ortadoğu meselesinde Türkiye’yi ve Kürtleri şantaj, destek, köstek politikalarını eş zamanlı uygulayarak aynı anda idare edebilme başarısı doğrusu küçümsenmemeli. Son açıklamalar ise ABD’nin bölgedeki plan ve projelerinin petrol odaklı bir strateji olduğunu gösteriyor. Değerli gazeteci Fehim Taştekin’in yorumladığı Trump’ın yeni ve tehlikeli projesi, “Kürtleri kuzeyden güneye kaydırıp Türkiye’yi mutlu etmeyi; SDG’ye görev emri verir gibi petrol sahalarına çekip Kürtleri memnun etmeyi; Suriye yönetimini de petrolden mahrum bırakıp cezalandırmayı; Bütün bunlar için IŞİD’in geri dönüş tehlikesini kullanmayı” içeriyor. (Duvar. 25.10.2019) ABD Başkanının görüldüğü gibi herkesi mutlu etmeyi amaçlayan neşeli twitleri, güçten düştüğü söylenen, askeri - politik üstünlüğe dayanan Pax Amerikana’nın “Amerikan Barışı”nın hala etkin olduğu iddiasını pekiştiriyor.

Rusya belki de sürecin gerçekten başarılı sayılması gereken gücüdür. Sonuçta süreci yönetmeye ehil oluğunu kanıtlamış, satrançta tüm marifetlerini gösteren soğukkanlı bir oyuncu titizliği ile hamlelerini yapmış, gerektiğinde geri çekilmeyi, piyon, yoksa uçak mıydı, kaybetmeyi göze almış, ABD’nin hırslı ve tutarsız politikalarından yararlanmayı başarmış görünüyor. Türkiye’nin Katar dışındaki Arap ülkeleriyle, Arap Birliği ile ilişkileri bozulurken, Rusya hızlı bir diplomatik atakla bu ülkelerle iyi ilişkiler kurmayı da başardı. Bölgenin yükselen yıldızı haline geldiği söyleniyor ve bu artık bir gerçeği yansıtıyor.

Türkiye’ye gelince; iktidar partisinin son dönem stratejisi dikkate alınırsa, Suriye toprakları içinde bir “güvenli bölge” oluşturma hedefi sınırlı da olsa gerçekleştirilmiş görünüyor. Ama genel gidiş bunun kalıcı olmayacağını gösteriyor. Şimdiki durum, önümüzdeki ayların ya da yılların olası gelişmeleri ile uyumlu bir hal almazsa, yani ilk zamanlardaki afaki hedeflerden, sınırları teröre karşı korumak gerekçesiyle Suriye topraklarında kalıcı olmak gibi kimi emperyalist güçler tarafından kışkırtılabilecek politikalardan vazgeçilmezse alkışçı medyanın övgüde sınır tanımadığı “başarı” tersine dönebilir; tüm dış dünyayı kapsayacak tehlikeli bir kuşatmaya dönüşebilir. ABD’nin şantaj politikasının, AB’nin göç tehdidine karşı kendini koruma gerekçesiyle ilişkileri daha da sınırlamasının sonuçları iyi olmayabilir.

“Hayal edilse bile...”

Son durumla ilgili kimi değerlendirmelerin, mutluluk şarkılarının gerçekçi olmadığını biliyorum; çünkü emperyalistler ve büyük devletler çıkarları için dünyayı ateşe vermekten kaçınmazlar. Ülkemize gelince, yanlış hesaplara dayanarak girdiği maceradan çıkmak için bugüne kadar hep kaçırdığı fırsat bir kere daha Türkiye’nin önünde duruyor. Bu kez yanlış politikaları düzeltme kapısını açabilecek önemli bir fırsattır ve öncelikle iç politika malzemesi yapmak yerine değerlendirmek iktidar partisine düşüyor. Ama o bu yeni durumun farkında olduğunu gösteren işaretler vermiyor.

Hemen herkes mutlu göründüğü için adeta bir mucizeye benzeyen durumun gerçekte dengelerin özellikle de ABD - Rusya dengesinin yarattığı bir halüsinasyon olması büyük ihtimaldir. Yalnızca şunu söyleyebiliyoruz; sıkışmış nesnel durum böyle bir sonuç yarattı. Kimi zaman zorunluluklar gerçeklerin yolunu açar. Bu kısa süreceği belli dönemin değerlendirilmemesi sorunları ağırlaştıracak, ABD başkanı Trump’ın kafasındaki petrol kokulu tilkileri ortalığa salıvermesi bölgeyi yangın yerine çevirecektir. Şarkıda olduğu gibi sakın “dönülmez akşamın ufkunda” olmayalım; sakın “cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile...” yangın yerine dönmüş bir dünyaya uyanmayalım.

Herkesin mutlu göründüğü mucizeye benzer denge durumlarının ömrü kısadır.

Hayal kurmak için bile kısadır.