İzmir Uluslararası Film Festivali’nde ödüller müziğin sinema sanatındaki yeri ve işlevini vurgularken, televizyon dizileri de müzikleri açısından değerlendirildi. Açık kanallar ve dijital platformlardaki dizilerin jenerik müzikleri ve şarkıları ödüllendirildi.

Hayat bir aynadır her gelen bakar gider

Bir festival geride kalırken, sinemamızın müzikle ilişkisi üzerinde bir kez daha durmakta yarar var. Sinema tarihinin ilk yıllarından, sessiz filmlerden bu yana filmlerde müziğin kullanımındaki farklılıklar üzerinde durmuştum önceki yazılarımda. Filmin etkisini artırmak, duyguların altını çizmek biçimindeki klasik yaklaşım, yirminci yüzyılın ikinci yarısında yeni boyutlar kazanmış, müziği anlatımın önemli ögelerinden bir olarak ele alan, kimi zaman görsel anlatımı destekleyen, kimi zamansa -özellikle Brecht’yen anlatı denemelerinde- karşıt bir vurgu ile yorumlayan yapıtlar öne çıkmıştı.


Ülkemizde, klasik yaklaşımın terk edilmesi için yakın zamanlara kadar beklemek gerekti. Müzik, hazır bestelerin sahnelere yakıştırılması/yapıştırılması ile ve genellikle seslendirme aşamasında devreye giren bir ögeydi. Bir başka alışkanlık da, filmde diyaloğun olmadığı her anın müzikle doldurulmasıydı, ki bu alışkanlık halen televizyon dizilerimiz için geçerli. İşte bu nedenle, filmlerin yanı sıra televizyon dizilerinin de değerlendirilmesine karar verdik, festivalin hazırlık sürecinde. Böylelikle, doğru müzik kullanımına ve iyi bestelere görünürlük kazandırmayı hedefledik, “Marifet iltifata tabidir” atasözünden hareketle…
Festivalin ‘Ulusal Yarışma’ bölümüne seçtiğimiz on bir yapıt arasından beşi ödül listesinde yer aldı. Yönetmen Ezel Akay başkanlığındaki Jürimiz (dün gazetemizde adları yayınlandığı için yinelemiyorum) büyük ödülleri müzik üzerinde odaklanan filmlere (“Ölü Ekmeği” ve “Mimaroğlu”) vermeyi tercih etmişti. Yarışma seçkisi içindeki filmlerin özgün besteleri, sinemamızda müzik kullanımının artık son derece bilinçli yapıldığını gösteriyordu. Ödül listesine girememesine rağmen, jürinin beğendiği filmlerden biri olan Pelin Esmer’in “Kraliçe Lear” filminin Barış Diri, Faysal Soysal’ın “Ceviz Ağacı”nın İranlı besteci Payam Azadi, Cenk Ertürk’ün “Nuh Tepesi”nin Belaruslu besteci Leon Gurvitch imzalı müzikleri en fazla dikkati çeken film müzikleri arasındaydı. Ümit Ünal’ın iki oyuncusuna (Ece Dizdar ve Selen Uçer’e) ödül kazandıran filmi “Aşk, Büyü, vs.”nin minimal müziği yönetmenin imzasını taşıyordu. Filmin finalindeki şarkı güzeldi, ama En İyi Özgün Şarkı ödülünü kazanamamasının nedeni, film için yapılmış bir beste olmayıp, daha önce yapılmış bir şarkının yeniden yorumlanmış versiyonu olmasıydı. Zeynep Dadak’ın ”Ah Gözel İstanbul”unda müziğin bir anlatı ögesi ve kurguyu belirleyen bir unsur olarak kullanımı Erdem Helvacıoğlu’nun çalışmasını diğerlerinin bir adım önüne çıkartıyordu.

hayat-bir-aynadir-her-gelen-bakar-gider-895035-1.


ÖLÜ EKMEĞİ

Doğup büyüdüğü Kars-Ardahan yöresinin kültürüne duyduğu saygıyı ve sevgiyi, yöre insanının mizah duygusunu dile getirdiği “İnat Hikâyeleri” ile birlikte, Reis Çelik’in en sevdiğim filmlerinden biri “Ölü Ekmeği”. Klasik kalıpların dışında bir çalışma bu. Yörenin kültür değerlerini, özellikle âşık geleneğini masalsı bir anlatımla beyazperdeye taşıyor. Çelik, donmuş Çıldır gölü üzerinde bulunan bir kızıl elmanın, gencecik bir ozanın, kavuşulamayan bir aşkın hikâyesinde, genç âşığa el veren ustanın ölümü ardından yenen ‘ölü ekmeği’nden yola çıkarak, ölmekte olan bir geleneğe ağıt yakıyor.

Anadolu’nun kültürel zenginliğinin en belirgin ögelerinden bir olan ama sınır ötesinde de -Kafkaslardan Orta Asya’ya- karşılığı olan ‘âşıklık’ geleneği, şiiri, müziği, öykü anlatımını buluşturan ve geniş kitlelerle kolayca bağ kurabilen, Unesco’nun ‘Somut Olmayan Kültürel Miras’ listesine tescil ettirmeyi başardığımız bir gelenektir. Âşıkların bir dinleyici topluluğu karşısında atışmalarını içeren bu gelenek ülkemizin farklı bölgelerinde farklı özellikler taşır. Belki de, en özgün olanı Kafkaslar’la İran’ın sınırındaki Kars-Ardahan yöresine ait olandır. Bu bölgede yaşayan ‘terekeme’lerin bir bölümü İran Azerbaycanı’nda, bir bölümü Gürcistan’da, bir bölümü ise ülkemiz sınırları içinde yaşıyor. Reis Çelik, çok iyi tanıdığı yöre insanının sözü ve sazı kullanma becerisini yansıtırken, bölgede yaşayan köylülerle, Gürcü âşıkları ve İstanbul’dan gelen oyuncuları ustalıkla buluşturmuş. Şilan Düzdaban’ı “Çınar”dan, Dilan Aksüt’ü “Lal Gece”den anımsamasak, yöre insanlarından ayırt etmek mümkün olmazdı.

Reis Çelik’in başarısının bir nedeni, kendisinin de saz çalması. Nitekim filmin jeneriğinde adı anılan üç müzisyenden biri kendisi. Diğerleri, Ertan Tekin ve Engin Yiğit. ‘Sazımızla, sözümüzle hep doğruyu söyleriz’ diyen âşıkların dünyasını anlatma nedenini sorduğumda, Dursun Akçam’a söz vermiştim bu geleneği anlatmaya; onun “Kurban” öyküsünden yola çıktım diyor. Filmini Akçam’ın yanı sıra, “İnat Hikâyeleri” macerasını birlikte yaşadığı değerli aktör Tuncel Kurtiz’e ithaf etmiş.

“Ölü Ekmeği”nin öyküsü bir ‘muamma’ üstüne kurulu. Hazırcevap âşıklar, ‘atışma’ öncesi kendilerine verilen bir ‘ayak’tan (bir obje ya da bir sözcük) yola çıkarak bilmeceyi çözmeye çalışır. Ama, o aşamaya gelene kadar acılı bir süreç bekler âşık adayını. Ustası, dudakları arasına bir iğne yerleştirerek, belirli sözcükleri kullanmadan atışmasını öğretir genç aşığa. Sanatın iyisine ulaşmak için ‘imtihanlı’ meclislerde atışması gerekmektedir. Usta âşık ‘bade’li ‘aşıktır, ilhamını Allahtan alır. Yağmur yağması için kesilen kurban örneği ile batıl inanışların varlığına ve dertlere çare olmadığına da işaret eder yönetmen, ama asıl hedefi geleneksel değerlerin yaşantımızdaki yerini ve önemini vurgulamaktır. Reis Çelik, İran kültürünün ‘Simurg’ anlatısında olduğu gibi, varılacak yerin değil yolun önemli olduğunu bilen, denemekten, aramaktan kaçınmayan, Mevlana’nın sözüne kulak verip ‘Hayat bir aynadır, her gelen bakar geçer’ diyen bir usta. Yolu açık olsun…

MİMAROĞLU-GÖNÜL DAĞI

Serdar Kökçeoğlu’nun “Mimaroğlu” belgeseli hiç kuşkusuz yılın en önemli yapımlarından biri. 60’lı yıllarda Amerika’ya göç eden büyük besteci İlhan Mimaroğlu ve eşi Güngör Mimaroğlu’nun serüvenini, Mimaroğlu’nun geride bıraktığı anılardan, kendi çektiği 8 mm filmlerden ve arkadaşlarının anlatılarından yola çıkarak görkemli bir portre çalışması ortaya çıkartmış. Elbette, Mimaroğlu’nun müzikleri de ona yol göstermiş, bu göç, aşk ve düş kırıklığı öyküsünde. Belgesel sinemacılığımız adına övünç duyulacak, sinemada ses tasarımının nasıl bir şey olduğunu, bir sanatçı portresinin nasıl yapılabileceğini öğrenmek isteyenler için yol gösterecek bir çalışma.

Buradan televizyon dalındaki ödüllere geçmek istiyorum, çünkü yerim daraldı. Televizyon müziklerini değerlendiren jürimiz, son bir yıl içinde izlediğimiz dizilerin müziklerini iki ayrı kategoride değerlendirme kararı aldı; açık kanallardaki dizilerle, dijital platformlardaki dizilerin farklı niteliklere sahip olmasından yola çıkarak. Sonuçta, açık kanallarda En İyi Özgün Dizi Müziği TRT yapımı “Uyanış: Büyük Selçuklu”nun bestecisi Gökhan Kırdar’a giderken, dijital kanallarda En İyi Özgün Dizi Müziği dalındaki ödül Blu TV’de yayınlanan “Yeşilçam” dizisinin müzikleri ile Cenk Erdoğan ve Aria grubunun oldu. En İyi Şarkı dalında da ödüller, aynı platformdan “Yarım Kalan Aşklar” dizisi ile Alp Yenier ve Peyk grubu ile açık kanallarda yayınlanan iki dizinin (Show’da “Ramo”, Fox’ta “Sen Çal Kapımı”) şarkıları ile Aytekin Ataş’a gitti.

Sözün burasında, festival bülteninde yer vermeyi ihmal ettiğimiz iki jüri özel ödülüne değinmek istiyorum. Bu özel ödüllerden biri, Netflix’in “Bir Başkadır” dizisinin ‘Playlist’i ile Berkun Oya’nın olurken, diğeri TRT’nin Gönül Dağı” dizisinin müziklerine verildi. Bu ödül verilirken, perdede sevgili Hasan Saltık’ın fotoğrafına yer verilmesinin nedeni Saltık’ın filmin müzik danışmanı olması idi. Kalan Müzik’in temel direklerinden biri olan Engin Arslan aldı ödülü. Ama, hemen belirteyim, “Gönül Dağı”nın müzikleri üç müzisyenin imzasını taşıyor: Engin Arslan, Mayki Murat Başaran ve Sunay Özgür. Kalan Müzik’e jeneriğinde teşekkür eden filmlerden biri de “Ölü, Ekmeği” idi. Hasan Saltık’ın ani kaybından sonra, sevgili eşinin ve Engin Arslan gibi müzisyen dostlarının müziğimizin her türüne ilişkin çok zengin bir birikime sahip olan bu seçkin kuruluşu ayakta tutacaklarına, üretimi aksatmaksızın sürdüreceklerine inanıyorum. Bu yüzden, bu Jüri Özel Ödülü’nü çok önemsediğimi belirterek bitireyim. Haftaya İstanbul’a uzanırız. Çünkü orada da yarışma başladı.