‘‘İbn Haldun’u en iyi açıklayacak damar, İslam felsefesinin Aristoteles-İbn Rüştçü koludur”. Abdülhamid onun Mukaddime’sini yasaklamakta haklıydı. Abdülhamid’i seven biri olarak siz de İbn Haldun’u yasaklayın. Biz savunmaya, sevmeye devam edelim. İşin fıtratına uygun olan budur

İbn Haldun’u asıl siz yasaklamalısınız

Recep Tayyip Erdoğan’ın İbn Haldun’a ilişkin sözlerini duyunca “danışmanları yine yanlış bilgilendirdi AKP Genel Başkanı’nı” diye düşündüm birçok kişi gibi. Çünkü Erdoğan’ın “sadece Batı’da değil ülkemizde de İbn Haldun’un sosyal bilimlere katkısı gölgelenmiştir. İbn Haldun izi kazınmak istenen bir medeniyetin devasa birikimidir” laflarını duyan biri büyük düşünce adamı İbn Haldun’un Erdoğan’ın zihniyet dünyasına ait olduğunu sanabilir pekala. Tabii ki ülkemizin bu işlerden gerçekten anlayan kesimleri Genel Başkan’a, “İbn Haldun’u yasaklayan Abdülhamit’ti” bilgisini anımsattılar. Recep Bey, gerçekten İbn Haldun’un yasaklanmasına üzülmüşse, bunu dile getirerek sıkı bir Abülhamit eleştirisi yapmış oluyor.

Ama kuvvetle muhtemeldir ki kendisine fısıldanan “İbn Haldun’un yasaklandığı” bilgisi doğru olmakla beraber onu yasaklayanlar Recep Bey’in sandığı gibi laikler, aydınlar, pozitivistler, Marksistler falan değil: Bunu bilseydi böyle bir cümle kurar mıydı gerçekten? Abdülhamit’e muhabbetini gayet iyi bildiğimiz Erdoğan’ın, hem bu padişahı hem de İbn Haldun’u aynı anda sevmesi mümkün değil. Çok belli ki “yanıltılmış” Genel Başkan.
İbn Haldun deyince ülkemizin önde gelen felsefecilerinden Profesör Ahmet Arslan’ı atlamanın olanağı yok. Ahmet Hoca İbn Haldun konusunda gerçek bir otorite. Çok sayıda kitabı var ama bunlar arasında en önemlisi İbn Haldun adlı olanıdır. Dolayısıyla Ahmet Hoca varken bana laf düşmez. O nedenle İbn Haldun’a ilişkin önemli bilgileri iki genç akademisyenin Ahmet Hoca ile yaptıkları nehir söyleşi kitabı “Bir Ömür Düşünmek”ten aktarayım istedim. Söyleşinin verdiği rahat bir anlatım tarzına sahip olduğu için bu kitaptan yararlanmanın daha doğrunolacağını düşündüm.

Abdülhamid’in neden İbn Haldun’un muhteşem eseri Mukaddime’yi yasakladığını Ahmet Hoca’dan yapacağım alıntılarla anlamak kolaylaşmış olacak. Ayrıca İbn Haldun’un Recep Bey’in sandığı gibi ilerici, laik, modernist kesimlerce değil gericilerce yasaklandığını da öğrenmiş olacağız. Ahmet Hoca’dan şu bilgileri okuyalım, bakalım İbn Haldun’un “sosyal bilimlere katkısı gölgelenmiş” mi, gölgelenmişse bunu kim/kimler yapmış.

ibn-haldun-u-asil-siz-yasaklamalisiniz-290781-1.İbn Haldun’suz araştırma olmaz
Kendisiyle yapılan söyleşide “Benim görüşüm odur ki, İslamla, İslam kültürü veya uygarlığıyla ilgili hangi konuda araştırma yapacaksanız yapın, İbn Haldun’a başvurmadan, onun bu konuyla ilgili düşüncelerini bilmeden, görmeden doğru bir yerden başlayamazsınız ve doğru bir yere varamazsınız. İslamda ister siyaset, ister hukuk, ister felsefe, kurumlar veya halifelik çalışın, önce İbn Haldun’a bakmak zorundasınız” diyen Ahmet Hoca’ya “İbn Haldun neden bu derece etkili? Kurucu olmasından mı, yoksa temel bir geleneği temsil etmesinden mi” diye sorulunca hocanın cevabı şu olmuş: “Hiç bir geleneği temsil etmemesinden, tamamen kendisine özgü, son derece orijinal ve modern bir kafaya sahip olmasından. Her geleneği biliyor, her geleneğin bakış açısını, verilerini göz önüne alıyor, ama hiçbirinin içinde kalmıyor, hiçbirinin içinden bakmıyor; çünkü hepsinde önemli bir şeyin eksikliğini görüyor; dünyayı, insanı anlamak için gerçekçi bakış açısınının, eleştirici bakış açısının eksikliğini, İslamı, İslam uygarlığını, islam uygarlığının yaratmış olduğu kurumları da herhangi bir geleneğin bakış açısından okumuyor. Ne din bilgininin, yani fıkıhçı veya kelamcının; ne Yunan tarzı Müslüman filozoflarının veya felasifenin. Bu anlamda, İslam dünyasında tamamen nev’i şahsına münhasır bir adam”.

İbn Haldun’un Farkı
“Basit bir örnek vereyim. İslamda hilafet teorisini ele alalım. Bu konuda bir gelenek vardır, din bilginlerinin, ulemanın, yani fıkıhçıların ve kelamcıların geleneği; esas olarak “halifelik nasıl olmalıdır?” sorusuna cevap olarak ielri sürülen görüşlerin meydana getirdiği gelenek. Bu geleneğin birçok temsilcisi vardır: Maverdi ve onun Ahkam-ı Sultaniye’si onun en önemli örneğidir. Maverdi, “Halifelik nedir?” Amacı, işlevi, görevleri nelerdir?” gibi sorular sorar.

Şimdi bu bakış açısıyla, onun aradığı şeylerle, sorduğu bu sorularla halifeliği anlamak mümkün değildir. Çünkü o İslam toplumunda halifeliğin doğuşu, gelişimi, geçirmiş olduğu safhalarla ilgili olarak doğru bir bilgi ve kavrama vermez, veremez. Çünkü onda bilimin en temel özelliği olan toplumda fiilen var olan bir olguyu yine fiili özelliklerinde, ortaya çıkış ve gelişmesinde anlama, anlatma ve açıklama çabası yoktur. “Halifelik nedir?” sorusu İslamın geleneksel fıkhı veya kelamın geleneksel kuramsal verileri, öğretileri merkeze alınarak bilimsel bir biçimde cevaplandırılamaz. Çünkü burada daha işe başlarken halifeliğin ne olduğu, fiilen nasıl ortaya çıktığı, nasıl işlediği, hangi aşamalardan geçtiği değil de ne olması gerektiği, hangi görevleri yehrine getirmesi gerektiği gibi tamamen hukuki, teolojik, teorik, spekülatif bir bakış açısı benimsenmektedir.

İbn Haldun’un farkı, işte bütün olaylar gibi dinsel, siyasal olaylara da böyle deyim yerindeyse ideolojik bir açıdan bakmamasıdır; Aristotelesvari, Makyevelvari, Hobbesvari bakmasıdır. Marx, Sorokin, Gellner, Durkheim gibi insanlar daha sonra veya günümüzde tarihsel, ekonomik, dinsel, sosyal olaylara nasıl bakacaklarsa İbn Haldun da onlara öyle bakar, öyle bakmamız gerektiğini söyler. İslam dünyasında, İslamın kendisine ve ortaya koymuş olduğu kurumlara, uygulamalara böyle bir açıdan bakan, bakabilen hemen hemen tek adam İbn Haldun’dur. Bu yüzden, bugün geçmişte ve günümüzde şekliyle İslam dünyası, Ortaçağ’daki İslam uygarlığı, İslam kurumları vb. anlaşılmak istendiğinde birinci başvuru kaynağı olarak İbn Haldun’a, onun bakış tarzına ve onun ele alınan olay her neyse onunla ilgili açıklama ve değerlendirmesine bakılır, bakılmalıdır”.

Tarzı “Arif olan anlar” tarzıdır
“Ben Müslüman toplumların, bu toplumların insan bilimcilerinin, sosyal bilimcilerinin, felsefecilerinin İbn Haldun’u kaba bir biçimde bile anladıklarından, daha doğrusu anlamak istediklerinden emin değilim. Öte yandan İbn Haldun’un iyi anlaşılmak için fazla çaba sarf eden bir adam olmadığı da doğrudur. Bunun nedeni düşüncesini gizlemesi değildir, ‘arif olanlar’ın anlayacağı bir biçimde ifade etmesidir. Bunun da nedeni onların doğru anlaışlması durumunda toplumun bir çok kesiminde yaratacağı tepkilerin farkında olmasıdır. Çünkü İbn Haldun deyim yerindeyse ‘kralın çıplak olduğu’nu ilan eden bir adamdır. İbn Haldun düşüncelerini öyle ezoterik, esrarlı veya hermenötik bir şekilde ifade etmez, onları öylece ortaya koyar, onlardan sonuç çıkarma, onların nereye gittiklerini takip etme işiniz size bırakır. İsterseniz onun bir iki temel düşüncesini söyleyeyim: Siz bu düşüncelerin içinde yaşadığı toplum, hatta günümüzün genel kamuoyu tarafından nasıl karşılanabileceğini düşünün.

İbn Haldun’a göre, ilk olarak, şeylerin tanrısal irade tarafından belirlenmiş olduklarını söylememiz doğru olsa da bu aynı zamanda onların doğal diye adlandırabileceğimiz bir yapıları olduğu ve bunun sonucu olarak birtakım temel neden-eser ilişkilerine uygun olarak meydana geldikleri olgusuna veya gerçeğine aykırı değildir. Din, toplumsal olayların ortaya çıkmasında şüphesiz önemli bir faktör olmakla birlikte birinci dereceden bir aktör değildir. Asıl aktör veya faktör, insan doğasını meydana getiren güç veya kudret iradesi veya iktidar arzusudur.

İbn Haldun ikinci olarak dünyayı esas olarak olaylar ve inançlar diye büyük kümeye ayırır. Bu ayrıma uygun olarak da doğruları veya önermeleri de ikiye ayırır: olaylara ilişkin önermeler ve inançlara ilişkin önermeler. Son olarak bunun bir sonucu olarak bilimleri de iki temel gruba ayırır: olaylarla ilgili önermelerden veya doğrudan meydana gelen bilimlerle inançlarla ilgili önermeler veya doğrulardan meydana gelen bilimler; kendi ifadesiyle akli- felsefi bilimlerle vaz’i-nakli bilimler. Birinci tür bilimlerin konusunun doğal, nesnel ve evrensel varlık ve olaylar olmasına ve onlarla ilgilenen insan yetisinin irtak insani akıl, ortak insani tecrübe olmasına karşılık ikinci tür bilimler bir din kurucusunun getirdiği habere, yani şeriate ve bu haber etrafında tesis ettiği bir cemaate mahsus olduğundan onlarla ilgilenen insani yeti son tahlilde insanın inanma diyebileceğimiz, yani akılla ilgidi olmayan bir yetisidir. Böylece matematiğin, mantığın veya fiziğin bütün insanların üzerinde konuştuğu, anlaştığı, birbirlerine aktardığı doğal bilimler, bilgiler olmasına karşılık her dini cemaatin kendine mahsus ve başka cemaatler tarafından kabul edilmeyen ömzel bir fıkıhı, özel bir kelamı, özel bir tasavvufu vardır.

Şimdi birazcık temyiz ve eleştiri yetisi olan bir adamın bu kuram veya öğretiden son derecede kolaylıkla şu tür sonuçlara geçeceği açık değil mi? Demek ki bilim olan, bilimsel değere sahip olan, bize dünya hakkında gerçek bilgi veren şeyin akli-felsefi bilimler olmasına karşılık, ikinciler gerçekte bilim değildir, son tahlilde inanca, peygamber denilen bir insanın getirdiği bir habere, bu haberlere inanmaya dayanan şeylerdir. Böylece fizik bilimdir, ama hadis, tefsir, kelam, fıkıh bilim değildir”.

Marx gibi Weber gibi kurucu

ibn-haldun-u-asil-siz-yasaklamalisiniz-290782-1.
Ahmet Hoca’ya İbn Haldun’un filozof olup olmadığı sorulduğunda yanıtı şu: “Filozof ama Ortaçağ’dan adlarını bildiğimiz geleneksel Müslüman filozofları tarzında bir filozof da değil. İbn Haldun daha çok günümüzde kabul ettiğimiz anlamda bir bilim adamı-filozof. Marx gibi, Weber gibi bir kurucu bilim adamı-filozof. Ama bunların her ikisinden de daha geniş bir bakış açısı, ufku oplan bir adam. Aynı zamanda hem tarihçi, hem tarih felsefecisi, hem toplum bilimci, hem ekonomist, hem kültür incelemecisi olan bir insan.”

Recep Bey “sosyal bilimlere katkısı gölgelenmiştir” dediği İbn Haldun’u gerçekte kimin gölgelediğini de keşke söyleseydi. Ama bakın İbn Haldun’u zihin dünyalarında mahkum edenlerin ziyadesiyle bulunduğu Osmanlı’da onunla ilgilenen, ülke kültürüne, bilimine kazandıranlar da var. Ahmet Hoca’yı dinleyelim:

“Mukaddime’yi Arapça’dan başka bir dile ilk olarak çevirme şerefi aslında bize, yani Osmanlı Türklerine ait. Onun ilk beş bölümünü 18. Yüzyıl’ın ilk yarısında Pirizade Mehmet Efendi, son bölümünü ise 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında Cevdet Paşa aracılığıyla Osmanlıcaya çevirip yayınlıyoruz ve bunları Cumhuriyet döneminde Mukaddime’nin çok sayıda yeni çevirisi izliyor. Bugün artık ne Doğu’da ne Batı’da İbn Haldun’un birçok iyi şeyin, bunlar arasında eleştirel tarih yazarlığının, en geniş veya kapsamlı anlamda toplum biliminin kurucusu, yaratıcısı olduğuna kimsenin ciddi bir karşı çıkışı söz konusu değil.”

Eğer Recep Bey İbn Haldun’u yasaklayanın Abdülhamit olduğunu bilseydi yasaklama nedenlerinden birinin Ahmet Hoca’nın özetlediği şu görüşleriyle ilgili olduğunu da herhalde bilirdi: “…İbn Haldun toplumun ve devletin kurulması için dini bir ilkeye, bir peygamberliğe ihtiyaç olmadığını bilecek kadar da moderndir. Çünkü peygamberi olmayan, ama devlete ve uygarlığa erişmiş birçok toplumun var olduğunu bilir.”

Bugün siyasetle uğraşanların çoğunun İbn Haldun’u seveceklerini benimseyeceklerini de sanmam. Çünkü büyük filozof “İbn Haldun para kazanma yolları içinde en gayri tabii olanı siyaset yoluyla para kazanmaktır” derdi.
İbn Haldun bugün de Recep Bey ile zihniyet dünyası için tehlikeli ya da sakıncalı olmayı sürdürüyor.