Bizi ilgilendiren taraftan bakıldığında ikisi arasında bir fark görünmüyor. Biri TRT’de, diğeri özel televizyonlarda yorumculuk yaparken cumhurbaşkanı başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Politikalar Kurulu ve birçok kamu kurumunun yönetim kurulu üyesi olmuş. Cumhurbaşkanının faiz sebep, enflasyon sonuç tezi ekonomist Yiğit Bulut’a aitse faizle ilgili ayetin nas olduğu fikri İslam felsefecisi İbrahim Kalın’a aittir. Kısacası, varsa bile farkları aynı kişiye hizmet etmek bu iki kişiyi birbirinden ayırt etmemizi imkansızlaştırıyor.

Aralarında nitel bir fark olmamasına rağmen İbrahim Kalın Yiğit Bulut’tan farklı bir karaktermiş gibi bir algı var kamuoyunda. Bu algı Erkan Oğur’un onunla müzik yapmayı sorun olarak görmemesine neden oldu. Sedat Peker ondan söz ederken “Devlet adamı” dedi. Entelektüel diyenler de var. Bir yönünü, bir meziyetini beğendiğimiz insanlar, biz sıradan insanlarda farklı bir imaj yaratabilir. Bu normal. Fakat Ahmet Aslan gibi insan sarrafı birinin imaj hatasına düşüp onda bir filozof görmesi pek normal sayılmaz.

Ahmet Aslan, Konuşmacı olduğu bir YouTube kaydında bir soruyu yanıtlarken şöyle diyor “Hiçbir İslam filozofunun, hele bir de İbn-i Sina gibi Plotinus’u, Aristotales’i bilen bir adamın İslam’ı ciddiye almasına imkan ve ihtimal yok. (…) Yok böyle bir şey, mümkün değil! Kimse de onu (İslam’ı) o şekilde ciddiye almıyor. Ben cumhurbaşkanının danışmanının da ciddiye aldığını zannetmiyorum. Şeyden bahsediyorum… Neydi adı, felsefeci olan? (İzleyici: İbrahim Kalın) Ha! Onun bile ciddiye aldığını zannetmiyorum. Benim şahsi görüşüm, adama da söyleyebilirsiniz!”[i]

Ahmet Aslan tümellerle ilgilenen biri (Bu yönünü seviyor ve onu izliyorum. Çok da şey öğreniyorum, insana bakış açısı sunuyor.) Aslında bu tikel örneği de tümelden gelirken veriyor. Buna rağmen sıradan İbrahim Kalın algısının ona da sirayet ettiğini düşünmeden edemedim. Muhtemelen İbrahim Kalın’ı örnek verirken onun “felsefeci” olduğunu düşündü. Felsefe okuduğu doğrudur, Yiğit Bulut da ekonomi okumuş! Bana göre Kalın’ın felsefeciliği Yiğit Bulut’un ekonomistliği kadardır.

İbrahim Kalın Tanrıya inanmıyor olabilir. Fakat düşünme kapasitesinin İslam’ın sınırlarını aşabildiğinin belirtisi yok. Sonunda hareket noktası bir inanç sistemi ve varacağı varmak isteyeceği yer de orası. İnanmıyor olsa bile fikrini inanç üzerine bina ediyor, inancını ciddiye aldığını gösteriyor. O bakımdan politikada kullandığı imajına veya akademik unvanlarına bakarak onu felsefi sıfatlarla anamayız.

İnançlı veya hangi gerekçeyle olursa olsun bir inancı ciddiye alan birinin, felsefeye olan ilgisinin bilgi sevgisinden kaynaklandığını düşünemeyiz. Eğer inanılan (veya kullanılan) İbrahimi dinlerden biriyse bu gerçekten mümkün değil. Çünkü inanç yanlışlayan bilgileri kendi bilgisi için tehlikeli bulur ve ortadan kaldırmaya çalışır. Zaten bilgi sevgisi yani felsefe de mutlak bilgiyi sevmez. Her inanç gibi İslamın da felsefesi yapılabilir, fakat onunla felsefe yapılamaz. Diyeceksiniz ki dindar birçok filozof var. Yok öyle bir şey! Vereceğiniz isim ya filozof değildir ya dindar değildir.

Felsefenin en basit tanımı düşünme etkinliği olduğudur. O da bilgiyle yapılır. Bilgiye erişim için özgürlük gerekir. İman ve itaat ise özgürlüğü ortadan kaldırarak bilgiye erişimi engeller. İman etmiş biri olarak İbrahim Kalın, neden, niçin diye sorduğunuzda karşınıza çıkan, felsefenin varlık nedenini ortadan kaldırmaya çalışan siyasi otoritenin temsilcilerinden biridir. Gazeteci Sedef Kabaş, bu filozofun(!) "Cumhurbaşkanımızın şahsına ve Cumhurbaşkanlığı makamına yönelik hakaret dolu sözler, söyleyenin zavallı ve müptezel halini ortaya koymuştur. Bu aziz millet, hadsizlere inat Cumhurbaşkanımıza da onun makamına da sahip çıkmaya devam edecek." açıklaması nedeniyle tutuklandı. Bu açıklamada düşünceyi ve düşüneni tehdit eden onlarca söz bulabilirsiniz fakat felsefi bir tek kavram göremezsiniz.

Ahmet Aslan “Hiçbir İslam filozofunun (...) onun (İbrahim Kalın’ın) bile (İslamı) ciddiye aldığını zannetmiyorum!” derken İbrahim Kalın’ın inancına uygun davranmadığını kastetmiş de olabilir. Ne de olsa her inanç gibi İslam da kötülükten uzak durulmasını öğütler, bu dünyanın malını mülkünü öte dünyada hesabı sorulacak suçların kaynağı olarak görür. İbrahim Kalın’ın sahip olduğu statü, onlarla sağladığı güç ve ekonomi imanı hakkında kuşkuya neden olacak kadar fazla: Cumhurbaşkanı başdanışmanı, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Başkan Vekilli, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü, büyükelçi, TÜRKSAT yönetim kurulu üyesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevellî Heyeti üyesi, İbn Haldun Üniversitesi öğretim üyesi vs. (Bir ara TEDAŞ yönetim kurulu üyeliğinde de bulunmuş). En azından biri için ‘Ben olmasam ne olur?’ dememiş, sanki yönetim kurulu üyesi olmasa TÜRKSAT uyduları yörüngesinden çıkarmış gibi unvanlardan piramit yapmış!

Peki mütevazı, entelektüel, filozof, felsefeci algısı nereden kaynaklanıyor? Yiğit Bulut’a tahammül edemeyen insanlar İbrahim Kalın’ı neden dinliyor. Bu bizim eleştirel okuma becerisine sahip olmamamızdan, eylemi söylemden ayırmamızdan kaynaklanıyor. Agora (meydan), ağzı biraz laf yapanın ele geçireceği kadar boş. Antik Atina, Perslere karşı zafer kazanıp yeniden imar edildiği dönemde de böyle bir boşluk oluşmuş. Retorik (Belagat), ortaya çıkan zenginlikten pay almak, siyasi güç ve statü elde etmek, jürilerde yer almak, saygınlık kazanmak, hukuk karşısında kendini savunmak gibi kamusal alanın gerekli becerisi sayılmış. Bu ihtiyaç, retorik öğretmenlerinin ortaya çıkmasına vesile olmuş. Sofist denen bu kişiler agoradan agoraya, şehirden şehire dolaşarak insanlara etkileyici konuşmanın yollarını öğretmişler. Sofistlere göre etkili konuşma, doğru bilgiyi kullanma, gerçeğe sadık kalma anlamına gelmiyordu. Söz, ne pahasına olursa olsun karşıdakini ikna etmeli; gerekiyorsa yalan söylenebilir, gerçek çarpıtılabilirdi. Sofistler pragmatisti, onlara göre amaca giden her yol mubahtı. Sofistleri özetleyen “Fikrin gücü ikna kabiliyetindedir” sözü İbrahim Kalın’a aittir. Ona Yeni Sofist diyebilirsiniz...

Sofistlerin gerçeği ve bilgiyi çarpıtması, çarpıtılmış bilgiyi halka para karşılığında satması Sokrates’i ortaya çıkarmış. Sokrates, devletle (otoriteyle) ilişkiye girmeme pahasına ölümü göze almış bir entelektüeldi. Onun bilgiyi, gerçeği, iyiyi, erdemi arama yöntemine felsefe diyoruz. Bir Sofiste felsefeci, entelektüel veya filozof demek Sofistlerle mücadele etmiş, insanın ahlaki bir varlık olduğunu yaşamıyla kanıtlamış Sokrates’e ve Sokratiklere yapılmış büyük saygısızlık olur.