YÖK, akademisyenlerle ilgili ihraç listelerinin üniversiteler tarafından hazırlandığını söyledi. YÖK’ün bu açıklamasına itiraz eden rektör olmadı. YÖK’ten böyle bir açıklama yapılmamış olsaydı, hukuki bulmasak da tüm ihraçların resmi istihbari bilgiye dayandığını, kim bilir belki de İbrahim Kabaoğlu’nun o mülayim duruşunun rol olduğunu düşünecektik!

Rektörlerin Barış Bildirisi gibi açık bilgiyi resmiyete çevirdikleri de iddia edilemez. Akademisyenlerin ihraç gerekçesi Barış Bildirisini imzalamış olmaları değil; öyle olsaydı imzacıların listesinin üniversitelerden istenmesine gerek duyulmaz, hükümet, elindeki listeyi Eylül’de çıkan 672 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekler sorununu bir çırpıda hallederdi. Kaldı ki imzacı akademisyen sayısı 1128, ihraç edilen 4 bin 811. Buradan çıkaracağımız sonuç, ihraç kararlarının istihbarata değil, ihbara dayandığıdır. Üçte biri Eğitim Sen üyesi 33 bin 65 öğretmenin de ihbar mekanizmasıyla ihraç edildiğini düşünmememiz için bir neden yok. OHAL kapsamında kovuşturmaya uğramış 115 bin kişi için de aynı mekanizma işlemiş olmalı.

Peki bu mekanizma nasıl işliyor?
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) Almanya’daki faaliyeti bu sorunun yanıtı için bazı ipuçları verebilir.

Diyanet İşleri Başkanlığı, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından 38 ülkedeki din görevlilerinden Gülen Cemaati’yle ilişkili olarak bilgi toplamalarını istiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), din görevlilerinden gelen 50 kadar raporu, belge olarak TBMM Darbe Komisyonuna gönderiyor.

DİB’in yurtdışındaki cami görevlileri, din koordinatörü ve din hizmetleri müşavirlerinden gelen raporlar en az istihbarat raporları kadar detaylı: Raporlarda çoğunlukla DİB görevlisi kişilerin adları, adresleri, fotoğrafları ve faaliyetleri belirtildikten sonra, düzenleyenin o kişi hakkındaki yorumu yer alıyor. Örneğin B.D. ve C.D.adlı kişilerle ilgili not şöyle: “Bu kişiler daha önce bu bölgede ikamet etmekteyken bu örgüt (PDY) tarafından Köln bölgesindeki eğitim kurumlarında eğitici olarak istihdam edilmişlerdir. Halen faal olarak görev yaptıkları söyleniyor.”

TBMM Darbe Komisyonuna sunulan DİTİB raporları, 8 Aralık 2016 günü “Diyanet MİT gibi” manşetiyle Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. Raporlar Alman medyasının ilgisinden kurtulamadı; “Köln Din Hizmetleri Ateşeliği 2. Bölge Camileri Avrasya Şûrası Raporları” Alman gazetelerine yansıyınca ortalık karıştı. DİTİB genel sekreteri haberin asılsız olduğunu açıkladı, fakat birkaç gün sonra “büyük üzüntü duyduklarını” belirterek imamların bilgi topladığını kabullendi.

Almanya, egemenlik sınırları içinde yaşayan kişi ve kurumlarla ilgili özel bilgi toplanmasını casusluk faaliyeti olarak değerlendiriyor. Federal Başsavcılık, 18 Ocak 2017 tarihinde DİTİB hakkında casusluk suçlamaları nedeniyle soruşturma başlattı. Almanya’dan gelen haberlere bakılırsa soruşturma derinleşerek devam ediyor. Önceki gün dört DİTİB görevlisinin evinde arama yapıldı. Başbakanı referandum kampanyası için Almanya’ya gidecek olan Türkiye hükümeti yokmuş gibi davransa da Almanya DİTİB faaliyetini ciddiye alıyor ve olayın üstüne gidiyor. Türkiye vatandaşının yoğun yaşadığı Fransa, Avusturya, Hollanda gibi ülkeler Almanya’nın izinden gidebilir.

DİTİB (Diyanet İşleri Türk İslam Birliği), Almanya’da kurulmuş, Alman yasalarına tabi dernekler federasyonu anlamında bir “sivil toplum” örgütü! Başkanı, çalışanları ve faaliyet alanı olan dinle ilgili görevlileri Diyanet tarafından belirleniyor. Diyanetin Almanya şubesi denebilir. Sivil de olsa resmi de olsa DİTİB dini bir kurum; DİB de öyle. Devlet, dinle arasına ne kadar mesafe koymak durumundaysa din, din adamı ve dini oluşumlar da devlete arasına o denli mesafe koymalı. Ne yazık ki DİB bu mesafeyi koruyamamış veya korumamış.

DİB’in Almanya’daki faaliyetine bakarak baştaki sorunuzun yanıtını bulabiliriz: Kişilerle ilgili OHAL kararları büyük ölçüde ihbara dayanmaktadır.

Diyaneti istihbari amaçla kullanma ihtiyacı duyan devletin, diğer kurumlardan da aynı hizmeti beklemesi kaçınılmazdır. Nitekim girişte belirttiğim nedenler, Eğitim Bakanlığından, üniversitelerden veya diğer kurumlardan OHAL kapsamında ihraç edilen, kovuşturmaya uğrayan kişilerin jurnallendiği izlenimini kuvvetlendirmektedir.

İnsanlar hakkında iş arkadaşlarından alette bilgi istemek, hukuki olmanın ötesinde hem isteyenin hem bilgiyi verenin ahlaki düşkünlük içinde olduğunu gösterir.