Sabahın karanlığında çıkıyoruz Diyarbakır’dan.

Şırnak’ı, Uludere’yi geçip Gülyazı’ya vardığımızda araçlardan inip yürüyoruz çamurlu yollardan, tarlalardan.

Cenazeler geçiyor yanımızdan.

Bir değil, beş değil, on değil…

Tam otuz beş insan cenazesi.

Yıllardır yaptıkları gibi…

Sınırın öte yakasından mazot, şeker, sigara yükleyip katırlara…

Sınırın bu yakasında elli, altmış lira kazanabilmek için.

Evini geçindirebilmek…

Okul harçlığını çıkarabilmek, bilgisayarının taksidini ödeyebilmek için…

Çocuk yaşta, genç yaşta parçalanmış insan bedenleri.

***

Ahmet Arif şiirlerinden, Yılmaz Erdoğan filmlerinden çıkıp gelmiş gibi…

Haki renk ceketli, şalvarlı, puşili erkekler…

Mantosuz, çizmesiz; hırkalı, terlikli kadınlar…

Ve çocuklar, çocuklar, çocuklar.

Çığlık çığlığa ağlaşıyorlar.

Acı, öfke, gözyaşı.

***

Ufukta, Irak sınırında görünen “olay yeri”ne yöneliyoruz, “heyeti”imizle.

Ancak arazi araçlarıyla gidilebilen yolda güç bela birkaç kilometre ilerledikten sonra…

Karlı, çamurlu patikadan tırmanıyoruz nefes nefese.

Helikopterler uçmaya başlıyor havada. Ufuk çizgisine inip kalkıyorlar.

Bir buçuk kilometrelik yolu bir saatte tırmanıp…

Karla kaplı bembeyaz dağın tepesindeki simsiyah bölgeye iki yüz metre kadar kaldığında…

Kar başlıklı, kar giysili askerler çıkıyor karşımıza.

Ellerinde uzun namlulu silahlar.

***

Bir gün önce köylülerin ölüleri, yaralıları toplayıp getirdikleri…

Daha bu sabah ilk heyetin inceleme yaptığı olay yeri…

Bizim heyet yaklaşınca “askeri yasak bölge” ilan edilmiş, birdenbire…

Geçemezmişiz.

“Direnirlerse kollarından tutup aşağı indirin” diyor telsizdeki komutan…

İnsanın yalnız başına bile düşmeden inmesinin mucize olduğu bu dağ başında birisini kollarından tutup bir buçuk kilometre boyunca sürüklemek mümkünmüş gibi.

Emir komik ama gülünecek zaman değil.

(Galatasaray’dan Taksim’e olsa…

“Demokratik hakkımı kullanıyorum…

Beni nasıl engellersin, dağbaşı mı burası?” dersin de, burası gerçekten dağbaşı.)

Israr etmenin anlamı yok, nasılsa dinlemeyecekler.

Geri dönüp ağır ağır iniyoruz.

***

Akşam olmuş çoktan.

Evlere taziyeye gidiyoruz.

Bir yandan ağıtlar yakıyor…

Bir yandan, o acılı hallerinde bile, ikramda bulunuyorlar bize.

“Geri dönüşte yolumuzu kestiler.” diyor, bombardımandan sağ kurtulan.

Her zaman kesip sonra bırakıyorlardı. Bu sefer bırakmadılar.

Jetler bombaladı.

Aramızda çocuklar, öğrenciler vardı.

Bombalama başlayınca askerler araçlara binip kaçtı.

Kendimi karın içine gömüp kurtuldum.”

On altı yaşındaki kardeşini kaybeden…

“Bombalamadan üç saat sonra, buradan insanlar gittiğinde, kardeşim yaşıyordu.”diyor.

“Sadece ayağı kırıktı. Yolda can verdi.

Gece sağlıkçılar gelmiş, asker girmelerine izin vermemiş.

Kardeşimin donarak öldüğüne inanıyorum.”

***

Dışarda hava soğumuş artık.

Yerler buz tutmaya başlamış.

Gökyüzü yıldızlarla kaplı.

Hepsinden ve her şeyden geriye kalan…

Patika boyunca gördüğüm kan izleri.

Bembeyaz karın üzerinde kıpkırmızı kan izleri.