Ankara Film Festivali’nde sinemamızdan nitelikli bir seçki izledik. Toplum-birey ilişkisine odaklanan yapıtların ağırlıkta olduğu Ulusal Uzun Film Yarışması’nda jürimizin tercihi ‘Anadolu Leoparı’ oldu.

Karanlığın içinde yeşeren umutlar

Sonbaharda art arda gelen film festivallerinin sonuncusu, Ankara Film Festivali cuma akşamı Cer Modern’de düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. Ulusal Uzun Film Yarışması jürisinde, yönetmen Seren Yüce, oyuncu Selen Uçer, sanat yönetmeni Meral Efe Yurtseven ve akademisyen-medya sanatçısı Andreas Treske ile birlikte görev aldığım festivalde yarışan 10 yerli yapıttan söz edeceğim bugün, izlediğim uluslararası filmleri ihmal etme pahasına…

Sinemamız üstüne düşünmek, tartışmak için daha iyi bir gün olamaz herhalde; “Ayastefanos Anıtının Yıkılışı”nın filme alındığı 14 Kasım günü yıllardır Türk Sineması Günü -ya da bayramı- olarak kutlanıyor biliyorsunuz. Ondan daha eski bir tarihte Osmanlı toprağı Balkanlar’da Manaki Kardeşler’in çektiği kısa filmler, gerçekte sinemamızın ilk filmleri olsa da… Neyse, bu başka bir tartışma konusu… En iyisi, başkente dönelim ve burada izlediğim filmlere ilişkin düşüncelerimi paylaşayım.

Yarışmadaki filmler ve yönetmenler üstüne birkaç genellemeyle başlayayım. Hemen hepsi de genç ya da genç sayılabilecek yaşlarda olan yönetmenlerin çok büyük bir kısmının yüksekokul mezunu olması ortak noktalardan biri. Kimi hukukçu, kimi fizik mühendisi, kimi iktisatçı, kimi iletişim mezunu. Ama hepsi de yüksek lisanslarını -ya da ikinci eğitimlerini- sinema alanında yapmışlar. Her festivalde böyle olmaz, burada yarışan filmlerin büyük kısmı toplumsal sorunlara duyarlı, bu sorunlar üstüne düşünen filmler. Kimi bu sorunları aile bağlamında ele alırken, kimi daha geniş bir çerçevede tartışıyor (Okul Tıraşı, Lacivert Gece, Sabırsızlık Zamanı, Anadolu Leoparı, Sen Ben Lenin, Gölgeler İçinde).

KAZALAR… METAFORLAR

Filmlerin bir kısmı gerçekçi bir anlatımı yeğlerken, bir bölümünde metaforik bir anlatım (Gölgeler İçinde, Anadolu Leoparı, Sen Ben Lenin) öne çıkıyor. Gerçekçi filmlerden üçünde (Lacivert Gece, Okul Tıraşı, İki Şafak Arasında) olay örgüsünün bir ‘kaza’ etrafında biçimlenmesi ilginç bir rastlantı. Aile teması da farklı yönetmenlerce ele alınmış. “Çatlak” ve “İki Şafak Arasında” ekonomik sorunların aile kurumuna etkileri üzerine yoğunlaşırken, “Koridor” ve “Sardunya” ise aile bireyleri arasındaki ilişkileri sorgulayan yapımlar.

Ankara Film Festivali’nin zamanlamasının ilkbahardan sonbahara alınması festival için hayırlı olmuş. Nicedir bu kadar kalabalık salonlar olmuyordu Ankara’da. Üstelik yıl içinde İstanbul, Adana, Antalya, Boğaziçi gibi festivallerimizin ardından gelmesi, bütün bu festivallerden bir derleme yapma olanağı vermiş. Dolayısıyla, jüriyi epeyce zorlayan bir seçki vardı karşımızda. Belki bir başyapıt yoktu, olsaydı işimiz kolay olurdu, ama düzeyi oldukça yüksek bir festivaldi. Ödüllere geçmeden önce, şunu belirtmeliyim: jürinin kendi arasında yaptığı tartışma ve görüş ayrılıkları özeldir, paylaşılmaz. Verilen ödüller, bir uzlaşma sonucu ortaya çıkar. Kimi zaman oy birliği kolayca sağlanır, kimi zaman bir üyenin diğerlerini ikna etmesi sonucu belirlenir ödüller.

Festivallerde ödül kazanamayanların üzülmesi doğaldır, ama ne yapalım ki jürilerin görevi bir tercih yapmaktır. Hele, Ankara gibi ‘paylaştırma’ istemeyen festivallerde jürinin işi daha da zordur. Verilen ödüller ‘sübjektif’ ölçütlerin toplamını yansıtır sonuç olarak. Bu yüzden de bir festivalde büyük ödül alan bir filmin diğer bir festivalden ödülsüz ayrılması -ya da tam tersi- doğal kabul edilmeli.

LEOPAR’IN HÜZNÜ

Ankara Film Festivali’nde aslan payı “Anadolu Leoparı”nın oldu. Jürimiz, yaptığı değerlendirme sonucu, “Filmin tarifi güç bir olguyu, zamanın dışına itilmişliği, yalnızlaşmayı, yıkıcı dönüşümün benliği anlamsızlaştırmasını incelikle anlatabilme ve doğanın yitimini kurduğu güçlü metaforla nazikçe birleştirebilme becerisinden dolayı” En İyi Film Ödülünü, Olena Yershova Yıldız’ın yapımcılığını üstlendiği, Emre Kayiş’in “Anadolu Leoparı” filmine vermeyi kararlaştırdı. Ayrıca, Uğur Polat, En İyi Erkek Oyuncu, İpek Türktan Kaynak En İyi Kadın Oyuncu, Nick Cooke En İyi Görüntü Yönetmeni ödüllerinin sahibi oldular. En İyi Film ödülünün bir Ankara filmine gitmesi güzel bir rastlantıydı.

Yarışmada sevdiğimiz başka filmler de vardı elbet. Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı” ve Fikret Reyhan’ın “Çatlak” filmleri üzerinde görüş birliği sağladığımız yapımlar arasındaydı. Van’ın Bahçesaray ilçesinde bir Yatılı Bölge İlköğretim Okulunda çocuklara uygulanan duygusal şiddeti, tek tipleştirme politikasına hizmet eden bir eğitim sistemini eleştirirken, kahramanlarını iyiler ve kötüler olarak ikiye ayırmak yerine, öğretmenlerin çaresizliğini yansıtıyor. Karamsar bir bakış açısıyla… İyi yapılmış, iyi oynanmış bir yapım kuşkusuz “Okul Traşı”. Nitekim Antalya’da En İyi Film, Senaryo, Kurgu ödüllerinin yanı sıra SİYAD ve FİLM YÖN ödüllerini de kazanmıştı. Ankara’dan ise En İyi Kurgu (Sercan Sezgin, Ferit Karahan, Hayedeh Safiyari) ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Ekin Koç) ödülleri ile ayrıldı.

Fikret Reyhan’ın İstanbul’da En İyi Yönetmen ve FIPRESCI, Antalya’da Jüri Özel Ödülü kazanan filmi “Çatlak” En İyi Yönetmen ödülünün sahibi oldu. Aldıkları bir borç nedeniyle ekonomik darboğaza giren bir ailenin fertleri arasındaki gerilimli ilişkiyi sağlam bir senaryo çerçevesinde anlatan filmin finalinin bir vurguya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Festival yönetimi yeni bir ödül icat etmemize izin verse, tüm oyuncu kadrosu bir ‘ensemble’ ödülüne aday olabilirdi. “Okul Tıraşı”nda da aynı ekip ruhu gözlemleniyordu.

SARDUNYA’NIN VİCDANI

Festivalin önemli ödüllerinden biri olan En İyi İlk Film ödülü, Çağıl Bocut’un “Sardunya” filminin oldu. Jürimizin kararın gerekçesini “bireyin varoluşuna kadın perspektifinden yeni bir bakış açısı kazandırması ve yaşam gerçeklerini samimi bir yorumla sunması” olarak açıkladı. Baba-kız ilişkisine odaklanarak, vicdan, adalet, özgürlük kavramlarını sorgulayan filmde başrolü üstlenen İlayda Elif Elhih (İstanbul’da En İyi Kadın Oyuncu seçilmişti) ve Ali Seçkiner Alıcı’nın performansları da çok başarılıydı. Ankara’dan ödülsüz dönen (oysa iki festivalde Kadın oyuncularına ödül kazandıran) “Koridor”daki performansları ile Emel Göksu ve Ayşe Demirel’i de anmak isterim. Yardımcı roldeki kadın oyuncular arasında “Lacivert Gece”deki rolüyle Güliz Gençoğlu ve “İki Şafak Arasında” filmindeki rolüyle -Adana’da ödülü kazanan- Nezaket Erden öne çıkıyordu. Ödül, Gençoğlu’nun oldu.

Her zaman söylerim, bir oyuncu cennetidir Türkiye. Filmlerin hemen hepsinde bunun kanıtlarını bulmak mümkün. Keyifli bir ‘ensemble’ oluşturan “Sen Ben Lenin”in kadrosu buna güzel bir örnek. İstanbul’da Jüri Özel Ödülü, Adana’da İzleyici ödülü alan, Antalya jürisinden sıfır çeken (!) film, bizim jürimizden En İyi Senaryo ödülünü aldı. Yönetmen Tufan Taştan’ın Barış Bıçakçı ile birlikte yazdığı senaryo, mizah duygusu ve tutarlı söylemiyle filmin izleyiciyle sıcak bir bağ kurmasında etkili oluyor. Festivalin En İyi Müzik ve En İyi Sanat Yönetmeni ödülleri, Erdem Tepegöz’ün “Gölgeler İçinde” filminde toplandı. Müzikte Greg Dombrowski, sanat yönetiminde Armen Ghazaryan filmin distopik atmosferine ciddi katkı sağlayan işler yapmıştı.

En İyi Belgesel seçilen Aslı Akdağ’ın “Bekleyiş”ini ve En İyi Kısa Film Can Merdan Doğan’ın “Stiletto“sunu izleme şansım olmadı. Bu dallardaki ürünleri değerlendiren jürilerde görev alan arkadaşlar, filmlerin genel düzeyinden memnun olduklarını belirtiyorlar. Belki, onların da “Ah keşke…” dediği sonuçlar olmuştur. Elbette, sonuçları beğenmeyenler de olacaktır, doğaldır. Ne var ki, sinemamızın her yıl yeni yetenekler kazanmasına, genç yönetmenlerin seyirciyle buluşmasına imkân sağlayan festivallere destek olmak hepimizin boynunun borcu.