Gazeteciler benzetmek doğruysa eğer ateş böceklerine benzerler; karanlıkta bir köşeyi aydınlatır, orada iyi kötü ne varsa gün ışığına çıksın diye güçlerini, kendi varlıklarına bağlı ışıklarını tüketene kadar çabalarlar. Mütevazı olduklarını da söylemek gerek; kendilerini ünlü yıldızlara benzetenlerden, egoları ile şiştikçe şişenlerden, ihbarcılardan, yalancı tanıklardan söz etmiyorum, onlar başka bir familyadır.

***

Bilim dünyasının yıldızları ise ışıklarını yalnızca yaşadıkları zamanların iyi kötü işlerine değil, bütün zamanların gelişen hareketini aydınlatmaya ayırırlar. Gazeteciler ise günün gerçeğini arar onu bilmeye en fazla hakkı olan halka ulaştırmaya çabalarken hakikatin peşindeki bilim dünyasına dayanırlar. Bu nedenle onlara “vay siz taraf tutuyorsunuz” yaygarası ile çemkirenlere aldırmazlar, “evet biz hakikatin tarafındayız, gerçeği arıyoruz” diye yanıt verirler. İşte görüyorsunuz, Barışları, siyasi tutukluları, avukatları, Müyesser Yıldız’ı, İsmail Dükel’i...

***

Edebiyat aleminde kalem oynatanlar da yine benzetmenin kusurlarını bir yana, bilim dünyası ile güncel gerçeklerin peşine düşen gazeteciler arasında bir yerde dururlar. Gazetecilerden edebiyatçı çıkar, ama bilim dünyasından pek çıkmaz, çünkü onlar için edebiyat da gazetecilik de bir anlamda yaptıkları işlerden geriye düşmek gibi olacaktır. Onların işine belki yüksek edebiyat denilebilir. Tuhaf bir kategorileştirme yaptığımın farkındayım; o nedenle de “teşbihte hata olmaz” lafına sığındım, söylemek istediğim gazetecilerin ateş böceklerine benzediklerini kendi ışıkları ile gerçeğin peşine düştüklerini anlatmaktı.

***

“Peki edebiyatı neden bu ise karıştırdın” derseniz, gazeteciler arasından iyi edebiyatçılar şairler yazarlar çıkmıştır, benim de yıllardır gazeteciliğin yanı sıra o yazma işine merakımı anlatmak için diyeceğim. Gazetecilikte kendinden söz etmek ayıp sayılır, ama işte benim gibi arafta kalan, aktif gazetecilikten emekli olup köşe yazılarının cılız ışığıyla gazetecilere destek olmak için çabalayanların da kusuruna bakılmasın artık.

***

Bu yazı okurlardan bir süreliğine izin isteme yazısıdır. Daha doğrusu bir tür iş azaltma diyelim. Çarşamba yazılarıma bir süreliğine izninizle ara vereceğim, BirGün Pazar ekindeki yazılarımı ise aksatmamaya çalışacağım. “Peki neden?” diye sorsanız iyi olur, çünkü ben nedenini anlatmak istiyorum.

***

Okurlarımın bildiği gibi Silivri’de başlayıp Kandıra öncesinde bitirdiğim “Kuşların Kanat Sesleri” adını verdiğim bir romanım var. Yazıklarımı beğenen okurlar, “ee, peki sonra ne oldu?” dediler. Sonrasını yazdım, ama bitiremedim daha; şu pandemi günlerinde, kendimizi kendi rızamızla, utanmayı da unutarak, ev hapsine koyduğumuz günlerde bitirmek için çabalıyorum, biraz daha fazla zaman ayırmak istiyorum, “Karanlıkta Gökkuşağı” adını verdiğim romana. Hepsi bu.

***

“Karanlıkta gökkuşağı mı olurmuş” derseniz, niye olmasın ki diyeceğim. Şu kısa sayılamayacak ömrümde darbeler, ülkenin gökyüzünü kara bulutlarla kapamaya niyetlenmiş, hâlâ inatla politikada var olmaya çabalayan, FETÖ belası gibi karanlığı koyultanları görüyorum; ama Kurtuluş ve Kuruluş’tan sonra, “bu iş yarım kalmasın, yoksa yenilir” diyen işçilerin doldurdukları meydanları, 15-16 Hazıran günlerini, ölümlere boyun eğmeyen 1 Mayısları ve nihayet Gezi günlerini, kısacası karanlıkta parlayan gökkuşaklarını da gördüm; onun için umut karanlıktaki ışığın, çok renkli gökkuşağının adıdır diyorum ben.

***

Hoşçakalın. Pazarları buluşmak üzere, izninizle...