Karanlıktan gelen bir karar

Sekiz gündür kötü hissediyorum. Memleketin şu koşullarında iyi hissediyorum demenin de pek mümkün olduğunu sanmıyorum ancak bence `iyiyim’ diyeceğimiz günler için gerekli bir duygu kötü hissetmek. Tuhaf şeyler yaşıyoruz. O kadar çok kötülükle çevrelenmiş durumdayız, o kadar çok yalana edilen iltifatlara maruz kalıyor ve öyle tüyleri diken diken eden beyanlara tanık oluyoruz ki, iyi hissedeceğimiz günler için daha çok mücadele etmemiz gerektiği açık. Bu arada, `kötülük’ sözcüğünü de ‘laf ola beri gele’ diye kullanmıyorum; tam manasıyla yoğun bir kötülük ile karşı karşıyayız.

Kadına Yönelik Şiddet ve Hane İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi… Her şey uzun adında saklı olan düzenlemeye karşı, özellikle iki sene önce başlatılan yalan üzerine kurulu süreç sonuç verdi.

AKP hükûmeti, ilk imzacısıyım diye 2011 ila 2014’lerde reklamını yaptığı, ilk imzacısı olmaktan dolayı gurur duyduğunu açıkladığı, hatta dönemin başbakanının, `Bu sözleşmenin destekçisiyim, diğer ülkelerin onaylanmasında taşları da döşeyeceğim` diyerek öncüsü olduğu düzenlemeyi uygulamamak için senelerce elinden geleni yaptı. Ve nihayetinde 19 Mart gece saatlerinde Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı çektiği açıklandı.

Devlet kadınları, kız çocuklarını, lgbti+’ları korumasız bıraktı. Erkek şiddetiyle mücadele konusunda temel olan bir insan hakları düzenlemesinden gelenekler kalkan olarak kullanılarak, ülkenin bağı evrensel hukuk değerlerinden koparıldı. Sözleşmenin ne dediği, kimleri kimden koruduğu, ne ile mücadele ettiği, nasıl bir toplumu murat ettiğine kulak bile verilmeden 19 Mart gece saatlerinde bir milat yaşandı.

Şahsen bu kararı bekliyordum. Her ne kadar `İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar gündem değiştirmek için` diyenler olsa da bizler süreci yakından takip eden kadınlar olarak bu günleri yaşamayalım diye kutsanan cehalet ile, kötülükle çok mücadele ettik. Çünkü niyet Mayıs 2016’da yayımlanan 479 sayfa Boşanma Komisyonu Raporu’nda da açık edilmişti ve rapora o günlerde kadınların gösterdiği tepki ile geri adım atıldığı gibi bir izlenim oluşturulmuşsa da inceden inceye plan ilerliyordu, biliyorduk.

2019 Haziran’ında Cumhurbaşkanının `Sözleşme nas değildir` açıklamasından sonra ise freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı gidişi görüp her mecrada sözleşmeyi anlattık. Sözleşmeye başından beri kadınlar sahip çıktı. Şimdi CB kararına tepki gösterenlere de o zamanlar sesimizi zar zor duyurduk.

Karar hukuki değil siyasi bir karar olduğu için hukuk usulüne pek değinmeyeceğim ama herkesin bildiği bir şey var ki o da, Anayasa’ya, meclisin iradesine aykırılık oluşturan bir karar olduğu. Yani halkın iradesine. Halk demişken, Cumhurbaşkanı’nın Temmuz 2020’de `Halk isterse sözleşmeden imzayı çekeriz` cümlesine cevabı bir rapor vermişti. Ağustos 2020 tarihli Konda araştırmasını okudunuz mu? Sözleşmeden ayrılmalıyız diyenlerin oranı yüzde 7.

Peki, kalan yüzde 93’ün iradesi?

SÖZLEŞME YÜRÜRLÜKTE

İmzayı çektim denilince metinden `kurtulduk` diyenlere de bir haberim var. Sözleşme 1 Temmuz’da kadar yürürlükte sonrası için ise sözleşmenin lafzî yorumundan bile yoksun olma ihtimalimiz yüksek. Bizler erkek şiddeti ile mücadelemizde sözleşmeyi uygulama çabamıza devam edeceğiz. İstanbul Sözleşmesi bir gün ışığı düzenlemesi, gecenin karanlığından gelen bir karar öyle dedi diye vazgeçecek değiliz.

Sözleşmeden imza çekilmesine ilişkin kararın açıklanmasını takip eden günlerde on iki saat içinde altı kadın erkek şiddeti sonucu hayatını kaybetti.

Şiddet arttı çünkü hükûmetin ilgili düzenlemeleri uygulama iradesi gittikçe azaldı.

Saatte iki kadının erkeklerce öldürüldüğü bu ülkede bir zaferden bahsedenlere da halâ hayret ediyorum. Çünkü olsa olsa bir Pirus zaferi ile karşı karşıyayız kaybedeni Türkiye olan..

Kötü hissedelim ve dert edelim ki, gelecek günlerde iyi ve güçlü olalım. Çünkü esasen içinde bulunduğumuz durum biraz da toplumun çoğunluğunun kendisini kötü hissetmemesinden.