Saplantı” olarak tanımlayanlar da var ama kimileri “fikirdeki kararlılık” diye de değerlendiriyor. Israrın zamanla hedeflenen kitleler üzerinde etkili olabileceğini belirtip, sürekli vurgu yapma durumunun propagandada çok işe yaradığını düşünenler de var tabii. Senato’da söz aldığında ilgili ilgisiz hangi konuda konuşursa konuşsun sözlerini “Kartaca mutlaka yıkılmalıdır” diye bitiren Romalı Senatör Cato’yu örnek gösterirler buna. Roma’nın kanalizasyon sorunu mu konuşulacak örneğin, Cato söz alır, uzun uzun konuşur, konuşmasını yine aynı cümleyle bitirir: “Kartaca mutlaka yıkılmalıdır”.

Tamam, onun kadar değildir ama Gündüz Vassaf da Catogillerden biri olduğunu şu geçen gün, haksız yere içeride tutulan Cumhuriyet’teki meslektaşlarımıza hitabeden kaleme aldığı yazısında gösterdi bir daha. Ne zaman bir fırsat bulsa, dönüp dolaşıp, sözü ya da yazıyı Stalin’e getirenlerdenmiş meğer, iyice anladık bunu. Malum yazısında da meslektaşlarımızı içeriye tıkan irade ile o iradenin her şeyi olan “reis”i dolaylı olarak Stalin’le kıyaslamış. Cato’da hedefe yönelik bir “ısrar” olan bu tutum Vassaf gibilerde düpedüz bir saplantı tabii.

“Konser bedava yoldaş, bekleriz. Ne kadar iyi olur gelirsen. Tabii mecburi değil. Yine de sen bilirsin. Yüzünü görmek isteriz.’ Stalin opera salonuna girer. Ayakta alkışlanır. Sonu gelmeyen bir alkıştır bu. Herkes birbirinden korkmakta, alkışlamayı ilk bırakan olmama tedirginliğindedir. Stalin elini kaldırır. Bıçakla kesilmiş gibi biter alkış sesi. Anna Akhmatova. Şair. Sahneye çıkar.”

Akhmatova sahneye çıkınca ne olur peki? Şairi sevenler ayağa kalkar. Stalin çok ama çok kızar, “kim örgütledi bu ayağa kalkmaları” diyerek bir tutuklama furyası başlatır. Böyle oldu diyor Vassaf. Kendilerine mektup yazdığı meslektaşlarımızın başına gelen de ancak Stalin rejiminde görülebilecek bu tür bir şeydir işte.

Stalin gibi “diktatörleri”, “tek adamları” eleştiren Vassaf’ın bir zamanlar, çok da eski zamanlar değildir, Recep Tayyip Erdoğan için “Türkiye tarihinin belki de en karizmatik lideri” demiş olması tebessüm ettirmekle kalmıyor, iktidar sahibinin kendisinde güç vehmetmesine, “karizmasından” ötürü her yaptığını kendisine yakıştırmasına yol açan son derece “yalaka” bir tutumun sahibi de yapıyor Vassaf’ı. Mektup yazdığı “içerdekiler” karizmatik bir adamın tasarrufu sonucu orada bulunuyorlar elbette.

Recep Tayyip Erdoğan’a diktatör diyemediğinden, e sıkar tabii, Stalin’e vurmak daha kolay Vassaf için. Tamam, kabul, “Stalin çocukları pişirip yiyordu”, “sarayının bahçesinde insanları ağaçlarda sallandırıyordu meyve niyetine”, hepsi kabul. Dolayısıyla rejimi de “demokrasi” falan değildi. O zaman insan örneklerini “demokrasi” olan ülkelerden de verebilirdi pek ala. Demokrasinin olmadığı bir ülkeden örnekler vermek niye? İyi, kötü, üstelik lideri “karizmatik” de olan bir “demokrasisi” var Türkiye’nin madem.

Örneğin, Vassaf’ın bir hayli zaman dolaştığı İngiltere’den vereceği örnekler yok mudur? Koca bir entelektüele anımsatmak bana düşmemeliydi ama yardımcı olayım. Tony Cliff adını Vassaf da bilir. Dünya Troçkist hareketinin büyüklerindendir. Eşi/yoldaşı dünya tatlısı Bayan Chaney, (böyle seslenirdik,bayansözcüğüne olan antipatinin farkındayım, kadın arkadaşlarımın affına sığınıyorum) bir Stalinist olmama rağmen benim garantörüm olmuştur İngiltere’deki ilk yıllarımda. Londra’da Clissold Park’a bakan evinde Cliff’in sofrasına da oturmuşumdur ki hala mutlulukla anımsarım. Elbette Cliff gibi düşünmüyordum, o da Stalin’i hem de çok fena eleştirirdi, Vassaf’ınkinden daha entelektüel bir cepheden tabii.

Asıl adı Yigael Gluckstein’dı Cliff’in. Filistinli bir Yahudi ailedendi. “Demokrasinin beşiği” İngiltere hükümeti, sosyalist görüşlerinden ötürü, bir ara İrlanda’da yaşamak zorunda kalan Cliff’i yıllarca İngiltere’ye sokmadı, hakkı olduğu halde. Girişini onayladıktan sonra bu kez de yıllarca ülkeden giriş çıkışına ciddi kısıtlamalar koydu. Bayan Chaney’den dinlemiştim bunları.

Bu tek örnek değil tabii. İngiltere’de ister Sovyetik, ister Troçkist ya da Maoist olsun, komünistlerin bankadan kredi almaları kolay değildir, bugün bile. Dünyanın zorluğunu çıkarırlar, vermezler. ABD Komünist Partisi’nin efsanevi lideri Gus Hall’ın da yaşamı boyunca nasıl mali, siyasi baskılarla karşı karşıya kaldığını bilmeyen yoktur. Madenciler grevinde işçilerin üzerine orduyu süreceğini söyleyen Margaret Thatcher’ın “faşizmini” de unutmayalım.

Bu ülkelerde “demokrasi” var, zaten “demokrasi” olduğu için bu tutumlar eleştirilmeli değil mi? Vassaf “içerdekilere yazdığı” mektupta bunlardan da örnek versin istiyor insan. Franco’dan, Strassner’den, Lukaşenko’dan falan...

Tamam Stalin, öcü, berbat anladık, ama ona da herhalde “ne kadar karizmatiksiniz” diyenler olmuştur elbette. Bir iktidar sahibine yok “karizmatik”, yok “vizyonlu lider” falan dedin mi konuşmayacaksın.

Diktatör yalayıcısı olmak var sonunda çünkü.