Yağma Hasan’ın böreği deyimi “Hakkı olan veya olmayan herkesin yararlandığı kaynak” anlamında yüzyıllardır Anadolu topraklarında söylenegelmektedir. Hikâyenin kaynaklarında birisi Fatih Sultan Mehmet zamanına, diğeri ise, 1940’lı yıllardaki ekmeğin karne ile satıldığı İstanbul Karaköy’deki börekçiye dayanmaktadır.

Yıl 2018, önümüzde 2019 Mart belediye seçimi var. İlginçtir, belediye seçimleri zamanından çok önce başladı. Bunun altında yatan en önemli neden; kentleri yağma kültürü gözüyle bakan anlayışların şimdiden ön plana çıkmasıdır. Bu çerçevede ittifak tartışmalarının ortaya çıkması rastlantı değildir. İttifak tartışmaları aynı zamanda Türkiye siyasetinin seviyesinin nerelere düştüğünü göstermektedir. Medyada, her partiden birçok siyasinin “Adana ve Mersin bizim, Ankara ve İstanbul” sizin gibi seçmenin iradesini ve kentlerimizin iradesini hiçe sayan açıklamalarını görmekteyiz. Seçme hakkının demokrasinin temeli olduğunu bilmeyen veya bilmek istemeyen, seçmeni ve kentleri vesayet altına almaya çalışan sorumsuz ve otoriter bir anlayışın ülkemizde giderek yayılması Türkiye’nin geleceğini karanlık sokaklara sürüklemektedir.

Dün Mersin’de yerel seçimlerle ilgili düşüncelerimi bir basın sohbetinde dile getirmiştim. Altını çizerek söylediklerim şunlardır. Türkiye’de siyaset yapmanın demokratik ilkelere dayanması ve

• Seçmenin iradesine ipotek konulmaması,

• Kentin belediye başkan adaylarını parti üyelerinin ve kent halkının seçmesidir.

Bu düşüncelerimi ayrıca Mersin halkına da duyurdum. Dünden beri Mersin’in çeşitli köşelerindeki bilbordlarda “Bırakın kararı Mersin’de yaşayanlar versin” sözleri yer alıyor.

Bu düşüncenin altında yatan temel ilke ise seçmen iradesidir.

İnsanların tercihi siyasilerin arasında bir pazarlık konusu olamaz. Bir kentin geleceğine yönelik siyasi pazarlık yapılamaz. Bu tür pazarlıklar, seçmeni hiçe saymak ve kentin geleceğini bir siyasi görüşün içindeki çıkar gruplarına teslim etmek demektir. Türkiye’de siyaset bu tür kirli pazarlıklarla dolu olduğu için yaklaşık 70 yıllık çok partili parlamenter sistemimiz ne bölgesel eşitsizlikleri giderebilmiş ne de kentlerin yoksullaşmasını önleyebilmiştir.

Bir insan, kararını vermediği bir konunun sorumluluğunu alamaz ve sorumluluğunu alamadığı bir meselenin parçası olmaz.

Bu nedenle diyorum ki; demokrasi ailede başlar, sokakta, mahallede ve siyasi parti örgütlerinde devam eder.
Belediye seçimlerinde siyasi parti adaylarını öncelikle parti üyeleri belirlesin. Böylece parti üyesi adayına sahip çıkar ve seçimlerde kendi iradesi olan aday için canla başla çalışır. Hatta o kentin siyasi parti adaylarını kent halkı kendi tercih ettiği siyasi parti nezninde belirlesin. Böylece kent halkı öncelikle adayını sonra kentine sahip çıkar. Kent halkı, kendi iradesine göre seçtiği belediye başkanıyla kentine ve geleceğine yön verir. Mahallede yaşayan insanın kendi geleceğini belirlemesi ülkenin demokratik düzeyini geliştirecektir. Önümüzdeki 2019 Mart belediye seçimleri tüm siyasi partiler için bir demokrasi sınavıdır.

Kentlerimizi maalesef kendi ellerimizle yağmalıyoruz. Yağmaladıkça karşımıza ucube kent yerleşimleri, beton yığınları ve karmaşık ve sorunlu kent yaşamları çıkmaktadır. Kalkınma ve gelişme vatandaşın ve seçmenin kendi iradesini ülke siyasetine yansıtma derecesine göre belirlenmektedir. Bu iradenin gerçekleşme düzeyi ne kadar yüksek ise o kent o derece gelişmektedir.

Sonuç olarak tüm siyasi partilere diyorum ki; kentlerimizin geleceğini basit ve kısa vadeli siyasi pazarlıklarla mahkûm etmeyelim. 2019 Mart belediye seçimleri, kentlerimiz ve ülkemiz için yağma kültüründe demokrasi kültürüne geçmek için önümüzde büyük bir fırsat olarak durmaktadır. Parti üyesinin iradesi ve seçmen iradesine saygı duymak ve gerçekleşmesini sağlamak kentlerimizin gelişmesi ve ülkemizin kalkınması için siyasetin temel ilkesi olmalıdır. Aksi takdirde aşağıdaki dörtlükte söylenen gibi sürekli yerimizde sayıp dururuz.

Yağma Hasan’ın böreği diye,
Hakkın olmayanı sakın yeme.
Haram mala el sürenler,
Sanma gider ileriye.