Amerikan siyah haklar mücadele tarihinin en önemli figürlerinden biriydi Linda Brown. Geçen pazar günü 76 yaşında yaşama gözlerini yumdu. Büyük bir “Amerikan edepsizliği” olan ırk ayrımcılığıyla karşılaştığında sadece dokuz yaşındaydı. Yaşadığı kentte kaydolmak istediği okula rengi yüzünden alınmayınca babasıyla birlikte açtığı davayı kazanmış, ölümüne kadar sürecek, haklı bir ünün sahibi olmuştu.

1896 yılında yürürlüğe sokulan “Ayrı Ama Eşit” (Separate But Equal) adlı son derece utandırıcı bir politikanın sürdürüldüğü 50’li yıllar Amerikasında Linda Brown bu “eşitlik”ten asla yararlanamamış ama “ayrımcılık”tan payını bir hayli almıştı.

Kaydolmak istediği (beyaz) okul evine çok yakındı, ama onu tam 21 blok ötede siyahların okuduğu okula gitmek zorunda bıraktılar. Bunun üzerine babasıyla birlikte yargıya başvurdu. Ama reddedildi. Ret gerekçesi de utanç vericiydi; siyahlar ile beyazların gittikleri okulların eğitim kalitesi açısından kıyaslanabilir olduğu belirtilerek, Linda ile babasının dava talebi geri çevrilmişti. Bu ırk ayrımcılığının yasal olduğunun da bir kanıtıydı aslında. Uzun mücadeleler sonucu, 1954’de ABD Yüksek Mahkemesi, “Ayrı Ama Eşit” politikasını ABD Anayasasına aykırı olduğu gerekçesiyle yürürlükten kaldırmak zorunda kaldı. Dokuz yaşındaki siyah bir kız çocuğunun, kendisine benzer durumda olan renktaşları için kazandığı müthiş bir zaferdi bu. Bu kazanım başka kazanımları da doğurdu. Siyahlar seçmen kütüklerine adlarını yazdırabildiler örneğin, daha sonra on yıl boyunca sürecek siyah haklar mücadelesi için savaşma cesaretinde de Linda’nın bu hukuki kavgasından esinlenildi.

Ömür boyu en yakın arkadaşı olmuş olan Carolyn Campell, Linda’yı “çok ama çok sessiz fakat kararlı bir insan olarak” tanımlıyor. Kilise korosunda beyazlar dahil tüm çocuklara müzik de öğretmiş, kitap da okumuş. Tüm ömrünü böyle geçirmiş iyi bir kadındı Linda.

Neredeyse 64 yıl önce olmaz denileni başararak yaşadığı kenti de ırkçılık ayıbından kurtaran bir kahraman olarak hep saygı görmüş Linda Brown. Önce tepki çekmiş elbette. Çünkü kent sakinleri için de ırkçılık normal bir davranış biçimiydi. Bunun adil, insani bir tutum olmadığını anlatmak babası ile Linda’ya düşmüş. Uzun süren, ülkenin başka yerlerinde verilen aynı mücadelenin destekçilerinin de yardımıyla gittikçe sempati kazanan mücadeleleri sonucu kendilerini kabul ettirmeyi başarmışlar.

Bir din adamı olan babasının yıllarca sadece siyahların gittiği bir kilisede “durumu” kabul etmiş olması elbette anlaşılabilir. O dönem kabul etmekten başka ne yapabilirdi ki? Ama aynı tanrının kulları olarak buna nasıl isyan etmediği elbette sorulabilir. Yine de Linda’nın babasının harekete geçmesi için küçük kızının ilkokulda rengi yüzünden dışlanmasına tanık olması gerekiyormuş. Demek ki baba için patlama noktası buydu.

Linda Brown’un hukuk zaferinden sonra ABD’de siyahların eşitlik mücadelesinde ciddi bir ilerleme görüldü. 1 Aralık 1955’de Alabama’da Rosa Park’ın bindiği otobüste siyahlara ayrılan yere oturmayı reddederek beyazların oturduğu yere oturması, bu nedenle de tutuklanması büyük gösterilere yol açtı örneğin. Bu olay, Martin Luther King Jr’ın ortaya çıkmasına yol açan önemli bir olaydır. Rosa Park’ın başlattığı isyan 1956’da ABD Yüksek Mahkemesi’nin Alabama’da otobüslerdeki ırk ayrımcılığını kaldırmasıyla sonuçlandı. Daha sonra başka kazanımlar da elde edildi tabii.

Linda Brown, sadece bir simge değildi. Gerçekten siyahların daha sonraki mücadeleleri için bir kıvılcımdı. Kendisinden önce parlayan ama çabuk sönen kıvılcımlar da olmuştu. Ama Brown farklıydı. O nedenle parlayan bir kıvılcım oldu. İstekleri, küçük bir çocuğun istekleriydi sadece. Evinden uzak bir okula giderken güvenle gitmek, korkmamak, sabah soğuğunda üşümemek gibi isteklerdi. Evinden uzak bir okula gitmesi halinde üşüyecek, sapa yollardan gitmesi halinde korkacaktı.

Bu insani talepler yaşadığı kentte de destek toplayabildi. Bu açıdan önemli bir figür olarak siyah insan hakları mücadelesinde önemli bir yeri vardır Linda Brown’un.

Halkı kendisini kuşkusuz unutmayacak.