Gerici Arap rejimleri varlıklarını sürdürmek için İslam’ın tarihsel bölünmüşlüğünü hep canlı tuttular

‘Kutsalların’ çatışması: Mezhepçilik

Örgütlü dinlerin hepsinde var mezhepçilik. Hangi nedenle ortaya çıktıklarının artık bir önemi yok çünkü bugün mezhepçilik dendiğinde ötekine duyulan nefret, ayrımcılık gibi kavramların tanımlandığı bir form geliyor aklımıza.
İnsanlık yüzyıllardır din kaynaklı mezhep çatışmalarının sıkıntılarını yaşıyor. Hıristiyan dünya mezhepçiliğin acılarını yıllarca çekti. Bugün eskiyle kıyaslanamayacak bir sorun olmasına rağmen örneğin İrlanda’da 12. yüzyılda başlayıp süren hala mezhep kaynaklı sorunlar yaşanıyor. Mezhepçiliğin politik sahada da karşımıza çıkması rastlanılan bir olgu. Bunun için ABD’ye bakmak lazım öncelikle. Söz konusu ülkede 1871’de başlayan Protestan – Katolik çatışmasında 63 Katolik’in öldürülmesi ABD’nin siyasal yaşamında çok sonraları da etkili oldu. Katolik – Protestan çatışmaları ABD Başkanlık seçimlerinde bile görüldü. Ülkenin ilk Katolik Başkanı olan J. F. Kennedy’ye mezhebi yüzünden ciddi engeller çıkartılmaya çalışıldı. Kennedy’nin "Ben Katolik bir başkan adayı değilim. Kamu işlerinde kilisem adına konuşmam, kilise de benim adıma konuşmaz” demesinin nedeni bu tepkileri engellemeye yönelik bir çıkıştı örneğin.

ABD laik de olsa dinin çok etkili olduğu bir ülke. Mezhep sorunları hala var. Günümüz İrlandası’nda tarihsel Katolik - Protestan çatışmasının izlerini görmek mümkün. Ama İslam dünyasındaki çatışma bunlarla kıyaslanacak gibi değil. Diline mezhebi dolamayan yok. Recep Tayyip Erdoğan söylemi baştan aşağı mezhepçi olan biri örneğin. Reyhanlı’da bir intihar saldırısında ölenler için “35 Sünni vatandaşımızı kaybettik” demesi unutulur gibi değil. Şimdi de Musul’a ilişkin kelam ederken sözü dönüp dolaştırıp mezhebe getiriyor. Sünnilerin korunmasından, Şii katliamı korkusundan söz ediyor. Zaten barut fıçısı üzerinde oturan bölgede gerilimi arttıracak bir dil tutturmaktaki ısrarını sürdürüyor.

Pakistan’dan Endonezya’ya kadar
İslam dünyası işte bu tür liderler ya da din adamları yüzünden mezhep kavgalarından kurtulamıyor, kurtulacağı da yok. Dünyanın en büyük Müslüman ülkelerinden biri olan Pakistan Şii-Sünni çatışmasının kıyasıya yaşandığı, bu nedenle çok kişinin yaşamını yitirdiği bir ülke. Ülkenin yüzzde 80’ini Sünni, yüzde 10 kadar da Şii nüfus var. Aslında en büyük ikinci Şii nüfus barındıran (Irak’taki Şiilerden de çok), Iraklerin Irak’tan bile fazla olduğu bir ülke Pakistan.

Son 20 yıl içerisinde, adı “Temiz insanlar ülkesi” anlamına gelen Pakistan’da en az 4 bin kişi mezhep çatışmaları sonucu yaşamını yitirdi. Bu çok büyük bir rakam elbette.

Sri Lanka’da yaşayan Müslümanların da çoğu Sünni. Çok az bir Şii nüfus var bu ülkede. Oradada Şii-Sünni çatışması Beruwala ile Kalatura kentlerinde can kaybıyla sonuçlanıyor sık sık.

Saddam’ın devrilmesinden sonra iyice zirveye çıkan mezhep çatışmalarının yaşandığı Irak’tan daha iyi bir örnek olabilir mi? Saddam’dan sonra ülkedeki Şiilere yönelik ciddi saldırılar yaşandı ülkede. Sonrasında ABD tarafından oluşturulan Şii ağırlıklı hükümetin kendilerini dışladığını öne sürenler de bu kez Sünniler oldu. Kanlı bir örgüt olan Sünni IŞİD’in doğmasına yol açan nedenlerden birinin bu olduğunu söylerler. Osmanlı’nın yıkılmasından sonra bölgede hakim olan İngiliz emperyalizminin Sünnilerle özellikle Haşimi ailesiyle işbirliği mezhep çatışmalarını iyice alevlendiren bir gelişme oldu. Çoğu Sünni aydınlardan olujşan Baas partisinin laiklik yönetimi altında da Şiilerin yaşadığı ciddi sıkıntılar oldu. Bugün ise Sünnilerin farklı mezheplere düşmanlığı, çoğulcuü, demokratik yapıya karşı çıkışları mezhepçiliği canlı tutan etken olmaya devam ediyor.

Mezhepçiliğin çok ciddi bir felakete yol açtığı ülkelerin başında Suriye geliyor tabii. Vekalet savaşı, egemen güçlerin kapışma alanı, her ne derse densin, Suriye artık uzun zamandır mezhep savaşlarının yaşandığı bir ülkedir.
Uğursuz Suudi Arabistan Krallığı İslam dünyasındaki mezhep savaşlarının en büyük kışkırtıcısı durumunda. Adı batası Prens Bender bin Sultan diye “derin” bir adamları vardır bu Suudilerin. ABD’de ülkesinin elçisiydi. “Şiilerin Allahım bize yardım et diyecekleri günler yakındır. Milyonlarca Sünni bıktı onlardan” dediğini söylerler. New York Times yakın bir zamanında bazı gizli belgeler yayınlanmıştı. O belgelere göre Suudi palavra krallığı Şii olduğu için nefret ettiği İran’a karşı İsrail’le bile işbirliği yapmış. Böyle bir beladır mezhepçilik. Şimdi de yine mezhepçi nedenlerden ötürü Yemen halkına kan kusturuyor ABD ile birlikte. Suriye’de El Nusra’sından Ahraru Şam’a kadar kanlı ne tür Sünni grup varsa hepsinin destekçisi aynı zamanda. Suudi Arabistan’da da ciddi bir Şii nüfus var. Ülkenin zenginliğinden yararlandırılmayan kesimlerdir bu Şiiler. Bu yılın başında ülkenin en önemli Şii liderlerinden Nimr el Nimr’i de asmıştı Suudiler.

Mezhep çatışmalarının coğrafyası yok. İslam dininin olduğu her yerde var. Somali’de de var tabii ki. Ehli Sünnet vel Cemaat adlı Sufiler ile ılımlılardan oluşan paramiliter bir Sünni grup vardır. Suudi destekli Es Şebap’a karşı mücadele ediyorlar, hem ülkenin Sufi Sünni geleneksel yapısını korumak hem de Suudilerin resmi mezhebi olan Vahabizm’in yayılmasını engellemek için.

Yemen’de ABD’nin başını çektiği yönetime karşı direnen Şii Husiler, Suudi Arabistan kaynaklı baskılara karşı da direniyorlar aslında. Bu yoksul ülkenin de asıl sorunlarının gizlenmesi için mezhep kavgaları iyi bir araç durumunda. Bahreyn de mezhep çatışmalarından uzak bir ülke değil. Buradaki 1783’den beri süregelen Sünni azınlık yönetiminin Şiiler üzerindeki baskıları biliniyor. Bu ülke yönetiminin Şii nefreti o kadar büyük ki, yıllardır Suriye ile Pakistan’dan Sünni nüfus taşıyor ülkeye. Mezhep kaygısı nedeniyhle Bahreyn sivil ya da askeri kurumlarında Şiilere rastlamak mümkün değil.

İslam coğrafyasına (eğer Ortadoğu’yu merkez kabul edersek) oldukça uzak bir bölgede yer alan Endonezya’da da Müslüman nüfus arasında ciddi mezhep kavgaları var. Diğer İslami mezheplerin Müslüman saymadığı Ahmediye mezhebi mensuplarının bu ülkede sık sık kıyımlara uğradığını anımsamak gerek.

Lübnan İç Savaşı’nın başlamasında değilse bile yayılmasında, yıllarca sürmes,nde mezhepler çatışmasının büyük payı var. Önce Hıristiyan Müslüman çatışması olarak başlayıp daha sonra her iki dininin kendi mezhepleri arasında süregelen çatışmalarla trajik boyutlara ulaşan bir iç savaştı Lübnan İç Savaşı.

Mezhep çatışmaları, artık bu çatışmalara yol açan dini gerekçelerden farklı nedenlerle sürdürülüyor durumda. İslam coğrafyasındaki sınıfsal, ekonomik birçok sorunun örtülmesine yarayan bir araç yani.
Bu aracı herkes kullanıyor. Fetihçi olan da, yayılmak isteyen de. Mezhepçilik tüm bunları gerçekleştirmek için kullanılmaya uygun bir araç ne yazık ki. Recep Tayyip Erdoğan’ın da kullandığı işte bu araçtır.