Bir cemaatin “şeyhi” için ”Cumhuriyet” ile yönetilen bir ülkede “devlet töreni” düzenlendi.

Bir “şeyh”, darbe girişimi ile memleketi yirmi yıldır karanlığa boğan gericiliğin mimarlarından olan isimden, 285 gündür kız çocuklarının eğitim hakkını, kadınların, kız çocuklarının tüm haklarını ellerinden alan, kadınları, kız çocuklarını katleden Taliban’a, devlet erkânından, Millet İttifakı’nın bileşenlerinin çoğunluğuna taziye mesajı paylaşan veya törene katılan bir kesimi bir araya getirdi. Aylardır endişeli muhafazakârlar yaygarasını yayanlar, fildişi kulelerinde dokunulmaz “seküler” hayatlarını yaşayanlar şimdi de sosyolojik gerçeklik safsatasını yaymaya çalışarak bizi “şeyhe” saygı göstermeye davet ettiler.

***

IŞİD’den Taliban’a, Boko Haram’ a… Sosyolojik gerçeklik dedikleri bu safsatanın emperyalizm, kapitalizm eliyle nasıl örgütlendiğine dair tek söz söylemeden, bizi biz yapan ortak değerleri yıllardır o üsttenci tarzlarıyla aşağılayan bu liberal cenah birdenbire bir ”şeyhin” özelinde saygıyı hatırlayıverdi.

Oysaki biz devrimciler, ilericiler, bu liberal ve gerici hezeyanların arşa çıktığı zamanlarda 2010 referandumuna giden süreçte “HAYIR” tutumunu aldığımız ve örgütlediğimiz günlerde bugünden tam 12 yıl önce şunları söylemişiz:

“Sistem giderek İslami despotik bir yapıya eviriliyor. Geçmişte siyasi cinayetler işleten, darbeler yaptıran aynı emperyalist güçler, bugün İslami tarikatların ve onların siyasal sözcüsü konumundaki AKP’nin arkasında ve daha da baskıcı bir sistemi onlar eliyle kuruyorlar. Uygulanan yeni liberal politikalar daha fazla baskıyı, daha fazla ideolojik çarpıtmayı, dine sarılarak tevekkül içerisinde itaat etmeyi gerektiriyor. Halihazırda giderek yoksullaşan halk kitlelerinin gözleri bağlanarak dinsel ve başkaca kültürel dayanaklara yönelerek daha da kolay yönetileceği, muhalif kesimlerin tamamen susturulacağı bir baskı dönemi söz konusudur.”

Laikliğin cenazesinden "İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın" diyenlere bir armağan olarak sunulan sözleşmenin feshedilmesine, Pınar Gültekin’in katiline haksız tahrik indirimi kararına giden bir yol var.

Dinselliğin piyasacılıkla, piyasacılığın dinsellikle iç içe geçtiği düzen toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alarak küresel bir şekilde adım adım örgütlendi. Çeşitli kesimleri bir “şeyhin” cenazesinde bir araya getiren bu ittifak ülkemizde de ajandasını kesintisiz işletti. Bir yandan kadınların geçmiş dönemde mücadele ederek elde ettiği kazanımlar piyasa merkezli politikalar üzerinden geriletildi veya yok edildi. Diğer yandan ise kadınların bedenleri ve kimlikleri üzerinden sürdürdükleri özgürleşme mücadelesini hedef alan muhafazakar saldırı yirmi yıl boyunca sürdürüldü. Kadın-erkek eşit değildi, kadınların yeri eviydi, işsizliğin nedeni kadınlardı, karma eğitim günahtı, kadınlar gece sokağa çıktığı için, giydiği kıyafet nedeniyle tacizi de, tecavüzü de, katledilmeyi de hak ediyordu, kadının kariyeri annelikti, sermayeye ucuz iş gücü için üç de yetmez en az beş çocuk doğurmalıydı.

***

Bugün için asıl şaşırtıcı olan bir ”şeyh”in “Kız çocuğunun orta mektepte, lisede işi yoktur. Kadından memur olmaz. Kadınlar mektebe gitmez. Kadınlar sokakta gezemez” cümlelerinin şaşkınlıkla karşılanıyor olması. Yirmi yıldır bu cümleler defalarca kuruldu ve bugün bu rejim böyle yaratıldı.

İşsizliğin, yoksullaşmanın, sınıf çelişkilerinin keskinleştiği, yoksulun her geçen gün daha yoksul, zenginin daha zengin olduğu bu sistemde dinselleşme üzerinden uygulanan baskı, şiddet sınıfı sistem içerisinde tutmanın en güçlü aracı oldu. Bu ülkede, bu sistemde yoksulsan ve bir de kız çocuğuysan, kadınsan “Hiç kimselerin çocukları, hiçlerin sahipleri… Hiç kimseler, hiç kimsesizler, yaşarken ölenler… Dünya tarihinin sayfalarına değil de yerel gazetenin zabıta sayfasına geçenler” dışında bir seçeneğimiz olamazdı onlara göre… Kutsal ittifakın birleştiği yer burasıydı.

Hakkımızda verilen fermanlar politiktir, politik bir tercihtir. Bizim için aslolan ise bizim, biz kadınların nerede birleşeceğidir. Laiklikten, kamusallıktan, antiemperyalizmden, sınıftan yana olmayan bir kadın mücadelesi mümkün mü? Bizi yaşatır mı?