Önceleri sırf bu yüzden kaç defa korkudan çığlık attım hatırlamıyorum ama uzun zamandır korkutmuyor beni eve gelen postalar. Evin kapısının üzerine takılı bir posta kapağı var. Kapak dışarıdan açılıyor ve içeriye, kapının hemen önünde duran paspasın üzerine düşüyor postalarımız. Evde değilsek, kapımızı açtığımızda pazartesi ve perşembeleri gelen mektupları, reklamları, reklam kataloglarını, varsa küçük ölçek kargolarımızı kapımızdaki posta deliğinden içeri atılmış, paspassımızın üzerinde dağılmış şekilde buluyoruz. Kapıda karşılaşılan görüntü, artık postacının acelesine ve postalarımızın çokluğuna göre, ilk karmaşada eve hırsız girmiş dağınıklığına denk düşüyor ki yine de göz ve beyin konuyu çabuk toparlayıp açıklamayı aklımıza getiriveriyorlar zahmetsizce.

Benim posta alımı konusundaki ilk dönem korku çığlıklarım, genelde evin içinde bu duruma yakalandığım günlere denk düşer. Kontrol edemediğim çığlıkları ne zaman bıraktım kestiremiyorum, o ilk dönemlerde bir sebepten bir perşembe evdeyim. Kahvaltı sonrası, kahve veya çay içiliyor, üç katlı, altı daireli apartmana giren postacının ayak sesleri belki duyuluyor, belki duyulmuyor. Kapının posta kapağı açılıyor, patır kütür postamız içeri atılıyor. Sesten korkan ben, çığlığı basıyorum. Tamam, hemen arkasından toparlıyorum, idrak dediğimiz şey geliyor. “Bu sadece kapıdan içeri atılan postaların sesi” iç ses konuşuyor ama çığlık çok atılmış. Postacılara havlayan köpeklerden sonra bir de ben. Postaya çığlık atan kadın. Olmadı değil, kaç defa oldu bu. Demek ülke genelinde çok nadir bir vakayım ki bir klasiğe geçiş yapamadım. Hatta bana benzer bir durumu anlatan bir forum veya blog yazısını bile göremedim.

O çocuğun resmi de öyle geldi işte. Postayla. Eve girdik, yere dağılmış posta yığını topladık. Çocuğun resmi reklam kataloglarının birinde yer alıyordu. Katalog büyük bir mağaza zincirinin Noel için satışı sunduğu ürünleri tanıyordu. Daha kapağı açınca ilk sayfada bu çocuk vardı. Noel öncesi Kuzey ülkelerinde aynı gün kutlanan bir dini bayram için çocuklara giydirilen kostümlerden birini taşıyordu üzerinde. Uzun beyaz Lucia kıyafetinin yakası ve azıcık omuzları görünüyordu. Çocuk kafasında bir Lucia tacı taşıyordu, üzerinde yanıyormuş gibi duran beyaz uzun mum şeklindeki dört lambanın olduğu plastik bir taç. Kısa ama kıvırcık bukleleri belli olan saçlar, benim algıma kız çocuğu mu, erkek çocuğu mu ayrımını hiç taşımadı. İnanılmaz güzellikte ve masumiyette, koyu tenli, bir çocuk yüzü. Katalog eve geldiğinde, haber değeri taşıyan bir şeyi elimde tutuğumu düşünmedim. Şimdi bütün İsveç o çocuğu ve başına gelenleri konuşuyor. Reklamda yaratılan tezat ve vuruculuğu ben de fark ettim. Bu dini bayramda, Lucia olma durumu her zaman sarışın bir kız çocuğuyla resmedilirdi. Diğer karakterler, yıldız çocuk, tarçınlı kurabiye veya Noel baba tüm renkten ve cinsiyetten çocuklara açıkken Lucia kız çocuklarına özeldi. Lucia’nın “Ay çok yakıştı” denileni de sarışın kız çocuklarına adanırdı. Koyu tenli bir çocuğun Lucia seçilmesi reklamcının hoşluğu, güzel gözü gibi gelmişti ki bana meğer İsveç buna hazır değilmiş.

Koyu tenli Lucia, bir erkek çocuğuymuş ve “Dini değerlerimizle dalga geçiliyor” diye kampanya nefret sözleri ve 300’e yakın ırkçı yorum aldı. Şirket, 29 Kasım’da başlattığı kampanyayı geri çekti. Aldıkları tehditler yüzünden çocuğun ailesi, mağaza zincirinden ricacı oldu ve ilan sosyal medyalardan kaldırıldı. Irkçılara karşı tepki olması için bir Facebook kampanyası düzenlendi ve “benburdayım” hashtag’ıyla 10 bin kişi İsveç reklamcılık tarihinde ikon olan resme sevgi ve destek sözcükleri resimleri gönderdiler. Bu 10 bin kişi, sosyal medyalardan düşen reklam için çığlık attı ama korkudan değil. Bir arada olmanın cesaretiyle.