Peki biz şimdi nelerle uğraşıyoruz? Daha baştan mücadele etmenin önemli araçlarından birisini alternatif ya da muhalif medyayı değersizleştirmek, daha baştan egemenlerin isteklerine göre dizayn edilmiş egemen medyayı Anaakım olarak kutsamak derdindeyiz

Markopaşa zamanıdır

“-Sefere mi çıkıyorum böyle? -Hayır. -Savaşa mı böyle gidişim? -Hayır. -Azrail mi bekliyor başucumda? Hayır. -İntihara mı karar verdim yoksa? -Hayır. -Ya ne? -‘Markopaşa nam bir ceride (gazete) çıkarmış... Bir fıkracık istediler Abdi acizden. Evvel Allah sonra Matbuat kanununa sığındım. Ne olur ne olmaz. Dostlar, komşular ve hanem halkı! Şişede de durduğu gibi durmaz kafir; cepte durduğu gibi durmaz kalem. Helal edin hakkınızı, sayei kanunu matbuatta fıkra yazmaya gidiyorum.”

Bugün de anlamlı bu kısa metin ünlü Markopaşa’nın birinci sayısında yer almıştı. Markopaşanın mücadelesini özetliyordu. O yıllarda, sonraki yıllarda olduğu gibi medya hemen hemen tümüyle iktidarın, iktidarların denetimindeydi.
Ne güzel, ne müthiş, ne acı bir başarı hikayesidir Markopaşa’nın hikayesi. O siyasi bir mizah gazetesiydi. Mehmet Saydur’un kapsamlı ve titiz incelemesini (Markopaşa Gerçeği; Çınar yayınları, 2001) gazeteciler, genç arkadaşlar mutlaka okumalı, geliştirmelidirler.

Ne istiyor, ne anlatıyordu Markopaşa?
10. Sayıda ne istediklerini Sabahattin Ali şöyle anlattı:

“...Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. ...Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına ya da zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. ...Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Bir karış toprağımıza, bir tek vatandaşımıza göz dikilmesin. ... Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölece peşinden gitmek değil, bu milletin selametini en iyi sağlayacak yolları MÜSTAKİL olarak seçmek şeklinde kendini göstersin. İşte biz sadece bunları İstiyor ve böyle düşünüyoruz.”

Sıkıyönetim komutanlığı sık sık kapattı Markopaşa’yı, matbaalar baskı altına alındı, tehdit edildi. Kimi sayılar bu nedenle basılamadı, öyle zamanlar oldu ki, Gutenberg Matbaası adını taktıkları teksir makinasıyla basılıp çoğaltıldı Markopaşa, o teksir gazetenin tirajı 43 bindi.

22. sayıda. Sıkıyönetim komutanlığınca bir kere daha kapatıldı. Gerekçe “Dediğin” başlıklı şiirdir. Gerçek neden ise Markopaşa’nın 60 bin tirajlı etkin bir gazete haline gelmiş olmasıdır. Sabahattin Ali bir dökümünü yapar baskıların. 22 sayıya kadar 10 defa mahkemeye verilmiş, 3 muharrir (yazar) muhtelif müddetlerle üst üste mahkum olmuş, elleri kelepçeli İstanbul’un değişik semtlerinde dolaştırılarak teşhir edilmişlerdir.

Hepsi bu kadar mı?
Markopaşa’nın kapatılmasından sonra gazetenin bilinen kadrosu inatçı gazeteciliklerini Merhumpaşa adıyla sürdürdüler. Gazete çıktıktan iki gün sonra Sabahattin Ali tutuklandı. Daha önce Cemil Sait Barlas’a hakaretten 4 aya, Nihal Atsız’a hakaretten 3 aya mahkûm edilmişti. Onu karikatürist Mim Uykusuz’un 3 ay hüküm giymesi izledi. Gazete de üç aylığına kapatılıyordu. Merhumpaşa’yı Malumpaşa izledi. Altı sayı çıkan Malumpaşa Markopaşa geri dönene kadar çıkacak sonra kapatılacaktı...

Kapatılacaktı, kapatılamadı, olmadık bir şey oldu.

Gazeteyi çaldılar
Gazete çalınır mı? Malumpaşa’yı çaldılar. Bir iki sayı yazı işleri müdürlüğü yapmış olan Orhan Erkip gece karanlığında gazete yönetim binasına girmiş, yazıları, klişeleri, hesap defterlerini, hemen her şeyi alıp gitmişti. Bedii Faik’in de katkısıyla gerçekleştirilen operasyondan sonra çıkan Malumpaşa’nın altıncı sayısının Markopaşa ekibiyle hiç bir ilgisi yoktur. Tam tersine Markopaşacılara küfürlerle doludur bu paşa. Çalınan evrak arasında Mim Uykusuz imzalı boş kağıtlar da vardır. Sık sık tutuklamalarla karşılayan Markopaşacılar bir önlem olarak bu kağıtları hazırlamışlardır. Orhan Erkip Mim Uykusuz imzalı kağıtlara güzel bir satış sözleşmesi yerleştirmiş ve böylece Markopaşa’nın imtiyaz sahibi oluvermiştir.

Markopaşacılar bu nedenle yayınlarını Merhumpaşa olarak sürdürme kararı alırlar.

Sabahattin Ali hakkında yeni bir tutuklama kararı verilir. Rıfat Ilgaz’la birlikte bu kez paşasız bir gazete çıkarmaya karar verirler. Polis yine peşlerindedir. Yine de bir şekilde Ali Baba çıkartılabilir. Ali Baba yalnızca 4 sayı çıkabilecektir. 4. sayıya Sabahattin Ali’nin yazdığı yazı ise sondan bir önceki yazısı olacaktır. Bir yazı daha yazacak ve sonra derinlerin bir tetikçisi tarafından öldürülecektir.

Ali Baba’yı öncekilerin tüm borçlarını da üstlenerek 27 sayı çıkabilen Başdan izleyecektir. Sonra Markopaşa’nın ikinci dönemi başlayacaktır. Aziz Nesin Orhan Erkip’in hileyle ele geçirdiği imtiyaz sahipliğini ondan almayı başarmıştır. Yayın hayatına yeniden dönen Markopaşa’nın ilk sayısı o kadar büyük ilgi görür ki iki baskı yapmak zorunda kalırlar.

10. Sayıdaki küçük bir duyuru sık sık toplatılan gazetenin halini, uğradığı baskıları büyük harflerle şöyle anlatmaktadır:

“BU GAZETE CUMA GÜNLERİ SAAT SEKİZDE ÇIKAR. SEKİZLE DOKUZ ARASINDA FIRSAT BULURSA SATILIR. DOKUZDA TOPLATILIR. SAAT ONDA MUHARRİRLERİ SORGUYA ÇEKİLEN BASIN HÜRRİYETİNİN KURBANI FELAKETZEDE BİR GAZETEDİR.”

16. Sayı ile ikinci donem de kapanacaktır. Sonraki dönemde Yedi Sekiz Paşa, Hür Markopaşa ile devam edecek, perde Medet adını verdikleri gazete ile kapanacaktır.

Muhalif gazeteciliğin yüzakıdır
Sabahattin Ali’yi, romanları, hikayeleri devrimci bir hayatı içselleştirmiş başka türlü nefes alamamış bu kahramanı yüreği beş para etmez bir tetikçi karanlık derinlerin emriyle öldürdü. Rıfat Ilgaz çileli yaşamını unutulmaz eserlerle süsledi. Aziz Nesin’i çok denediler, pek çok arkadaşı gibi onu da yakmaya yeltendiler, öldüremeseler de bir saniye nefes aldırmamak için, susturmak için, çevirmedikleri dolap, yazmadıkları senaryo kalmadı.

Markopaşa’nın hikayesi mücadeleyle geçmiş, inatla sürdürülmüş bir muhalif medya hikayesidir. Özveriyle başarılmış, günümüzün medyası için derslerle dolu, gururlu, onurlu bir hayatın hikayesidir. Aradan bunca zaman geçmiş hala aynı sorunlarla uğraştığımızı görüp yaşadıkça duyduğumuz kızgınlık gözlerimize yansıyor; öfkemiz bizi tümden ele geçiriyor.
Peki biz şimdi nelerle uğraşıyoruz? Daha baştan mücadele etmenin önemli araçlarından birisini alternatif ya da muhalif medyayı değersizleştirmek, daha baştan egemenlerin isteklerine göre dizayn edilmiş egemen medyayı Anaakım olarak kutsamak derdindeyiz. Baskılara karşı koyabilmenin birinci kuralı kendi dünyamızda açık, net, saydam, duru olabilmektir. Medya halkın haber alma hakkının aracıdır. Medya her türden iktidarla uğraşmak, gerçekleri halka duyurabilmek için nesnel eleştirinin sivri ucunu egemenlere yöneltmek zorundadır. Ona bu nedenle muhalif adı verilir, başka bir nedenle değil.

Geçmişte, o unutulmaz yıllarda Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Haluk Yetiş, Mim Uykusuz ve daha niceleri hep yürüdüler; hiç durmadan yürüdükleri hayat öyle bir hayattı ki, nasıl insanlarmış bu insanlar, nasıl da korkmadan yürümüşler, nasıl yaşamışlar, savaşmışlar, nasıl da geri kalan hayatlarını yanan arkadaşlarına adamışlar...

Pek biz ne yapıyoruz, Markopaşa’nın izini sürebiliyor muyuz?