Yalnızca kamuoyu yoklamaları değil, hatta özellikle değil, mesele medyada pazarlanacak hikâyelerinin tükenmiş olmasındadır. “Artık kendi hikayemizi yazma zamanı geldi” derken hikâyelerinin tükendiğini söylüyorlar aslında. Cumhuriyete son vermek, tarihin içinden bir başka, eskimiş hikâyeyi günümüze getirmenin kolay olmadığını biliyorlar.

Medyanın ufak tefek işleri

Gizlenecek ne çok şey var. Medya olarak baş göreviniz bu sizin. Öncelikle ekonomi ile ilgili gerçekleri gizlemeniz gerekiyor. Enflasyon, işsizlik, dış borçlar, iç borçlar, dövizin alıp başını gitmesi, başaşağı giden turizm, ithalat ihracat verileri... Yalnız gizlemek de yetmiyor; bir de süslemeniz tam tersini söylemeniz, halkı kandırmanız gerekiyor. Salgınla ilgili gerçekleri de gizlemek zorundasınız. Testleri pozitif çıkan hasta sayısını, ölümleri düşürecek, solunum cihazına bağlananları az göstermek için bu kategoriyi kaldıracak, tümünü ağır hasta olarak ilan edecek ayrıca ağır hastaları da zatürre, Covid-19 tek kalemde toplayacaksınız ki gizlemek kolaylaşsın.

Hapisteki gazetecilerin, siyasilerin sayısını da sıfırlayacak soruları “hepsi terörist onların” masalıyla yanıtlayabildiğinizi sanacaksınız. Aslında imkânsız olduğunu biliyorsunuz, ama güçlü olan ya da güç vehmedenlerin ilk refleksi yalan söylemektir. Kaçınamıyor, bir süre sonra siz de inanmaya başlıyorsunuz. “Bir yalanı sürekli söylerseniz halk inanır” dediler. Bu aptalca, Hitler’in yamağı Goebbels’ten mülhem reklamcı palavrasını teorileştirdiler, siz de inandınız. Uydurmadır. Yalan sizin pek iyi bildiğiniz gibi yalancının mumudur, “yatsıya kadar” yanar.

Bir de sizi sık sık pohpohluyorlar özendiğiniz ama pek de iyi bilmediğiniz o şaşaalı olduğuna inandırdıkları devirleri hatırlatıp, “Osmanlı’da oyun çoktur” diye gaza getiriyorlar. Oysa oyun falan kalmadı, bakın “kral çıplak” diye bağırıyor gençler, ama siz yazamıyorsunuz. Olmuyor işte. Ne yapsanız olmuyor. Doluya koyuyorsunuz almıyor boşa koyuyorsunuz dolmuyor. Zaten tirajlarınız da yalan sizin.

Olağanüstü durumlar olağanüstü önlemler

Onu da size epeydir söyleyip duruyorlar. Yazdılar çizdiler, eski dostlarınız mürekkep yalamış liberal dostlarınız artık pek derin makalelerinde Heidegger’den girip Carl Schmitt’ten çıktılar, “olağanüstü hal” dediler, “lider belirler” dediler, “istisna halinin sürekliliğinin dahice bir buluş olduğunu” anlattılar, “ötekileştirmenin, öteki ile mücadele ve gerektiğinde zor yoluna başvurmanın meşruiyetini” anlattılar, pek hoşunuza gitti.

Osmanlı’yı diriltmenin hayalini canlandırmanız, bu yolla 18 yıldır ince ince örülen, oya gibi işlenen projeyi iyi pazarlamanız gerek sizin. Ama işte kötü zamana geldi; bu pandemi bu Allah'ın belası salgın ekonominin berbat halinin üstüne tüy dikti. Köşeye sıkıştırdı. İşaretler iyi değil, kamuoyu yoklamaları hep kötü çıkıyor. Oylar eriyor, daha önemlisi saflarda panik havası var. İçeride olur olmaz konularda çıngar çıkıyor. Yakın akrabalar bile şaşırdı sanki. Durup dururken isyancıların en belalısı kadınları sokağa döken şu İstanbul Sözleşmesi konusunu neden böyle abarttınız ki. Uygulanacağı mı vardı sanki, adı var kendi yok, bir prestij meselesiydi, zamanı geldiğinde bakılacaktı. Lüzumu halinde kontrollü olarak sokağa çıkan cübbeli, fesli kalabalığı kışkırtmanın ne alemi vardı ki, al başına belayı. Siz çarşaf çarşaf Ayasofya deyip bir kuş vurmaya niyetlendiniz, tarikat takımı tüm sürü avlanır sandı. Şimdi de Hilafet diye tutturdu birileri. Oysa siz ne, nerede, ne zaman gündeme getirilir biliyordunuz, bu cahil takımı politikadan anlamadığı için “Şimdi değilse ne zaman” diye laf sokmaya başladı.

Neyse devam, artık geri dönüş yok, yalnız yalan dolanla olmayacağı için şu özgürlükler meselesini de çözmek, çok özgürlükçü görünerek özgürlüklerin çerçevesi nasıl daraltılır o konuda biraz kafa yormak lazım. Şu liberal tayfanın kıyıda köşede kalmışlarından “Yetmez ama evet dedik hata yaptık, aldattı bizi bu iktidar, samimi değilmiş” demeyen, gizli gizli taktik veren takımından birilerini bulalım, sayfa, köşe açalım onlara. Oradan buradan bir yerlerden çıkarır onlar; yazıp çizip versinler. Bakın bu meşruiyet meselesi çok mühimdir, ama ortakla da olmuyor bu işler, kaba saba konuşup her şeyi berbat etmenin ustası sanki, durup dururken, “Yuvana geri dön” denir mi? “İçim ürperiyor, ya evde yoksan” der dalga geçerlerse ne diyeceksin? Karşı tarafı bölüp parçalamak elbette siyasetin kadim numarasıdır ama böyle ulu orta olmaz... Zayıf halkayı bulur, çeker konuşursun; bir şey verirsin, olmadı umut verirsin, güven verirsin, korku verirsin; “açaydım kollarımı” diye şarkılı türkülü, alemin ortasında olmaz ki bu işler.

Pandemi özgürlükle bağdaşmaz

Tabii iyi işler de olmuyor değil bu arada. Karşı tarafın şu ötekilerin sizin kötü durumunuzu iyi değerlendiremediği ortada. Sayın muhalefet liderinin iktidarın malına mülküne göz dikmesi başta epeyce ürkütmüştü, ama az biraz etkilese de büyük parça koparamadı. O partinin sizin üslubunuza, konularınıza sahip çıkması fazla ürkütmüyor sizi, asıl mesele sola kayması ittifakı büyütmesi olurdu. Neyse öyle bir tehlike yok gibidir. Hem olsa da bölücü ilan edip kaçanı geri kazanma şansı bile olabilir. Olabilemez mi? Olabilemez evet; seçimde herkes kendi oyunu alacak, Kürt partisi de Kadının partisi de barajı geçer, büyük işadamlarının desteğini almaya niyetli Çocuk da az biraz oy alırsa sizin durumlar sarsılmaz mı? İşin doğrusu sarsılır. Ama B planı vardır sizin iletişim merkezinizin; seçim sistemini değişir, ufak tefek, ileri geri adımlarla durumu idare edersiniz siz de, olmadı sopa olmadı aba, “Haziran olursa sonrasında Kasım var” yöntemine yeniden başvurursunuz, daha olmadı baktınız iş sarpa sardı, dört cephede tehlikeye girmiş vatan meselesi ile ki sayfalara pek yakışır, gerçekten derde girme ihtimalini de epeyce yükselttiniz, o kesin işe yarar.

Şimdi durum eski minval üzere gidecek gibi görünüyor. Ötekileştirmeci gergin ip modeline devam. Öyle mi? Bunalım boyutlarını aşmış ekonomi koşullarında millet, pandemi ile mücadelenin özgürlüklerle bağdaşmayacağını bazı özgürlüklerden “rıza” ile vazgeçmesi gerektiğini anlayacak, anlayışla karşılayacaktır diye umuyor, sayfaları dolduruyorsunuz. Kuşkusuz öyledir! “Özgürlükler ertelenir pandemi yenilir” sloganı ile hükmetmek güçlü bir politik tutum olacaktır. Kim aykırı bir sesle ortaya çıkarsa barolara yapıldığı gibi pandemi gerekçesi ne güne duruyor, toplanmak, yürümek hıfz-ı sıhha’ya aykırı olacağından, AVM mi sokak efendim, değil mi ama, hep işe yaramıştır, yarayacaktır. Ama bu mücadelenin de usturuplu yürütülmesi bir yandan ekonominin işlemesi, piyasanın canlanması, fabrikaların özellikle de alışveriş merkezlerinin açık tutulması şarttır. Bu politikanın adı “ekonomide demokrasi, piyasaya özgürlük, pandemi ile mücadelede özveri”dir. Ne güzel, “bakınız özgürlük özveriyle nasıl da uyumlu oldu”... Ne diyor bu medya leşkeri Allah aşkına...

***

Diyorlar da güçlü olup olmadıkları biraz kuşkulu. Yalnızca kamuoyu yoklamaları değil, hatta özellikle değil, mesele medyada pazarlanacak hikâyelerinin tükenmiş olmasındadır. “Artık kendi hikâyemizi yazma zamanı geldi” derken hikâyelerinin tükendiğini söylüyorlar aslında. Cumhuriyet'e son vermek, tarihin içinden bir başka, eskimiş hikâyeyi günümüze getirmenin kolay olmadığını biliyorlar. Ama işte ne yapsınlar, hikaye bitmişse, olmayacak başka birini anlatmaya başlarsınız. Böylece sizin peşinizdekiler de “İşte asıl hikâye buydu, baştan beri bunun peşindeydik, geldi işte zamanı” diye sokağa çıkacak, ellerinde yeşil bayraklarla bayram edeceklerdir. “Şimdi değilse ne zaman?” diye tarihin dışına düşmüş magazinlerine manşet atmalarının nedeni budur.

Gerçekten de hikâyeniz bitti sizin. Şimdi anlattığınız anakronik masalın gerçekliği yoktur.

Tek umudunuz, tek beklentiniz yandaşlarınızın değil, karşınızdakilerin bu masala inanması; “Tamam kaybettik, adam kazandı” demeleri.