Meksika yeni başkanını seçerken bu süreçte ülkedeki siyasi şiddet en önemli konu oldu. Şiddet kültürü siyasi tarihin şekillenmesinde en kritik mesele

Meksika: Tanrı’ya uzak ABD’ye yakın ülke

Ülkenin aslında hali pür melalini en iyi anlatan cümledir bu. Eski Meksika Başkanlarından birine aittir. Söz konusu Başkan’ın, makam odasının penceresinden uzaklara dalgın dalgın bakıp “Benim talihsiz ülkem Meksika. Tanrıya ne kadar uzak, Amerika’ya ne kadar yakınsın” dediği söylenir.

ABD ile ilişkileri hiçbir zaman çok sıcak olmadı bu ülkenin. Birçok kentini ABD istila edip kendisine mal etmiştir. Los Angeles tarihi olarak aslında Meksika’nındır bilindiği gibi. Meksika’dan ABD’ye hem uyuşturucu hem de yasadışı göçmen girdiği, buna Meksika hükümetinin göz yumduğu gerekçesiyle ABD’nin Meksika’ya yönelik son derece baskıcı bir politikası vardır. Bu kuşkusuz başka bir yazının konusu olabilir. Meksika günümüzde, çok uzun zamandır kendi içindeki şiddetle bilinir, anılır oldu. Her gün çok sayıda insan katli haberleri geliyor bu ülkeden.

Çok ama çok kanlı bir seçim süreci yaşadı Meksika. Geçen Eylül’de başlayıp dün sona eren seçim kampanyası sürecince 130 politikacı öldürüldü. Bu korkunç sürecin sonunda solcu aday Andres Manuel Lopez Obrador Devlet Başkanlığı’nı kazandı. Bu elli yıldır ülkeyi yöneten Kurumsal Devrim Partisi’nin (PRI) iktidarı kaybetmesi demek. Bakalım nasıl bir döneme giriyor Meksika.

Şiddet haberleriyle gündeme gelen ülkede daha çok uyuşturucu çetelerinin kendi aralarındaki çatışmalarda çok sayıda kişi yaşamını yitiriyor. Bunun “kötüler arası bir savaş” olarak görülüp geçildiği oluyor maalesef. Oysa birçok gözlemci bu çatışmaların uyuşturucu kaynaklı olmasının ülkedeki diğer şiddet biçimlerinin gözden kaçırılmasına yol açtığını söylüyor. Doğruluk payı var. Çünkü ülkede, sadece şu son seçim kampanyaları süresince değil, çok eskiden beri Politik Şiddet çok daha yaygın bir sorun. Şiddetin içeriği/ biçimi zaman zaman farklılaşsa bile Meksika’da şiddetin çok uzun bir geçmişi var.

Tabii şu da göz ardı edilemez, uyuşturucu tacirlerinin/kaçakçılarının kendi aralarındaki çatışmalarının politika ile sıkı bağı var. Ancak bu bağ, özellikle bu tür bir şiddetin olduğu yerlerde devlet otoritesinin son derece zayıf olması nedeniyle görülemiyor, dolayısıyla sadece “kanundışıların” şiddeti olarak anlaşılıyor. Oysa Meksika’da bir devlet şiddeti var. Meksika devlet mekanizması kirli bir mekanizma.

Meksika, devlet kaynaklı uzun bir siyasi şiddet tarihine sahip. 1960-70 arası dönemde Guerrero eyaleti başta olmak üzere birçok bölgede siyasi muhaliflere karşı bir “kirli savaş” uygulandı devlet tarafından. Bunun dışında siyasi sisteme angaje olmamış ya da edilememiş kim varsa onlar da hedef alındı. Kanlı bir tarihtir bu. Elbette Meksika devletinin şiddeti, ideolojik kaynaklı bir şiddettir. Bu şiddet o kadar kapsayıcı oldu ki, fikirleriyle siyasi mekanizmaya karşı olan ama devlet için bir tehdit olmayanları da vurdu.

Demokratikleşme(!) dönemi
80’le, 90’lar tek partiyle Kurumsal Devrimci Parti’yle yani yönetilen ülkede muhalif bir cumhurbaşkanın seçilmesi sonucu “demokratikleşme” sürecine girdi. Siyasi libralleşmenin de görüldüğü zamanlardı bu tarihler. Ama solcular, komünistler için değişen bir şey olmadı. Onlar yine tutuklandı, taciz edildi, çeşitli yollarla sindirilmeye çalışıldı, nihayet öldürüldüler. Sözüm ona demokratikleşmeyi sol muhalefeti ezerek gerçekleştirmeye çalışan bir döneme girdi Meksika devlet mekanizması.

Demokratikleşme dönemi bitip (yani artık demokrasiye geçildiği iddiası vardı) 2000 yılından bu yana siyasal şiddet varlığını hep korudu. Kamusal alana yayıldı üstelik. Artık hedefinde, gücü yetenin kendince gerekçelerle muhatap ya da muhataplarına karşı suikastler gerçekleştirmesi günlük vakalardan sayılır oldu.

İki tür şiddet olduğundan söz ediliyor Meksika’da. Birincisi, suç gruplarının devlet otoritesini sıfırladıkları şiddet. Bu, bulundukları bölgelerde adaleti sağlamaya çalışan hukuk insanlarının, güvenlik kuvvetlerinin hedef alınması demek. Yani kendisi de bir şiddet kaynağı olan devletin otoritesinin, başka suç odakları tarafından etkisizleştirilmesi.

İkinci şiddet türü de, devlet otoritesinin güçlü olduğu yerlerde devlet unsurlarının suç gruplarıyla ortak hareket ederek bu kez sadece siyasi muhalifleri değil, gazetecileri, insan hakları savunucularını ortadan kaldırdığı şiddettir. Başka bir deyişle devlet şiddetinin “politik olmayan” şiddetle ortak şiddet üretmiş olması. Bu nedenle ölümlerde kurban profili çok çeşitli olabiliyor.

Var olan siyasi şiddet “demokratikleşme” dönemine göre daha yerel hale geldi. O kadar sivil toplum temsilcisi öldürüldü ki ülkede akıl alır gibi değil. Devlet mekanizmasının ekonomik, sosyal alandaki başarısızlıkları sivil toplum fikirlerini güçlendirdikçe devletin bu düşünce sahiplerine saldırıları da arttı.

Tamam, haberlere hep yansıyan uyuşturucu kaynaklı, suç çetelerinin başı çektiği şiddet haberleri. Ama bu şiddet türünün yayılmasına olanak sağlayan da ülkedeki “otoriter politika kültürü”dür. Bu gözardı edilirse Meksika’yı anlamakta zorlanırız.

43 öğrenciyi çetelere teslim ettiler
Hala yürek sızlatan, duyanın vicdanını yaralayan korkunç bir olay vardır ülke tarihinde. Bir öğretmen okulunun 43 öğrencisi 26 Eylül 2014’te Guerrero eyaletinde kayboldu. Hala akıbetleri bilinmiyor. Öğrenciler Tlatelolco Katliamı olarak bir olayın yıldönümü için başkente gitmek için yola çıkmışlardı. Tlatelolco Katliamı 1968 yılında (gençlik hareketlerinin zirve yaptığı yıl, malum) Meksika askerlerinin gösteri yapan öğrencilere ateş açması sonucu 300 kişinin yaşamını yitirdiği korkunç bir kıyımdı. Öğretmen adayı 43 öğrenci anmaya katılmak için yola çıktılar bir daha da onları gören olmadı.

Kan donduran iddialar atıldı ortaya. Meksika polislerinin öğrencileri uyuşturucu çetelerine verdiği ileri sürüldü. Çetelerin öğrencileri bir çöplükte yaktığı da iddialar arasında. Meksika hükümetinin bu iddiayı bilerek ortaya atmakla sorumluluktan kaçmaya çalıştığı ortaya çıktı. Arjantinli tıp uzmanlarının raporları sonucu çöpte yakılmayla ilgili hiçbir kanıt bulunamamıştı çünkü. 2016 yılında hükümetin soruşturmayı engellediği haberleri çıktı. Dönemin Enrique Peña Nieto hükümetinin ilk 14 aylık döneminde 23 bin 640 kişi öldürülmüştü.

Şiddetin önlenmesinde başarılı olamayan Nieto, 43 kayıp öğrencinin kaybolması konusunda da kayıtsızlığıyla hafızalara kazındı.

Öğrencilerden hala haber yok. Şiddet hala ülkenin en önemli sorunu. Seçim kampanyası süresince 130 siyasetçi öldürüldü. Şimdi solcu bir devlet başkanı görevi devralıyor. Bakalım ne olacak?

Umarım bu talihsiz ülke “huzura çok çok yakın, ABD’ye çok çok uzak” olur.