Türkiye’yi bugün artık yönetemediği ve başta kaldığı sürece daha da kötüye götüreceği kesin olan rejimin değişmesi şart. Değiştirmek için de, birden fazla ittifak temelinde biraraya gelen çok sayıda siyasi parti kolları sıvamış ve seçmeni bu "mevcut rejimden kurtuluş reçetesi"ne ikna etmeye çalışıyor.

İttifakların en iddialısı ve en çok konuşulanı da, "Millet İttifakı" ya da "Altılı Masa" olarak anılan oluşum.

Bir yandan toplantı üstüne toplantı, buluşma üzerine buluşma, demeç üzerine demeçle, kamuoyuna ne yaptıklarına dair bilgi veriyorlar. Bir yandan da sürekli olarak iktidar bloğunun "topçu ateşine" maruz kalıyorlar.

İşleri kolay değil. Hem "Aday kim olacak?" sıkıştırmasına maruz kalıyorlar. Bir yandan da "HDP de sizinle değil mi?" muhabbeti ile iktidarın "malûm kafası"nın (sözde HDPKK klişesi - çirkinliği) tezahürü olan "terörle de ittifaka mütemayil bunlar" zihniyeti ile taciz ediliyorlar.

En son CHP’li Gürsel Tekin’in, bir programda "HDP’ye de bakanlık verilebilir mi?" şeklindeki (bence ayıplı) soruya, samimi ve haklı olarak "Neden verilmesin? Herkese verilebilir" yanıtını vermesi ile kıyamet koptu.

Hafta başından beri iktidar beslemesi yandaş medyanın bombardımanı zirve yaptı. "Bakın!.. Biz demedik mi, bunlar HDPKK ile dirsek temasında? Demedik mi, ‘Masanın 7’nci ortağı onlar diye?" naraları gırla gidiyor.

CHP, ufak bir bocalamadan sonra "Gürsel Bey’in şahsi görüşü, partiyi bağlamaz" diye sıyrılmaya çalışsa da, İYİ Parti’den yükselen sert feryatlar, bunun öyle kolayca "geçiştirilebilecek bir konu omadığını" ortaya koydu.

Her iki partinin tavrı da anlaşılabilir.

İYİ Parti, doğal olarak (esas olarak) "Sağcı - Milliyetçi - Ülkücü damar"dan oluşan tabanı ürkütmemek için bu tepkiyi gösterirken, CHP de "İçindeki, tabanındaki, potansiyel seçmen kitlesindeki sol ve sağ unsurların zamansız bir çatışmasını körüklememek için" tartışmayı bastırmaya uğraşıyor.

Ama bu pragmatik tavır ve çabalar, bir gerçeğin üzerini örtemeye yetmez.

***

HDP, bu ülkenin hatırı sayılır sayıda seçmeninin oyunu "cebinde tutan", meşru, TBMM’de sandalye sayısı 3’ncü sırada, mecliste başkanvekilliğine sahip partisi olarak, üstelik bu (başkanvekilliği) seçimlerde 400 küsur oy almış (kim verdi bu oyları?) bir siyasi kurum olarak "Devlette görev alabilecek bir veya birkaç bakan çıkarmaya mezun bir unsur değil" şeklinde değerlendirilebilir mi? Bu HDP’nin oyunun, mesela gelecek seçimlerde senden daha yüksek çıkmayacağını nereden biliyorsun?

21’nci yüzyılın 22’nci senesini geride bırakmaya hazırlanırken, böylesine ayrıştırıcı ve gerici, faşizan bir yaklaşım olabilir mi?

Siz, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de ve başka yerlerdeki yerel seçimlerde, ve hatta genel seçimlerdeki yerel küçük küçük taktik ittifaklarda HDP’nin oy potansiyelinden yararlanacaksınız. Ama siz, (CHP dışındaki partileri kast ederek söylüyorum) kendi görece sınırlı oy potansiyeline bakmadan "HDP’yi adeta başka bir ülkenin partisi" gibi göreceksiniz. Sonra da kalkıp, bugünün faşizan, dar kafalı ve dışlayıcı, ayrıştırıcı, bölücü rejimini değiştirmeyi vaadedip, yönetime talip olacaksınız.

Öyle mi?

Siz, bugünün "Şahsım yargısı" kararları ile ve TBMM’de kalkan parmak üstünlüğü marifetiyle, önüne gelenin "terörist" diye damgalanabildiği bir ortamda, kendinize dahi bu silahın doğrultulabildiği bir iklimde, tüm HDP’lileri "Terör zanlısı, hattâ hükümlüsü" gibi gösteren zihniyete ortak ve angaje olacaksınız. Sonra da "İkinci Yüzyılı Demokrasi ile Taçlandıracağız" sloganı ile meydanlarda marşlar söyleyeceksiniz.

Öyle mi?

Bunun tek bir izahı olabilir:

İdeolojik oturmamışlık.

Rakip kamp, pekala kendi ideolojik temeli üzerinde, yukarıda zikrettiğim çarpıklıkları savunabilir. Ama "Altılı Masa"da buna alternatif olduğunu söyleyen siyasetçilerden farklı tavır beklenirdi.

"Cumhur İttifakı"ndan kopup gelmiş, gönlü-aklı-beyni-yüreği orada kalmış ya da hâlâ orada olanları hariç tutuyorum.

***

Ama, özellikle de CHP’nin bu konudaki "Sarsılma ve savrulma" görüntüsünü, "ideolojik bulanıklığa", (haydi daha da ileri götüreyim) ve "ne olduğuna, neyi temsil ettiğine, neye karşı çıkması gerektiğine henüz karar verememiş bir parti olmasına" bağlıyorum.

Siyaset, elbette dönemsel pragmatik açıklama ve tavırlar almayı becerebilme sanatıdır. Orada bir sorun yok. Ama, siyaset aynı zamanda seçmen nezdinde en azından temel meselelerde "Net, virajsız, görüş mesafesi açık, şeffaf ve ne idüğü belli" bir görüntü verebilme sanatıdır.

Bu becerilemezse, bugün masada, yarın sahada, öteki gün de sandıkta hata yapma ve bunun bedelini ödeme, dolayısıyla bu halka ödetme riski ortadadır.

Yol yakınken bu hesap, "iç bünyede" yapılmalıdır.

Siyasi partiler, kurultaylarında "Aday listesi, lider yarışı, liste kavgası"ndan kafaları kaldırıp bu meselelere odaklanabilirse, bu manzarayı belki aşarız.

Kimsin? Nesin? Ülkenin temel meselelerinde neyi temsil ediyorsun? İdeolojin ne?

Niye kulağının üzerine yatıyorsun?