Eğitim bakanının son şeklini basın toplantısıyla duyurduğu yeni öğretim programlarına ilişkin söyleyeceğimi Haziran 2016’da söyledim. Yani henüz program lafı ortada yokken... Çok şükür düzeltme yapmamı gerektiren ekleme çıkarma yok! Planladıkları gibi bilim yok, bol bol değersiz değer var.

Bakanın basın metninde “Şunu çok iddialı olarak söylüyorum ki bu ana kadar hiçbir müfredat bu kadar çok demokratik katılımla oluşturulmadı ve halkımızın görüşlerine açılmadı” gibi doğru olmayan bir tümce gözüme ilişti. Önce şunu belirteyim ki eğitim bakanı öğetim programlarının nerede, ne zaman, kim tarafından, nasıl hazırlandığını bilmiyor. Bilmediği için “demokratik katılımla” hazırlandığını söylerken renk vermiyor, sesi titremiyor; “demokratik programların” hangi süreçten geçip önümüze geldiğinden bihaber olması, öyle olduğunu sanması yalana gerçek tadı veriyor.

Yeni denen programlar, 4+4+4 okul sisteminin müfredatıdır. Önce okullar hazırlandı ardından programı geldi. 4+4+4 sistemine geçişin yasası AKP genel merkezinde hazırlanmıştı; bu programlar da orada hazırlandı. Parti merkezinde çerçevesi çizilen programlar, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Program Komisyonunda formata uygun hale getirildi. Bu komisyonun görevi, tüm programları ve programcıları İslam dinine uygunluk yönünden denetlemekti.

2015’te başlayıp 2016’da tamamlanan çalışma MEB tarafından Ocak 2017’de kamuoyuna duyuruldu. Bu tarihten 6 ay önce Evrim Kuramı’na yer verilmeyeceğini, programların az bilim, çok din anlamına gelen dini milli “değerler” merkezli olduğunu 17 Haziran 2016 tarihli BirGün’de yer alan haberimizde duyurmuştuk.

Kapalı kapılar ardında hazırlanmış tezgâh ürünü müfredatlar için bir yıl sonra internet üzerinden ilgili ilgisiz kişilerden görüş istenmesi yapılan işi meşru kılmaz. Aksine ortada ciddi bir meşruiyet sorunu olduğunu gösterir. Halkın nefes alacağı yeşil alanları imara açarken vatandaşın fikrine müracaat etmeyenlerin uzmanlık gerektiren öğretim programları için halktan görüş istemesi tam bir kurnazlık örneğidir.

Devlet okullarından kaçış hızlandı

Resmi kayıtlar özel okul oranının yüzde 7 civarında olduğunu gösteriyor. Fakat bu oran büyük kentlerin seküler ilçelerinde Türkiye ortalamasının çok üstünde. Örneğin Ankara’nın Çankaya ilçesinde oran yüzde 50’ye dayandı. Bazı mahallelerde ise daha yüksek; devlet okulunun bulunmadığı 50 bin nüfuslu Yaşamkent’te özel okul tek seçenek.

Özel okula yönelmeyi tetikleyen yerleşim biriminin ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi gibi gözükse de asıl neden bu kavram kalıbının izah edemeyeceği kadar karmaşık. Ekonomisi imkan vermeyen çok sayıda aile çocuğunu özel okula gönderiyor.

Veliler özel okul seçimini iki ana kritere göre yapıyor; birincisi, hangi kademede olursa olsun vaat ettiği bir sonraki okul türü arayışına yanıt vermesi, örneğin çoğu veli, liseyi bitirdikten sonra sınavsız öğrenci alan yabancı üniversitelere gidebilme şansının olduğu liseleri daha çok tercih ediliyor. ikincisi ise okulun öğrenci için özgür ve güvenilir mekan olması; haklı olarak insanlar çocuklarına saygı duyulmasını bekliyor. Devlet okulları otoriter bulunuyor.

Devlet okullarından kaçış öğrencilerle sınırlı değil, mesleğini icra etmede sıkıntı yaşayan öğretmenler de devlet okullarından kaçıyor. Öğretmenlerin bir kısmı emekli olmayı tercih ederken önemli bir kesimi özel okullara transfer oluyor. Yani devlet okulları müfredatıyla, donanımıyla, yönetimiyle modern eğitim merkezi olmaktan uzaklaştıkça okulun iki asli bileşenli öğrenciler ve öğretmenler de oradan kaçıyor. İstifa eden veya emekliliğini isteyen öğretmen sayısındaki artış, Milli Eğitim Bakanlığının nedenini araştırması gereken orana yükseldi. Fakat bizim Eğitim Bakanlığı öğrenciler ve öğretmenler neden benden uzak duruyor diye merak etmeyecek, çünkü bu onun istediği bir sonuç.