Onunla tanışmadım, sadece nüfus cüzdanının fotokopisindeki fotoğraftan yüzünü biliyorum. ‘Badeci Şeyh’in Sır Odası’ kitabını yazarken incelediğim belgelerden hayat hikâyesini, ifadelerden tarikatta yaşadıklarını öğrendim.

Aslen Giresunlu, 1986 İstanbul doğumlu Ahmet. Bursa’da büyüdü. Ailesi muhafazakâr, Ahmet de çocukluğundan beri namazında niyazında.

19 yaşındayken eniştesi “Dini sohbet edip namaz kılacağız” diyerek onu Bursa’nın varoşundaki bir eve götürdü. ‘Uğur Hoca’ dedikleri adamı ilk kez o zaman gördü. Başında yeşil sarık, üzerinde cübbe vardı, bıyıkları kısa kesilmiş, sakalları uzundu.

Ahmet, koltukta oturan şeyhin karşısında yerde diz çökmüş müritlerin arasına karışmıştı. Ona ‘Talip’ dediler, mürit olmak isteyen anlamındaydı. Evdeki sohbetten sonra müritler, Şeyh’in kerametlerini gözleri dolu dolu anlatmıştı. Hocalarının rüyalarına girmesi için dualar ettiklerini söylerken “Uğur Hoca, Nakşibendi Tarikatı’nın Halidiye kolunun Kırklari Tarikatı’nın Şeyhi’dir” diyorlardı.

Şeyh, Ahmet’e tesbihat yani her gün saatlerce evde tekrarlayacağı dualar verdi.

Evlerde ya da Duaçınar Camisi lokalinde sohbetler devam ederken Ahmet’e tesbihatlarda Şeyh’in iki kaşının arasını hayal etmesi söylenmişti. Şeyh’e aşk ilahi aşktı, Allah aşkıydı.

Toplu halde zikir çekerken Şeyh ilahiler okuyor, onun talimatlarıyla, aşkla kendilerinden geçiyorlardı. Tarikatın ‘Murat’ı yani Şeyh’in sağ kolu Mesut isimli bir adamdı. ‘Uğur Hoca’nın kutsallığını cemaate aşılamak onun göreviydi. Şeyh’in ahret günü tüm müritlerini ellerinden tutup cennete götüreceğini anlatıyordu. Uğur Hoca ‘Gavs’ yani kainatın yeryüzündeki yöneticisiydi.

Tarikatların yüzlerce yıllık yöntemi işliyordu.

Şeyh, Allah katında kutsallığa konumlandırılırken Ahmet’in benliği, mantık süzgeci yok ediliyordu. Tüm tarikatların ana şartıydı bu: Şeyh karşısında imamın yıkadığı bir ölü gibi olmalıydı. Hiç sorgulamamalı, bütün benliğini ona teslim etmeliydi.

Ahmet bu sırada yüksekokuldan mezun oldu, askere gitti. Şeyhiyle telefonla görüşmeye devam etmişti. Tezkeresini alıp Bursa’ya döndüğünde bir AVM’de güvenlik görevlisi olarak işe başladı.

‘Uğur Hoca’ dergâh açmıştı ve oraya gidiyordu. Dergâhta bir ‘Sır Odası’ vardı. Zikirlerden sonra müritler tek tek bu odaya giriyor ve Şeyh ile baş başa kalıyorlardı.

Ahmet de diğer müritler gibi Şeyh’e para veriyordu, bir mürit İnegöl’deki arsasını bağışlamıştı.

Ahmet, mürit olduğunda ‘Sır Odası’nın kapısı ona açıldı.

Şeyh yeni müridine Arapça ayetler eşliğinde sırrı bahşetti:

“Hz. Peygamber soyundan geliyorum. Cinsel organım nur çeşmesidir. Oradan gelen nuru içen badelenir, cennetlik olur. Cinsel ilişki yoluyla badeyi alan Allah’a daha da yaklaşır. Bu nuru yaymak için dünyaya geldim, bana yardım edeceksin.”

Mürit Ahmet kendisine öğretildiği gibi hiç sorgulamadı. Dediklerini yaptı. AVM’de tanışıp sevgili olduğu kadını ve daha sonra nişanlısını Şeyh’in talimatlarıyla “Benimle birlikte olmak için badelenmelisin, tabii olmalısın” diyerek ‘Sır Odası’na sürükledi. Annesini, kız kardeşini, amcasının kızını dergâha götürmüştü.

Badeci Şeyh’in dergâhına bir ihbarla baskın yapıldığında gözaltına alındı Mürit Ahmet. İfadesinde eski sevgilisi ve nişanlısının cennetlik olmalarını sağladığını anlattı. “Bade olayına devam etmek istiyorum, bizim için ibadettir. Hocamdan şikâyetçi değilim” dedi. Ahmet ile aynı gün ifadesi alınan onlarca mürit Şeyh’i savundu.

İşte böyle Mürit Ahmet’in hikâyesi…

Yaşadıkları yüceltilen şeyh ile kimliği yok edilmiş mürit arasındaki büyük istismar bataklığını ortaya koyuyor. Bu bataklığın nasıl oluşturulduğunu gözler önüne seriyor.

Uşşaki Tarikatı’ndaki sapık şeyh olayından sonra yeniden başlayan tartışmalarda ifade edilen ‘tarikatlar sivil toplum örgütüne dönüştürülüp denetlensin’ önerisinin gerçekliği olmadığını Mürit Ahmet’in hikâyesi ortaya koyuyor.

Cinsel istismar olsun ya da olmasın tüm tarikatların temelini insanların akıl ile sorgulama yeteneklerinin yok edilmesi oluşturuyor. Varlık koşulları istismar içeriyor. Bu nedenle denetlenip düzeltilmeleri mümkün değil. Çünkü Uşşaki Şeyhi’nin de söylediği gibi ‘Mürit Mürşidini sorgularsa tarikat olmaz’. Yani istismar olmazsa tarikat olmaz.

Tek yapılması gereken bu istismar bataklıklarının çok kapsamlı bir toplumsal proje ile kurutulmasıdır.

İSTİSMAR UZMANI

Uşşaki Şeyhi olayından sonra TV kanallarına Cübbeli Ahmet’in çıkartılması bile ‘Tarikatlar denetlensin’ önerisinin manasızlığını anlamak için yeterli. Makul gösterilen tarikatçı, müritlerini yanmayan kefen, rüyada peygamber gösteren terlik satarak istismar ediyor. Isırdığı hurmayı kutsal diye müritlerine yediriyor. Acaba yılda kaç mürit bina, arsa bağışlıyor? Çiftlik Bank Tosunu’ndan tek farkı, tarikat dokunulmazlığına sahip olması.

SİLAHLI MÜRİTLER

Ancak Cübbeli Ahmet’in bir sözü önemli. Ne de olsa tarikatı tüm Türkiye’de örgütlü ve bu sayede bilgiler topluyor. 2 bin selefi dernek olduğunu ve özellikle Adıyaman ile Batman’da silahlanarak iç savaşa hazırlandıklarını anlatıyor. 10 Ekim Ankara Katliamı’nı ve Suruç Katliamı’nı Adıyaman’da örgütlenen IŞİD bağlantılı Dokumacılar Grubu yapmıştı. Şimdi yüzlerce dernekte cihat ederek cennete gideceğine inanan müritler yetiştiriliyor. Mürit Ahmet gibi akılları şeyhlerine teslim ve onların elinde silah da var.