Ama bu durum ne neoliberal politikaların tümüyle gündemden çıktığı ne de kapitalizmin kendiliğinden yıkılıp gideceği anlamına geliyor. Dahası neoliberal politikaların farklı ülkelerde farklı direniş noktaları bulduğundan, bulacağından da emin olabiliriz.

Neoliberalizmin fetret devri

Türkiye’de gelişmeleri anlayabilmek, öngörülerde bulunabilmek sol açısından ancak ciddi bir tartışma ile mümkün olabilir. Bu alanda yoğun bir çaba ile sol literatürün zengin kaynaklarını çevirerek olsun, telif eserlerle olsun Yordam Yayınları’nın katkısı büyüktür. Bu yılın en sevindirici yayınlarından birisi değerli Oktar Türel Hocamızın “Küresel İktisadi Tarihçe” adlı çalışmasının 1980-2009 arasını kapsayan ikinci cildinin çıkması oldu. Küresel İktisadi Tarihçe’nin bu cildinde neoliberal dönemin ya da çağın kapsamlı bir analizini okuma şansı buluyoruz. Eserin başlangıç kısmında aktarıldığı gibi “Neoliberal Çağ’da kapitalizmin ‘merkez’inde patlak veren en ağır kriz olan ve büyük küresel yansımalara yol açan Kuzey Atlantik Finansal Krizi’nin (2007-9) Ağustos 2009’dan itibaren yatıştığı söylenebilir” Bu krizden sonra “dünya ekonomisi 1980-2009 dönemindekinden farklı patikalara yönelmiş” görünüyor. Yine Oktar Türel’in aktarımı ile “2009 sonrası yıllar, Gramsci’nin deyişi ile ‘eskinin ölmekte olduğu ama yeninin henüz doğmadığı, ... bu arada çok çeşitli hastalık belirtilerinin ortaya çıktığı’ bir interregnum” kaos ya da fetret mi diyelim, dönemine işaret ediyor. (A.g.e; sf.23)

Sorun şuradadır ki neoliberal yöntemlerin iflas etmesi ile birlikte kapitalizm krizlerini yönetebilecek, sistemi koruyabilecek bir yol bulabilmiş değildir. Eski Dünya Bankası başkanlarından Stiglitz “seçmenler seçilenler, işçiler şirketler, zenginler yoksullar arasında yeni bir toplumsal sözleşmeden” Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Schwab “hissedarlar kapitalizminden uzaklaşarak... paydaşlar kapitalizmine geçmekten” söz ediyorlar. Bu sözler neoliberalizmin krizini anlatabiliyor, ama kapitalizme bir çıkış yolu gösterme konusunda olsa olsa çözümsüzlüğün ya da interregnum -kaos-fetret döneminin ifadesi olabiliyorlar.

Kapitalizmin çaresizliğe düşmüş olması eğer halklar kendileri için bir çıkış yolu bulabiliyorlarsa hiç de üzülecek bir durum değildir. Oktar Hocanın dediği gibi, “Bugün insanlığın erişmiş bulunduğu maddi, beşeri ve entelektüel cihazlanma düzeyi, çözüm bekleyen birikmiş ve ağır sorunların üstesinden gelmek için fırsatlar da sunmaktadır”(A.g.e; sf.443) Bütün mesele solun bu fırsatları değerlendirebilecek analizleri zenginleştirecek tartışmaları hedefe yönelterek geliştirebilmesindedir.

PARADOKS DEĞİL EŞYANIN TABİATI

Yukarıda da anlamaya ve ustalardan özetlemeye çalıştığım gibi neoliberalizmin iflasının tüm belirtileriyle kendini göstermesi ve kapitalizmin çaresizliği, bize hazır bir kurtuluş reçetesi sunmuyor. İlk bakışta bu iflasın, yenilginin doğal rotasının uzunca bir süre otoriter yönetimlerin, sıkı düzen isteyenlerin, savaş ve silahlanma politikası güdenlerin, ideolojik stratejik hegemonyaların peşine düşenlerin de yenilgisi olması gerektiğini düşündürüyor. Ne var ki somut belirtiler, örnekler, böyle bir sonucun otomatik bir şekilde doğmayacağını gösteriyor. Bir anlamda paradoks gibi görünen bu durum sağ popülist siyasi güçlerce ya da iktidarlarca kapitalizmin krizine ve yarattığı iktidar sorunlarına çözüm arayışlarına dönüştü. Bu türden bir politikanın Türkiye’de de kendine çıkış yolu aradığını, otoriter yöntemlerle bu iflası karşılamak istediğini biliyoruz. Bu politikaların temel özelliklerini Türkiye’de de görmek mümkün. Özellikle etnik temelde ya da din bağlamında ötekileştirme çabaları, iç politika ile dış politikayı iç içe kullanma eğilimi, ulusalcılık yerelcilik adı altında şoven milliyetçi akımları besleme, giderek otoriterleşme fırsatlarını değerlendirme eğilimi tipik özellikler olarak dikkat çekiyor. Bir diğer özellik yine Oktar Hocadan aktaralım, bu tür yönetimlerin liberalizm karşıtı bir söylemi benimsemekle birlikte, “seçimler yoluyla iktidara geldiğinde, liberal demokrasi karşıtlığına otoriterliği de eklemesi güçlü bir olasılıktır.” (A.g.e; sf.441)

İÇERİDE BAŞKA DIŞARIDA BAŞKA

Şimdiki dünya tablosu da neoliberalizmin iflasından sonraki karmaşayı iyi yansıtıyor. ABD’deki yönetim değişikliğinin bu fetret dönemine bir çözüm üretip üretemeyeceği ya da bulunan çözümün uluslararası ilişkilerde gerginliğe ve ülkelerde otoriter eğilimlere mi destek çıkacağı, krize sosyal demokrat çözümler bulmak isteyen ülkelere “demokrasi getirmeye” mi çalışacağı belirsizdir. Biden yönetiminin içeride ve dışarıda farklı politikalar izlemesi mümkün görünüyor. Korkut Boratav Hocamızın BirGün’de yayımlanan (4.4.2021 Pazar eki) söyleşideki yorumu ile Biden’ın kendi ülkesindeki ekonomi politikası “Neoliberal “malî disiplin” ilkelerini tümüyle terk eden; sol Keynes’gil, bölüşümcü bir açık-bütçe uygulamasıdır. Kapitalizmin tarihinde benzerine ender rastlanan boyuttadır; ABD millî gelirinin yüzde 9’unu aşmıştır. Biden, ilaveten iddialı bir altyapı yatırım programını sahiplenmiştir. Kongre’nin sosyalist üyelerince önerilen, F.D. Roosevelt’in “New Deal” programını “Yeşil” doğrultuda geliştirme tasarımının hayata geçirileceği beklentileri beslenmiştir.” Ama dışarısı ile ilgili heveslerinin başka olduğu anlaşılıyor. Yine Boratav Hocanın yorumuna başvuralım: “Son elli yıldaki siciline göre DP, ‘ABD emperyalizminin savaş partisi’dir. Trump’ın NATO bağlantılarını zayıflattığı; en azından söylem düzleminde ‘ABD’nin sonu gelmeyen savaşları’na karşı çıktığı unutulmamalı. DP’nin sol kanadı ise, Clinton döneminden miras kalan ‘insan hakları emperyalizmi’ söyleminin tutsağıdır; Rusya ve Çin karşıtlığında hemfikirdir.”

Korkut Boratav neo-liberalizmin iflası olgusunu kesin bir dille ifade etmeyi kuşkuyla karşılıyor. Küresel çapta güçten düşmüş olsa bile belli yöreler için hala geçerli bir politika olarak savunulduğuna dikkat çekiyor: “Ocak 2021’de IMF ve Dünya Bankası’nın ortak toplantısında, ‘neoliberal malî disiplin’ ilkelerinin ABD ve diğer ‘merkez’ ekonomilerinde askıya alınması açıkça savunuldu; belgelendi. Ama dikkat ediniz, ‘Güney’ coğrafyası açıkça dışlanarak… Örneğin aynı tarihlerde Arjantin ve Ekvador ile sürdürdüğü kredi görüşmelerinde IMF, kamu maliyesinde katı kemer sıkma önlemlerinde ısrar etmekteydi.”

***

Biden yönetiminin bir tür sosyal demokrat sayılabileceğini söyleyen Ergin Yıldızoğlu da neoliberalizmin iflasının kesin olduğunu vurgulamakta birlikte, şahin politikalar izleyebileceğini belirtiyor ve “Bu sosyal demokrasi, kendi ülkesinde ‘demokratik halkçı’ (emek sermaye mutabakatına dayalı) uygulamalara karşın, uluslararası alanda, emperyalist sistem (emperyalizm bir sistem sorunudur siyasi tercih sorunu değil) içinde hareket etmek durumunda olduğundan, modern ya da klasik emperyalist politikaları, ucu savaşlara uzanacak olsa bile izlemek durumunda kalabilir. Bunu da doğal karşılamak, hatta beklemek gerekir.” diyor. (Sendika Org; 8.4.2021)

Sonuçta neo-liberalizmin artık politikalarını keskin ve kesin bir şekilde uygulamak konumunda olmadığını söyleyebilir, kapitalizmin Stiglitz ve Schwab gibi itirafçılarının sözlerini kendi pratik gözlemlerimizle de görebilir, yalnızca neoliberalizmin değil, sistemin çıkışsızlığını gösterebiliriz. Ama bu durum ne neoliberal politikaların tümüyle gündemden çıktığı ne de kapitalizmin kendiliğinden yıkılıp gideceği anlamına geliyor. Dahası neoliberal politikaların farklı ülkelerde farklı direniş noktaları bulduğundan, bulacağından da emin olabiliriz.

Oktar Türel Hocanın dediği gibi bir “interregnum” -fetret -kaos dönemi kapitalizmin bugününü iyi anlatıyor; kapitalizm için kötü zamanlar, bizim için iyi olabilecek olasılıklar zamanlarındayız; çıkışın ilk adımının ne olması ya da ne olmaması gerektiği ise tümüyle pratik bir sorundur...