İmam hatiplerin yaygınlaştırılması, karma eğitimin kaldırılması, seçmeli din derslerinin tüm okullara yayılması, öğretmen ve idarecilerin buna göre seçilmesi konusunda izlenecek yol ve yöntemlerin gözden geçirilmesi...” Bu, TÜRGEV Mütevelli Heyeti Üyesi ve dönemin başbakanı R.T.Erdoğan’ın oğlu Necmettin Bilal Erdoğan başkanlığında 26 Ağustos 2013 tarihinde yapılan (bir nevi eğitim şurası denebilecek) toplantının gündemiydi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin tarafından basına açıklanan toplantının diğer katılımcıları ise İlim Yayma Cemiyeti, İlim Yayma Vakfı, Ensar Vakfı ve ÖNDER (İmam Hatip Okulu Mezunları Derneği -dernek “imam” yerine “önder”i kullanmaktadır)’di. O toplantıda Milli Eğitim Bakanlığı İstanbul Milli Eğitim Müdürü başkanlığında bir heyetle temsil edilmişti.

Şunu aklınızdan çıkarmayın; bugün, günlük rutin işler hariç, Eğitim Bakanlığından çıkan her stratejik karar bu ve benzeri toplantılarda alınmaktadır. Eğitim Bakanlığı sadece oralarda alınan kararların sekretarya işleriyle görevlidir. Öğretmenlerin rotasyona tabi tutulması da “öğretmen ve idarecilerin buna göre seçilmesi”nin gereği olarak yapılan düzenlemedir.

Dikkat ederseniz bakanlığın öğretmene rotasyon uygulamasının gerekçeleri arasında pedagojik yarar yok. Yönetmeliğin “amaç” başlığı altında “eğitim-öğretim hizmetlerinin etkin bir şekilde yürütülmesi” beni tatmin edecek bir gerekçe değil. Rotasyoncuların, öğretmenin atandığı okulda sekiz yıldan fazla görev yapmasının öğrenci açısından araştırmaya dayanarak tespit edilmiş olumsuzluğunu göstermesi gerekiyor. Sınıf öğretmeninin dahi öğrenciyle iletişimini dört yılın sonunda bitiren sistemde, aynı okulda uzun süre görev yapan öğretmenin verimliliğinin düştüğünü öne sürenler saçmalamış olur. Onların düşündüğü gibi olsaydı her yılı bir öğretmenle geçiren Doğulu öğrenciler uçuyor olmalıydı.

Bakanlığın TÜRGEV’den aldığı talimata bulduğu sözlü gerekçelerden biri de öğretmen dağılımındaki dengesizliği gidermek: O zaman adama sorarlar; sizden öncekilerin getirdiği ve halen yürürlükte olan norm kadro uygulamasını neden işlemez hale getirdiniz? Bunu da geçelim…

Geriye kalan tek dayanak, kent merkezine gelmek isteyen taşradaki veya kentin periferindeki öğretmenlere yer açmak. Bu sav, sıra bekleyen öğretmenleri tahrik etmede işe yarar gözüküyor. Fakat hepsi o kadar. Hepsi o kadar; çünkü puana dayalı yerleştirme sistemine göre yeterli puana sahip olanların bunu bir fırsat olarak beklediğinden emin değiliz. Örneğin, Sultanbeyli’de görev yapan Ömer öğretmen Şişli bölgesine niçin gelsin?  Küçük akıl, Ömer’in Şişli’ye gelmesi gerektiğini düşünüyor. Peki niçin?

 AKP, büyük kentlerin merkezi semtlerinde kümelenen ve bu yerleşim birimlerindeki halkın seküler yaşam tarzıyla uyum içindeki öğretmeni kenardaki muhafazakâr mahallelere göndermek istiyor. Bu yolla hem kalan bir avuç laik öğretmeni mahalle baskısıyla sindirmeyi hem de kentin laik kalelerindeki halkı müttefikinden ayırarak oraları teslim almayı planlıyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde okulların imam hatibe dönüştürülmesine karşı gelişen tepkiye öğretmenlerin öncülük yaptığını unutmayalım. Eğitimin dinselleşmesi adına daha bir sürü planı önünde bekleyen Bilal’le babasının bunu göz ardı etmesi beklenemezdi.

Eğer bir zorlama yoksa öğretmen, görev yapacağı ve aynı zamanda yaşayacağı yeri sosyal, kültürel sonra ekonomik durumuna göre seçiyor.  Bu öğretmen davranışı, solcu öğretmenin zamanla kentin kendisi gibi düşünen semtleriyle buluşmasına yol açtı. Seküler (laik demiyorum) öğretmen, özellikle AKP döneminde, kendisi için “güvenli bölge” saydığı kent merkezlerinden ayrılmadı. Ankara’nın Pursaklar ilçesindeki bine yakın öğretmenden sadece 12’sinin Eğitim Sen, üçte ikisinin Eğitim Bir Sen üyesi olduğu, buna karşın Çankaya’da Eğitim Bir Sen’le Türk Eğitim Sen’in,  Eğitim Sen ve Eğitim İş’in üye sayısına erişemediği bilgisi TÜRGEV’in gözünden kaçmış olamaz.

Ağustosta İzmir İl Eğitim Müdürü ne demişti: “Ateist ve komünist öğretmenlere defol deyin, defterlerini dürün”... Müdür kağıdı rulo yapın demek istemiyordu herhalde...