Devlet okullarının açılış tarihi belli değilken özel okulların 15 Ağustos’ta açılacağının ilan edilmesi, mevcut öğrencilerin kayıt yenilenmesi kadar devlet okulları yerine özel okulları tercih edin yönünde açık bir teşvikti. Eğitim bakanının tutumu devlet okullarını açma yönünde. Ondaki bu ısrar ancak devlete rakip, devletle rekabet içindeki özel işletmecilerde görülebilirdi ve Ziya Selçuk saklama gereği duymadan bunu gösterdi.

Okullar açılmalı mı açılmamalı mı?

ABD Başkanı Trump, 8 Eylül'de okulları açmayan eyaletleri federal bütçe fonlarını kesmekle tehdit ediyor. Günlük vaka sayısının 10 bini aştığı Kaliforniya’da bile okulların açılmasını istiyor. New York Valisi de okulların zamanında açılması konusunda Trump kadar ısrarlı.

İngiltere, sinema ve tiyatroları bu hafta açmayı düşünüyordu. Ancak vaka sayısındaki artış nedeniyle bu karardan vazgeçildi. Ne var ki İngiltere her konuda olduğu gibi okulların açılması konusunda da ABD’nin izini takip ediyor. İkinci dalga korkusu yaşayan yerel yöneticilerin okulların eylülde açılıp açılmayacağını sordukları eğitim bakanından aldıkları yanıt “Okulların eylülde açılması tartışma konusu bile olamaz” şeklinde oldu.

Almanya’da okullar bir eyalette açıldı. Diğer eyaletler, salgından en az etkilenen Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde alınan önlemlerin (öğretmenlere ücretsiz test yapılması, derslerin gruplar halinde işlenmesi, grup teneffüslerinin çakışmaması gibi) sonucuna bakıp karar verecek. Avrupa’da genel eğilim, test sayısını artırmak ve Covid-19 pozitif oranının yüzde biri aşması halinde okulları yeniden kapatmak yönünde.

Günlük test sayısı Batı ortalamasının 1/4’ü oranında sabit kalan (8 milyon nüfuslu New York, okullarda alınacak önlemlere istinaden günlük test sayısını 70 bine çıkarırken 84 milyonluk Türkiye 40 bin ortalamayı aşamıyor.) Türkiye’de de yöneticiler okulları bir an önce açmak istiyor. Özel okullar 15 Ağustos’tan sonra belirledikleri en erken tarihte (17 Ağustos) açılabilecek. Devlet okullarının açılış tarihi 31 Ağustos olarak açıklandı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, tepki ve kaygıları yatıştırmak için salgının seyrine bakarak tarihi yeniden değerlendireceklerini söylese de 31 Ağustos ısrarından vazgeçmiş gibi gözükmüyor.

Sağlık uzmanları, ebeveynler ve öğretmenler ise okulların açılmasına salgının seyrine ve alınan önlemlere bakarak karar verilmesinden yana.
Okulları neden açmak istiyorlar?

Yönetenlerle yönetilenler arasındaki fikir ayrılığının nedeni nedir? Yöneticiler neden risk altındaki toplum ve sağlık bilimi gibi solduyularıyla düşünemiyor?
Hükümetlerin okulların açılmasındaki ısrarının, hepsi aynı kapıya çıkan birçok nedeni var: Asıl neden iktisadi. Ayrıca siyasetçiler, hayatın normal seyrinde devam ediyor algısını yerleştirmek istiyor. Birincisinin ekonomik, ikincisinin siyasal bedeli var. Onlara göre insanlar ölebilir ama piyasa canlı kalmalı!

Eğitim, otomotiv ve turizm gibi devasa bir endüstiri. Trafikteki araç sayısı belli bir oranın altına düştüğünde otomotiv ve bağlı sektörlerle birlikte vergi kaybına uğrayan devlet de çöküyor. Turizmde beklentinin altına düşüldüğünde sadece turizmcinin değil, turizmden bu yıl 54 milyar dolar döviz girdisi bekleyen iktidarın da hesabı şaşıyor. İktidar, “yeni normal” algısıyla kısmen de olsa insanları otomobillerine bindirip yakıt tüketip arıza çıkarmalarını sağladı. Fakat bu da benden olsun dercesine kredilendirmesine rağmen insanlar tatilini turizme çevirmedi. Eğitim, katılımı (harcaması) tüketicinin keyfine kalmış endüstri kollarından biri değil. ‘Okula geleceksin, çünkü ben öyle istiyorum’ dediğinde sadece çocukları okulda toplamış olmuyorsun, istisnasız her evi çarşıya, pazara, iş merkezine yönlendirmiş de oluyorsun. Okulların açılmasındaki iktidar ısrarının arkasında her biri ayrı bir sektör olan tekstil, kırtasiye, ulaşım, özel okul, yurt, pansiyon, lokanta vb. işletmeler var. Okul kapitalizmin mahalle pazarı olarak görülüyor.

Küçük kentlerde açılan üniversitelerin hem kent ahalisi hem iktidar açısından fabrika gibi düşünüldüğü aşikar. Özel yurt, pansiyon ve öğrenci evleri boşalıyor. Okul çevresindeki yeme-içme mekanları kapanıyor. Kırtasiyeciler boş oturuyor. Eğitim ve okul, ekonominin dinamiklerinden biri olarak düşünülüp tasarlandığında bu dramatik sonuçlarla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. İktidarlar öğrenciyi mi ekonomiyi mi kurtarmalıyım gibi bir ikilem içinde.

Kuşkusuz iktidarların eğiliminde hangi sınıfı temsil ediyor oldukları belirleyici oluyor. Açıklamalarındaki muğlaklık, ama öbür taraftan okulların açılması yönündeki açık tutumu eğitim bakanını yatırım yaptığı ve üyesi olduğu sektörün temsilcisi olarak orada bulunduğunu gösteriyor. Öğretmenlerine hakaret eden Özel Okullar Derneği Başkanı karşısındaki suskunluğunu da buna yorabiliriz. Bakan, okulların açılması için gerekli koşulların sağlanmadığı görüşündeki öğretmen sendikalarını ve öğretmenleri okula gitmeden maaş almakla suçlayan dernek başkanına şöyle diyebilirdi: Okullar öğretim yılının yarısında (16 Mart) kapandı. Siz hiçbir hizmet sunmadan öğrenim ücretini peşin aldığınız öğrencilere ücret iadesi yapmadınız. Hizmet vermeden para kazandınız. Kaygılarını dile getiren risk altındaki öğretmenlere söz söyleyecek son kişi bile değilsiniz!” Bakan Ziya Selçuk, bu bir çift sözü söyleyemediği gibi özel okul işletmelerine hizmet vermeden para kazanma olanaklarını yaratıyor: Devlet okullarının açılış tarihi belli değilken özel okulların 15 Ağustos’ta açılacağının ilan edilmesi, mevcut öğrencilerin kayıt yenilenmesi kadar devlet okulları yerine özel okulları tercih edin yönünde açık bir teşvikti.

Eğitim Bakanı'nın tutumu devlet okullarını açma yönünde. Ondaki bu ısrar ancak devlete rakip, devletle rekabet içindeki özel işletmecilerde görülebilirdi ve Ziya Selçuk saklama gereği duymadan bunu gösterdi. Türkiye pandemi koşullarından çıkmış değil, günlük test, vakıa ve ölüm sayısı güven verici istatistiklere dayanmıyor. Salgının tekrar yükselişe geçtiği bir ortamda kesin tarih vermenin başka bir hesaba dayanması gerekiyor. Büyük ihtimalle 31 Ağustos’ta okullar açılacak ve bir hafta sonra tekrar kapanacak. Bakan da böylece üyesi olduğu özel okullara karşı yükümlülüğünü yerine getirmiş olacak.

Okullar neden açılmalı veya açılmamalı

Zor bir karar olduğu şüphesiz, ancak art niyetli başka bir hesaba dayanmayan samimi ve gerçek bilgilere dayalı karar ne yönde olursa olsun kabul edilebilir. Eğitimin sosyal yönünü önceliği sayan biri, yüz yüze eğitimin üstünlüğüne, gerekliliğine ve zorunluluğuna inanır ve dolayısıyla okulların açılmasını ister. Kaldı ki sağlık ilaçla değil bilinçle korunan bir şeydir ve okullar bu bilincin kazanıldığı yerdir. Bu yönüyle okul, kendine ilişkin önlemleri alan, aynı zamanda toplumu da bilgilendiren toplum sağlığı kurumudur. Ne yazık ki 80’li yıllardan itibaren okullar bu yeteneğini yitirdi. Deprem, sel, yangın, salgın gibi sık yaşadığımız felaketlere rağmen hâlâ akıllanmadık; MEB, geçen yıl açtığı Dünya Bankası destekli Beceri Atölyelerinde matkap kullanmayı öğretirken maske kullanımını ve önemini öğretmeyi akıl edemedi. Projeye bizimle birlikte dahil olan Yunanistan çocuklara yaşam becerisi kazandırırken biz iş becerisi kazandırmaya devam ediyoruz.

Okullar öğrencilerin sağlığını koruyamayacak ve de koşullar ve önlemler eğitimin sosyal yönününün gerçekleşmesine izin vermeyecekse, yani öğrenciler aynı fiziksel ortamda birbirine mesafe koymak zorunda ise onları okulda toplamanın bir anlamı da gereği de yok. Grup çalışması yapılmayacak, çocuklar birbirleriyle oynayamayacak, simidini paylaşamayacak, kalemini silgisini kullanamayacak, yere düşen arkadaşının elinden tutamayacak, etkinlik gerektiren dersler işlenmeyecek ve hatta birbiriyle konuşamayacaksa okulda olmanın pek de bir anlamı olmayacaktır. Aynı mekandaki çocukların ve gençlerin katı sosyal mesafe kuralına uyması, uzaktan eğitimin bir başka biçimi sayılır. İlişkisiz yüz yüze eğitimin bir süre sonra duygusal mesafeye yol açacağı da göz ardı edilmemeli.

Nüfusu bize eşit ve günde yüz binin üzerinde test yapabilen ülkeler, binin altına düşen günlük vaka sayısını normal kabul ediyor. Türkiye sınırlı sayıdaki test ile binin üzerinde vakıa görülen ülkelerden biri. Kendi kendine önlem alma konusunda toplumsal bilinç ve irade eksikliğini de hesaba kattığımızda Türkiye’nin okullarını açacak pozisyonda olmadığını söyleyebiliriz. Eğer gerçek, bildiğimizden daha vahim ise Kenya gibi bu öğretim yılında okulların açılması düşünülmeyebilir bile...