Önceki gün, Ahmet Davutoğlu, AKP’nin 5. Olağan Kongresi’nde konuşmasını bitirince, adeta Kongre de fiilen sona ermiş gibiydi. Zaten Parti’nin MKYK aday listesi de daha önce açıklanmıştı. Yoksa dağ, doğura doğura yine bir fare mi doğurmuştu? Ve AKP Kongresi’nden “yenilik” bekleyenlerin hevesleri yine kursaklarında mı kalmıştı?

Aslına bakılırsa, Davutoğlu, tam da kendisinden beklenecek bir konuşma yaptı: “Yeminli düşmanlar” hariç, herkese şirin görünmeye çalışan ve bu yüzden de ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranacak cinsten bir konuşma. Bol bol hamaset; boş ve demagojik cümleler; Allah ve Bismillah sözcükleriyle süslü vaadler, temenniler.. Ve kaçınılmaz olarak da malum “komplo” teraneleri.. Gezi, 17-25 Aralık , Paralelciler vb..

• • •

Oysa Beştepe Külliyesi’nden umudu kesenler son aylarda ne çok hayaller kurmuşlardı?

Doğrusu, boşuna da sayılmaz; daha on gün önce “AK Parti’nin kurucu değerleri”ne gönderme yaparak bu umutları ateşlemiş olan bizzat Davutoğlu değil miydi? Pek inanmasam da, AKP’nin kuruluş koşullarını incelemiş biri olsam da, bu sayfalarda ben de “acaba?” diye kendimi zorlamıştım. Gerçekten de “Bizim kurucu değerlerimizde lüks, şatafat yoktur”, demişti AKP Başkanı; “Hayat standartını siyasete girerek değiştirmiş olanlar bizde yoktur (...) Sahip olduğu kamu görevinin üzerinden herhangi bir şekilde rant elde edenlere bu kapı kapalı oldu”. İyi de, bunlar akla kötü şeyler getiren, tehlikeli çağrışımlar yapan cümlelerdi. Nitekim bu hatırlatma medyada da yankılar uyandırdı ve eğrisiyle doğrusuyla tartışmalara yol açtı. Yoksa bu cümlelerde bir Erdoğan-Davutoğlu çatışmasının şifreleri mi gizliydi?
Kongre’de Davutoğlu bu soruya net bir şekilde “Hayır” diye yanıt verdi ve “kurucu değerler”in bizzat Erdoğan’ın imzasını taşıdığını söyledi. Daha önce söylediklerini de –herhalde yanlış anlamaları önlemek amacıyla- bu kez makaslayarak tekrarladı. Zaten MKYK listesi de –söylentilere bakılırsa Erdoğan’ın talimatıyla Yıldırım Binali’nin pres yapması sonucu- Beştepe’nin önceliklerine göre hazırlanmıştı. Kısaca hayali bir pozisyon savaşının galibi Erdoğan oldu.

• • •

Yine de!

Yine de Kongre’de “kurucu değerler” gündeme gelmiş ve bir de “Kurucu Değerler Kurulu” oluşturulmasına karar verilmişti. Üstelik “Kurucu Baba”lardan Abdullah Gül de Kongre’ye gönderdiği mesajda, anlamlı bir şekilde, 2001’de AK Parti’nin bir “erdemliler hareketi” olarak yola çıktığını hatırlatmıştı. Ve bu arada “Aşk ile çıktık yola; yenilendik; tazelendik” sözlerine yer veren bir de seçim türküsü kabul edilmişti. Türkü “Söylenecek sözümüz var; yürünecek yolumuz var!” diye devam ediyordu. Mevcut koşullarda pek de inandırıcı değildi. Kimi “yeminli düşmanlar” buna bir de “dolduracak kutumuz var!” hedefini eklediler.
Yine de AKP içinde bir şeyler dönüyordu.

• • •

Aslında şurası bir gerçek: Cumhurbaşkanı Erdoğan, keyfi ve hukuk dışı davranışlarıyla kurucusu olduğu ve hala da kontrol altında tuttuğu Parti’de çoktandır bir sorun haline geldi. Ve gelirken de bir zamanlar AKP oylarını % 58’lere taşıyan seçmen kategorileri yavaş yavaş partiden uzaklaştılar. “Ilımlı yeşil” kararmaya başlayınca, liberaller titreyip kendilerine geldiler; Gülen’ciler “sakladığınız şu kasaları ve ayakkabı kutularını hele bir görelim” dediler; Kürtler ise dolaylı seçimlerden bıkkınlık içinde “yetti artık” diyip, seçimlere kendi bayrakları altında girme kararı aldılar. Sonuç olarak da AKP oyları % 41’e kadar indi.

• • •

Bu erozyona Başkan’ın ne kadar hırçın bir tepki gösterdiğini herkes biliyor. Liberal yazar-çizer erbabının çoğu, gazete köşelerinden ve TV ekranlarından kovuldu; Cemaat üyeleri –eğer tutuklanmadılarsa- işlerinden oldular ve Kandil dağlarına da bombalar yağmaya başladı. Öyle ya, 7 Haziran seçimlerinde seçmenler yanılmışlardı; 1 Kasım’da bunu düzeltmek için ne gerekliyse yapılmalıydı. Özellikle de HDP’ye “emanet oyu” veren şaşkınların feci yanılgısı gözler önüne serilmeliydi.

• • •

Oysa Parti’de hala aklı başında olanlar, yapılanların AKP’ye daha da çok oy kaybettirecek nitelikte olduğunu görüyorlardı. Görüyorlardı, ama kendilerinde bir şey yapacak güç de kalmamıştı. Zaman zaman –Bülent Arınç gibi- söyleniyor, homurdanıyorlardı; hepsi o kadar.
Zaten bir şey yapamazlardı; çünkü Erdoğan’ın AKP seçmenleri içinde hatırı sayılır bir ağırlığı vardı. İmam Hatip geleneğinden gelen bu eski münazaracı, yıllar boyunca, “Davamız!” diyerek, “mağduriyet edebiyatı” yaparak ve devrim düşmanlarını sofrasında ağırlayarak kendisine hatırı sayılır bir hayran kitlesi yaratmıştı. Şu anda AKP’de kimse ona meydan okuyamazdı; hele tüm siyasi kariyerini ona borçlu olan Davutoğlu, hiç okuyamazdı.

• • •

Bir kamu oyu yoklamasına göre AKP seçmenlerinin sadece % 20’si dinci-muhafazakar motivasyon ile oy veriyorlardı ve işte Erdoğan’ın asıl fanları da bu kesimde yer alıyorlardı. Birkaç gün önce Hürriyet gazetesi önünde toplanan saldırgan kalabalıkla ilgili görüntülere bakılırsa, Başkan’ın yeni Kürt politikası da meyvelerini vermiş, bir kısım Ülkücüler de kervana katılmışlardı. Dil ucuyla yapılan kınamalar dışında, kimsenin indirilen cam ve çerçevenin hesabını vermesi de beklenmiyordu. Anlaşılan “paralel yapı ve PKK ile tehlikeli ilişkiler içinde olan” Doğan Medya Grubu’nun sindirilmesi de, tüm medya kuruluşlarına gözdağı verme çerçevesinde, seçim taktikleri arasındaydı. Davutoğlu’nun zaman zaman “Ya Allah, Bismillah! Allah-u Ekber!” nidalarıyla kesilen Kongre konuşması bu Ülkücü takviyeli mümin takımını okşayıcı cümlelerle doluydu.

• • •

AKP’ye, sanıldığının aksine, dinci propaganda ve etkinlikler yüksek oranda oy sağlamıyordu; oyların çok daha fazlası sosyal yardımlardan, dağıtılan “çıkın”lardan ve “Anadolu kaplanları”na, KOBİ’lere vb sağlanan olanaklardan kaynaklanıyordu. Oysa son yıllarda giderek durgunlaşan ekonomi bu kanalları tıkıyor ve AKP’nin ufuklarını giderek karartıyordu. Her melaneti bir “komplo”ya bağlayan bir anlayış, bunu da “faiz lobisi”ne, derecelendirme kuruluşlarının düşmanlığına ve Türkiye’nin devleşmesini hazmedemeyen “dış güçler”in çelmelerine bağlıyordu. İpin ucu kaçırılmıştı. Terörle mücadele şekli de çorbaya tuz katan, şu sırada ekonominin en çok ihtiyaç duyduğu istikrarı bozan bir unsur oldu. Rastlantı bu ya, Kongre’nin yapıldığı gün basında çıkan bir haber de İstanbul Sanayi ve Ticaret odaları başkanlarının feryadına yer vermişti. İSO Başkanı, doların 3 lirayı geçtiği bu günlerde, özel sektör borçlarının 280 milyar dolara çıktığını hatırlatıyor; İTO Başkanı ise “ekonominin durmaması için” Devlet’in bunların ödenmesine katkıda bulunmasını istiyordu. Sanırız Davutoğlu’nun konuşmasındaki krizi yine teğet geçeceğimiz mealindeki sözler bu başkanlar üzerinde soğuk bir duş etkisi yapmıştır.

• • •

İşte böyle. 7 Haziran’da seçmenlerin iktidardan uzaklaştırdığı, fakat korkudan koltuklarına iyice yapışmış oldukları için yeni seçimlere yine iktidar partisi olarak girecek olan AKP’liler, 1 Kasım’a bu koşullarda hazırlanıyorlar. Oysa tüm sosyo-ekonomik göstergeler aleyhte olduğuna göre, bu “olağan Kongre” bir “veda kongresi” olabilir mi?

Belli olmaz; olağanüstü durumların sık sık olağanmış gibi algılandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu yüzden, hiç beklemiyor ve dilemiyor olsak da, Erdoğan’ın karanlık seçim stratejisi pekâlâ tutabilir ve AKP bu ülkede müstebit tek parti yönetimine bir süre daha devam edebilir. Deriz ki, bütün mesele, tüm akıl ve vicdan sahiplerinin, önümüzdeki dönemde karşılaşabileceğimiz “olağanüstü durum”un şimdiye kadar yaşadıklarımızdan çok daha karanlık bir tablo potansiyeli sergilediğini seçmenlere anlatabilmelerinde yatıyor..