Olay TV de kapatıldı.

Mesleğini yapma sevdasındaki pırıl pırıl gazetecilerin göründüğü ekran, zifiri bir karanlığa dönüştü.

O karanlıkta görünmese de simsiyah suratlar, kirli eller, pis siyasi hesaplar vardı.

Cinayeti herkes gördü.

Nedeni belliydi:

İktidarın menfaatleri için değil, halkın gerçekleri öğrenmesi amacıyla haber yapanları engellemek.

‘Katil kim?’ sorusu bile abesle iştigaldi.

Saray, büyük makamların koltukları önceki cinayetlerin failleriyle doluydu.

Ancak gazeteciye düşen tüm olayları tek tek ele alıp irdelemektir. Orada da belki gizli gerçekler vardır.

Biz bunu yapalım.

Tekstil fabrikası sahibi Hüseyin Köksal, Bursa merkezli yayın yapan Olay TV’nin sahibi Cavit Çağlar’a şu teklifi yaptı:

“RTÜK’ten yeni lisans almakla uğraşmak istemiyorum. Ben sermayeyi koyayım ve Olay TV’yi ulusal bir haber kanalı yapalım.” Cavit Çağlar kabul etti, tarafsız ve bağımsız habercilik yapılmasında anlaştılar.

Türkiye’de kamu bankası kredisiyle merkez medyanın satın alınıp yok edilmesi, gazetecilerin hapsedilmesi, işsizliğe mahkûm edilmesi, Saray’dan medyanın yüzde 95’inin yönetilmesi sıradanlaşmıştı da Cavit Çağlar’ın böylesi bir ortamda medya patronluğuna soyunması şaşırtıcıydı.

Nitekim Cavit Çağlar, “Tayyip Bey’i severim” açıklaması yapmış, “Hükümetten çok baskı gelirse kapıyı kilitler çıkarım” demişti.

Ekrem İmamoğlu’nun Olay TV’nin arkasında olduğu dedikoduları da hiç bitmedi.

Dijital platformlar yeni kanala yer vermiyordu.

İddiaya göre; kanal yayına başladıktan kısa süre sonra Cavit Çağlar’ın önüne “Bunları işe al” denilerek yandaş medyadan isimlerin sıralandığı liste konuldu. Listenin tepesinde Olay TV’nin Genel Yayın Yönetmeni olarak görevlendirilmesi istenen Kanal 7 ve Ülke TV’nin Dış Haberler Müdürü Taha Dağlı vardı. Haber Müdürü, Dış Haberler Müdürü, Ankara Temsilcisi, Program Müdürü, Web Müdürü olarak da yandaş isimler yazılmıştı.

Kanalın sermayesini koyan Hüseyin Köksal bunu kabul etmedi.

Kanalın yönetimindekilerin iddiasına göre; Cavit Çağlar, “İktidar tarafından ağır baskı altındayım, devam edemeyeceğim” demişti.

Yayına başladıktan 26 gün sonra Olay TV kapatıldı.

Şimdi Cavit Çağlar, kendisine hükümetten baskı gelmediğini, Olay TV’yi HDP çizgisinde yayın yaptığı için kapattığını, kandırıldığını söylüyor. Ülkenin üzerine bir karanlık daha çökse de o çok rahatlamış. İktidarın öcüleştirdiği HDP kartını oynayarak sıyrılmaya çalışıyor.

Ancak

Olay TV’nin kapatılmasında diğer basın özgürlüğü cinayetlerinden farklı bir durum var. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bu olayda bir rollerinin olmadığı konusunda ısrar ediyor.

“Onlara mı inanacaksın” dediğinizi duyar gibiyim.

Ama…

Acaba İletişim Başkanlığı daha önce yaptığı bu tür operasyonlarda gizlemediği parmağıyla başka bir yeri mi işaret ediyor?

‘Tek Adam’ hülyasıyla girişilen Başkanlık Sistemi’nde ortaya çıkan devasa boşlukta mantar gibi biten ‘çok adamlar’dan biri Olay TV’yi avucuna almak istemiş olabilir mi?

Damat da gönderilmişken Erdoğan sonrası için planlar yapanlar kendi krallıklarını mı inşa ediyor?

Üstelik Olay TV cinayetini incelerken 1990’ların popüler ismi, 2000’lerin cezalı iş insanı Cavit Çağlar’ın, AKP iktidarı döneminde köşesine çekilmiş bir aktör olmadığını da göz önünde bulundurmalıyız.

2015’te Suriye’de Rus uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye-Rusya arasındaki krizin çözülmesinde Cavit Çağlar’ın kilit rol oynadığı akılda tutulmalı. O dönemde elbette bazı isimlerle çok mesai yapmıştır.

***

İletişim Başkanlığı’nın kendi yetki alanındaki ‘medyayı ezme faaliyetleri’ne başkasının karışmasından hoşnut olmadığı doğruysa.

O kararan ekranda sadece basın özgürlüğünün katledilmesini değil, ‘Tek Adam’ olmak hülyasıyla çıkılan yoldaki hezimeti bir kez daha izledik. Artık tek merkezden bile yönetilmeyen, herkesin sansür krallığını ilan ettiği gerçekle yüzleştik.

***

Hangi ihtimal doğru olursa olsun değişmeyen bir gerçek var.

O kara ekran;

İktidarın boyadığı Türkiye’deki gazeteciliğin tablosu.

Medyada grinin tonlarının bile olmadığını, iyi ile kötünün siyah ve beyaz kadar net olduğunu anlatıyor.

Bu ülkenin medyasında dünya görüşlerine, siyasi tercihlerine göre ayrışmış gazeteciler yok.

İki taraf var.

Bir yanda halka gerçekleri ulaştırabilmek için yani mesleğinin onuru için tutuklanmayı, işsizliği, kara listelere yazılmayı göze alıp baskıya direnenler var.

Diğer yanda ise taktıkları gazetecilik maskesiyle halktan gerçeği gizlemeye memur edilenler duruyor. Onların isimleri medya patronlarının önüne konulan listelerde yazıyor.

‘Yerli-milli’ edebiyatları yaparak yolsuzlukları, haksızlıkları, antidemokratik uygulamaları toplumdan gizliyor, ceplerini dolduruyorlar.

Sadece gazeteciliğe değil, ekmeğini yedikleri, okulunda okudukları bu halka ihanet ediyorlar.