Dün hayatını kaybeden kamyon şoförü ile birlikte bu yıl iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 1100’ü buldu

Dün hayatını kaybeden kamyon şoförü ile birlikte bu yıl iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı 1100’ü buldu. Siirt’te baraj kapakları açıldı, beş kişi öldü. Reyhanlı, Roboski ve Soma, her biri normal bir demokraside hükümet düşürecek olaylardı. Ülkenin hemen güneyinde kendisine İslam Devleti diyen bir örgüt kafa keserek ilerliyor ve 49 vatandaşımız ellerinde rehin, bununla ilgili de yayın yasağı var.

Bu şartlar altında “kadınlar plajı olsun mu olmasın mı?” diye tartışamayacağımız gibi (tabii ki olsun, ama talep varsa çıplaklar kampı da olsun) zorla imam hatip öğrencisi yapılan 40.000 öğrenci yokmuş gibi de davranamayız. Bir şeyi daha yapmaya hakkımız yok: yaşam tarzı ile ilgili kaygılarla yaşam hakkı ihlallerini birbirinden alakasız, hatta birbirine zıt şeylermiş gibi gösteremeyiz, göremeyiz. Bu ülkede böyle ölmeye de, böyle yaşamaya da aynı anda itiraz edilebilir.

Bütün bunları belki de konuşamayacağımız bir geleceğin önünde tek bir engel kaldı: 2015 genel seçimleri. Anti-demokratik bir seçim kanunuyla, dünyanın hiçbir yerinde olmayan seçim barajıyla girilecek bir seçim. 10 ay içinde akla hayale sığmayacak gelişmeler olmadığı takdirde, iktidardan memnun olmayan ve MHP’ye de hayatta meyletmeyecek on milyonlarca seçmenin gözü kulağı HDP’de ve CHP’de olacak. Ve muhalefetin blok olarak boykota gitmeyeceğini bildiğimize göre, tek başına iktidara gelmeleri pek mümkün görünmeyen CHP ve HDP’nin seçime kadar ve seçim günü neleri başarıp başaramayacağı bütün toplumun kaderini belirleyecek.

HDP’nin Demirtaş’ın söylemi ve başarısıyla ufkunu nasıl genişlettiğini seçimden hemen sonra yaratılan heykel krizinden anlamak mümkün. Türkiye’nin pek çok yerinden oy alan ve barajı geçme ihtimali beliren bir HDP fikrini içine sindiremeyen çok fazla odak olduğu da sır değil. CHP’de ise kurultay zamanı.

Melda Onur, Cemil Bayık, Rıza Türmen, Ertuğrul Kürkçü gibi isimlerin son bir hafta içindeki açıklamalarını birlikte değerlendirince ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: biri bu yolda hatırı sayılır mesafe kaydetmiş olsa da, her iki hareket de değişim gereğinin farkında, ve bunun nasıl bir değişim olacağı tartışılmakta. Bu süreçte her iki partide de “şunlardan” ya da “bunlardan” kurtulunması gerektiği yönünde fikirler sıkça gündeme geliyor. Ancak son iki seçimde de birlikte hareket etme ihtimaline dair fikir ürettikleri bilinen bu iki yapının birbiriyle ilişkisi sanki bir tabu. Üzerine söz söyleyen derhal bir ya da iki tarafın belli bileşenlerinden tepki alıyor.

Zurnanın zırt dediği yer tam da burası aslında.

Farklı programlara ve farklı kemik seçmen kitlelerine sahip olan bu iki partinin kurtulmak ya da etkisini azaltmak zorunda olduğu şey, birbirleriyle işbirliği yapmalarını dünyanın en büyük günahı sayan unsurlarından ibaret. Bu unsurlar ilk bakışta birbirlerine taban tabana zıt görünmekle beraber, toplumsal muhalefetin kritik anlarda ortak hareket edememesinin sebebi olarak yan yana duruyorlar. 17 Aralık sonrası biri iktidardan biri cemaatten yana tutum alan, birbiriyle olan kavgalarını sanki mensup oldukları iki büyük siyaset geleneğinin birbiriyle olan kavgası gibi gösteren bu zihniyetler aslında kardeş. Sürekli bas bas bağıran bu kardeşlerin Türkiye genelinde toplam oy oranı ise asla %1’in üzerine çıkmamıştır.
Bu iki kardeşten biri önüne geleni ulusalcı, diğeri de önüne geleni bölücü ilan eder. İkisi de mümkün olan her fırsatta iktidara değil de diğer muhalefet partisine laf sokar. Tek faktörlü açıklamalarla kendilerini ve başkalarını oyalarlar: faktör değişir, bu tavır değişmez.

Fakat bununla kaybedecek vakit yok, çünkü Hatay’ın köylerinde kafa kesme videoları izleten, militanları belki de hala Türkiye’de tedavi gören, El Kaide tarafından bile radikal bulunan bir örgüt kendine sürekli alan açarak ilerliyor ve bu örgütün ve destekçilerinin gözünde aslında HDP ve CHP seçmeninin hiçbir farkı yok. Ve şu anda Ortadoğu’da bu harekete karşı en ciddi mücadeleyi Kürtler veriyor.

Yani hayatta kalma kaygısı, özgürce yaşama kaygısından bağımsız değil, çünkü her ikisine de yönelen tehdit, bütün İslam coğrafyasını insanların sürekli birbirini öldürdüğü bir korku filmine çeviren bir aklın ürünü.

İşte o aklın karşısına mezhepçi olmayan, barış sürecini gerçek anlamda sahiplenen, özgürlükçü, anadilde eğitimi savunan, taşeron sistemini reddeden, gelir dağılımındaki adaletsizliği dert edinen, sosyal yardımları nasıl artırabileceğini araştıran, din ve vicdan özgürlüğünü savunurken en küçük azınlığı dahi gözeten, inşaat çılgınlığını durdurmayı ve gerçek bir basın özgürlüğü getirmeyi vadeden, özeleştiriden kaçınmayan bir ortak akıl koyma ihtimali mevcuttur. Bu ortak akıl seçim işbirliğinden koalisyona kadar geniş bir yelpazeyi ifade edebilir.

Şimdiki iktidarın devamını böyle bir ortak akla tercih edenlere bir şey diyemem. Etmeyenler, bu şimdilik küçük ihtimali tasavvur ederek bir şey kaybetmezler. Bu ihtimali düşünüp dehşete kapılanlar başka alternatifler önerebilirler. Bu ihtimali varlık sebeplerine bir itiraz olarak görenlerse, belki de haklıdırlar.