Covid-19 pandemisinin en çok etkilediği alan hiç kuşkusuz eğitimdir. Fakat hiçbir hükümet bu konuda doğru dürüst bir önlem geliştirmedi. Oysa eğitim bakanlıklarının yapabileceği en akıllı iş, koşulları zorlamak yerine eğitim müfredatını pandemi koşullarına uyarlamak olmalıydı. Eğitim bakanlıkları bunu yapmadığı için işin içinden çıkamıyor. Türkiye Milli Eğitim Bakanlığının dün yayınladığı yüz yüze eğitim genelgesi tam bir şaşkınlık örneği; dersler 30 dakika ile sınırlanacak, öğrenciler haftada iki gün okula gidecek ve 12.30'da okullarından ayrılacak; özel gereksinimli öğrencilerin etkinliklerini öğretmenler belirleyecek fakat yüzyüze eğitim süresi üçte bire indirilen genel eğitimin ders ve etkinliklerini kim belirleyecek belli değil.

Müfredatı süreye ve seyreltilmiş sınıflara uyarlamak o kadar da zor değildi: Covid-19 salgınının kısa sürede kontrol altına alınamayacağı biliniyordu. En iyimser tahminler (aşı bulunsa dahi) pandemi öncesi normale 2022'den önce dönülemeyeceği yönündeydi ve tıp otoriteleri "Yeni normale" alışmamız konusunda bizi zamanında uyardı. Bütün uyarılara rağmen siyasetçiler bu süreyi hoyratça kullandı. Milli Eğitim Bakanlığı, en azından mevcut öğretim programlarını sadeleştirebilir, belirlediği sınırlı süre içinde yüzyüze uygulanabilecek konuları aciliyet sırasına koyabilirdi. Ne var ki eğitim bakanı konuşmaktan iş yapmaya zaman bulamadı.

Hayatı, zorunlu olmayan gereksinim ve ilişkilerden arındırıp özetleyerek yaşamaya "Yeni normal" deniyor. Nitekim uyarılara uyup birçok ayrıntıyı yaşantımızdan çıkardık. Eğer hayat özetlenip yaşanabiliyorsa müfredat da pekâlâ özetlenebilirdi. Pandemiden çıkış uzun süreceğe benziyor; 2021-2022 eğitim-öğretim yılı da heba edilmek istenmiyorsa ve henüz zaman varken lüzumsuz ayrıntılardan, müfredata yakışmayan olumsuz bilgilerden ve modern müfredatta yeri olmayan derslerden kurtulup yüzyüze eğitime devam edilebilir. Ekonomik krizin akla ilk gelen önlemi önceliklerimizi yeniden belirleyerek kimi harcamalarımızı kısmaksa, zamanı ve mekanı verimli kullanmak zorunda olduğumuz şu günlerde de dini derslerden ve din okullarından tasarruf etmeyi düşünebiliriz.

Sonuçları her öğrenci için kazanılmış hak sayılmak koşuluyla pandemi koşullarında yapılması planlanan bütün sınavlar iptal edilmelidir. Çünkü sınava hazırlık sürecindeki riskler, sınavların öğrencileri biraraya toplayarak yarattığı riskten; öğrencide yol açtığı psikolojik çöküntü de eğitimin şöyle-böyle yapılıp yapılmamasının yarattığı ruhsal etkiden daha az değil.

Eğer toplumsal kriz anlarında uygulayacak alternatif bir programı olsaydı eğitim bakanlıkları, çocuklar ve ebeveynler bugün yaşadığımız belirsizliği yaşamayacaktı. Olmayan fakat (krizlerin etkisine göre revize edilip devreye sokulabilecek) olması gereken müfredatın çerçevesini çizmek gerekirse; kriz müfredatı da diyebileceğimiz pandemi müfredatı, pandemi sürecinde uygulanabilir öncelikli konuların seçimini ve öğrencilere pandemi (kriz) ile baş etme becerilerini kazandırmayı gerektirir. Her krizin toplumsal dayanışmayla aşıldığı göz önüne alındığında ise böyle bir müfredatın omurgası yurttaşlık ilişkileri ve ahlak konularından oluşturulmalıdır.

İnsan ve toplum yaşamını olağan akışından saptıran savaş ve doğal afetler gibi kendine özgü özel önlemler gerektiren başka krizler de vardır. Fakat ister beşeri ister doğal olsun, bütün krizler insanları hayatı özetleyerek yaşamaya zorlar. Şu anda dünyayı etkileyen pandemi de bizi özetlenmiş bir hayatı yaşamaya zorluyor. Bu, yaşadığımız ve de yaşayacağımız son kriz değil, öyleyse eğitim, insani krizlerin ortaya çıkmasını engelleyecek, engelleyemediği krizler karşısında insanları güçlendirecek yapıya kavuşturulmalıdır.