Tespih, sahada ve dışarda racon kesen bir zihniyeti temsil etmektedir ve şu an egemen olan zihniyettir.

Başlayalım:

Sorunları tespit edip yorumlamak çok kolay ve bizim en büyük özelliğimiz de budur. Diğer özelliğimiz ise tespit ettiğimiz soruna ait yorumu ise çözüm zannetmemizdir.

Yani, sürekli çözüm diye sorunun bir parçası olup o kısır döngü içinde kıvranıp duruyoruz. İşte asıl sorun burada başlıyor aslında.

Çözüm nedir?

Çözümün analizinde en önemli dayanak konu ile ilgili "doğru" etrafında kalınıp konuşulması gerekir. Çünkü doğrunun kendisi zaten çelişki içindeki çözümden ortaya çıkacaktır. Bu diyalektik bir süreçtir.

İşte tespihli abileri ve onları göreve getirenlerden soyutlanarak konunun uzmanlarıyla bu çözümü bulmak, farklı bir yapının ortaya çıkmasıyla mümkündür.

Olayı şöyle örneklersek;

İlkokul birinci sınıfa başlayan tüm öğrencilere okuma ve yazma öğretmek için tek bir müfredat bakanlık tarafından belirlenerek uygulanır.

Peki, müfredat nasıl ortaya çıkar;

Bakanlığın alt kurullarında oluşan uzmanlarla birlikte, gerekirse üniversitelerdeki eğitim fakültesi akademisyenleri tarafından oluşturulan bir kurulun çalışmaları sonucunda uygun müfredat oluşturulup tüm okulların bunu uygulaması istenir ki; çocukların tamamı okuma-yazmayı öğrensin.

İşte futbolda da altyapıdaki ilk basamakları öğrenmeleri için konunun uzmanları tarafından ortak bir müfredat belirlenmelidir.

Ve her kulüp bu müfredatı genç takımlarına kadar uygulamak zorunda olmalıdır.

Çünkü Türkiye futbolunun kendisi gibi Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş dahil hiçbir kulüp yönetsel anlamda da, temel taktik prensipler anlamda da kurumsal bir kimliğe sahip değildir. Yöneticilerin bilgisizliği tüm sorumluluğu gelen antrenörün bilgisi her ne kadarsa ona bırakmaktadırlar ve işler de o kadar yürümektedir.

Konunun uzmanları kim?

Bam teli burası, öncelikle kim olmadığını söylemek gerekir. Şu andaki TFF gelişim merkezi olarak adlandırılan birimde çalışan hiç kimse değil, bu bir.

İkincisi; futbolun direktörü Fatih Terim hiç değil, çünkü kendi eğitim formatını tamamlamamış bir kişinin eğitim sorununun çözümünü keşfetmesi mümkün değil. Zaten öyle bir donanımı olsaydı bu büyük sorunu bu güne kadar çoktan çözerdi. En iyi örneği; hiçbir şeye anlam katamadığı arabesk yapıdaki Riva’da kurmuş olduğu spor lisesi onun beklentilerini çok net ortaya koyuyor.

Kimler olmalı;

BESYO’lardaki ihtisas derslerine giren UEFA-B, UEFA-A, PRO lisans sahibi öğretim görevlileri, antrenman bilimcileri, tıp uzmanları, sosyologlar, psikologlar, antropologlar, eğitim fakültelerindeki alan ile ilgili akademisyenlerden oluşan bağımsız bir kurul tarafından oluşması gerekir.

Buradan çıkacak müfredat TFF tarafından kabul edilip bütçelendirilip (yıllık bütçenin %10’u) uygulama ve kontrol zorunluluğu getirilmelidir.

İçerik bakımından; öncelikle insan modeli ortaya çıkmalıdır. Psikolojik yapısı, tepkileri, bireysel ve grup içi davranış şekilleri, sosyal grup içinde davranışı ve bireysel davranışı arasındaki farklılıklar, temel motorik özellikleri ve genetik yapısı ile yüklenme koşulları hepsini içeren bir insan formatının tüm özellikleri ortaya konmalıdır.

Ve bir karteks oluşturulmalı, bu karteks (SPORCUSİS) bilgisayar programı ortamında hem kulübünden, hem de federasyon tarafından takip edilerek sporcu adaylarının gelişim süreçleri gözlem altına alınmalıdır. Buradan yıldız sporcu adayları tespit edilerek özel kamp programlarına tabi olmaları sağlanmalıdır.

Ve her aday sporcu, çocuk koruma programına dahil edilmelidir.

Bu yıldız adayı sporcular A takımda ve milli takımlarda oynadığı sürece kulüplere federasyon tarafından teşvik verilmelidir. Bu teşvik TV gelirlerinden sağlanan fon olabilir ve ciddi bir meblağ olmalı ki kulüpleri teşvik etsin.
A takıma alınan altyapı oyuncularına sadece kulübede oturtularak değil onlara değer verilerek sahip çıkılmalıdır.

Salih Uçan’a Roma’nın ve üst düzey oyuncuların verdiği değer gibi…

Ronaldinho’nun Messi’ye ilk A takım maçında penaltı attırması gibi…

Bizdeki gibi çay getiren, malzeme taşıyan, bakkala gönderilen tarzda olmaması gerekir. Yıldız sporcu yetiştirmekle çıraklığı karıştırmamak lazım, özgüven kazandırmak her donanımlı sporcuların sahada görevidir, çünkü yıldız sporcu yetiştirmek bir ekip işidir ve herkese ahlaki bir yükümlülük yükler. Ama onu çizgiden çıkartmamaya da özen göstermek gerekir. Çünkü bizde her iki konuda da ayar sıkıntısı var.

En önemlisi; altyapı antrenörlüğü ile performans antrenörlüğü ayrımı kesinlikle yapılmalıdır ve TFF’deki antrenörlük kurslarında bu programlar ayrıştırılıp verilmelidir.

Altyapılarda yıllarını vermiş emekçi antrenörleri de TFF ücretsiz hizmet içi program vererek bu müfredat uygulamasına hazır hale getirmelidir.

Esas dayanak BESYO’lar, bu iş için çok uygun. Oradaki ihtisas sınıfı öğrencileri altyapılarda çalışacak koşullarda ihtisas dersleri almalıdırlar ve tüm BESYO’larda aynı müfredat okutulmalıdır. Bu müfredat altyapı antrenörlük kurslarında da aynı olmalıdır. En önemli konu altyapı antrenörlerine pedagojik formasyon zorunluluğu getirilip uygulamaya koyulmasıdır.

Çünkü altyapıda önce insan yetiştiriliyor.

Altyapı koordinatörlüğü bir yönetim mekanizması olduğu için üniversite mezunu olma şartı konulmalıdır ki; o tespihin zihniyeti de ortadan kalksın.

Bu sayede; eski sporcu abiler de altyapıdan uzaklaşıp hepsi değerli birer performans antrenörü olurlar ve haliyle donanımlarını ve yeteneklerini de herkes görmüş olur!

Ama…

Çok zor!