Her şey çocukluk arkadaşım sevgili Alp Can ile görüştüğümüz zaman diliminde bana yazı yazmam ilgili teklifte bulunmasıyla başladı. Bu alanda belirli donanımları olan ve ölümüne kadar (saygıyla anıyorum) bu donanımlarını bir şekilde kullanmaya çalışan Alp Can’ın teklifini kabul ederek 2005 yılında Gazete Karaköy’deki binasına faaliyet gösterirken yazmaya başladım. Ve 19 yıldır yazmaya devam ediyorum. 

Köşe yazarlığı, gazeteciliğin vazgeçilmez alt alanlarından birisi olarak basın tarihinde ve günümüzde belirgin bir yere sahiptir. Tarihsel derinliğe ve güçlü kültürel dinamiklere sahip olan köşe yazarlığı siyasi, sosyal ve ekonomik koşulların hem nedeni hem de sonucu olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Belirli bir kültür derinliğinin olduğu kaçınılmazdır. 40 yılık iş hayatımda, para kazanmadan önce her zaman mesleki donanımlar üzerinden bilgiye dayalı kaygı taşıyarak bunun gidermenin doğru yollarını aramaya çalıştım. Bu bana ait bir beklenti ve sorumluluktu. 

10 yılık profesyonel futbol hayatımın son yıllında-29 yaşında futbolu bırakmaya karar verip öğretmenliğe başlamamın temel dayanağı bu kaygılarımdı. 10 yıllık futbolculuk hayatımın içinde 4 yıllık üniversite-her türlü olumsuzluğa rağmen-bitirme gayretim sonucunda aldığım diplomamın karşılığında, benim yeni jenerasyondan ve onların benden öğrenmek istediklerini bir ‘bilgi’ akışı çerçevesinde örgütlenerek, karşılıklı hiyerarşi kurgu içerisinde birbirimize sunmak üzere bir yapının içinde olmam gerekiyordu. Futbolun ‘rant’ kurgusu düzeni içinden bir an evvel kurtulmam lazımdı-çünkü zamanı kaçırıyordum ve telafisi yoktu… Ve kendimi ifade etmem için farklı bir kulvarda olması gerekeni yapmam gerekiyordu. 

Dünyada hiçbir şey bir çocukla, bir gençle ‘bilgi’ üzerine kurulan ilişkiyi içine alacak değerde bir meslek döngüsüne sahip değildir. Bu bir ayrıcalıktır ve benim için de büyük şanstı. Beden Eğitimi Öğretmenliğinin benim başlangıç noktamı oluşturmasının sebebi buydu. 

Özellikle Darüşşafaka Lisesi ile Çavuşoğlu Koleji bu açıdan benim özel alanım oldu. Özür dileyerek biraz kendi işimden bahsedeceğim. Öğretmenlik ile başlayan süreç futbol antrenörlüğünü de içine alarak devam etti. Darüşşafaka’nın öğretmenlik mesleğine olan katkısını anlatmak ayrı bir zaman dilimine ihtiyaç duyacağından, oradaki sürecin katkısı benim adıma farklı bir boyut içermektedir. 

***

Çavuşoğlu Kolejinde ise futbol ait bir yapıyı denemek açısından ayrıcalıktı. Türkiye’de ilk olarak uygulanan bu sitem sayesinde, bir model oluşturarak içlerinde Kerem İnan, Ali Cansu Begeçarslan, Tunç Kip, İlhan Şahin, Ceyhun Müderrisoğlu, Faruk Barman ve Erman Engin’nin de olduğu yüze yakın öğrenci bir kolejde okuyarak eğitim fırsatı yakaladılar. Bu oluşum sayesinde Kolej Türkiye Şampiyonu ve Dünya altıncısı olmuştu. Ve aynı yapıyı Öğretim Görevlisi ve sonradan Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kurucu müdürü olarak 15 yıl çalıştığım Haliç Üniversitesi’nde de sürdürerek, içinde Korcan Çelikay’ın da olduğu yüze yakın futbolcunun üniversite mezunu olmasına olanak sağladı. Bu olanaklar sayesinde oyuncu arkadaşlarımla birlikte 3 kez Avrupa Şampiyonluğunu ve 5 kez de Türkiye Şampiyonluğunu yakaladık. 

Süreç uzadıkça, istediklerimi yapma fırsatını yakaladıkça ‘bilgi’ ihtiyacı daha da artmaktaydı. Gordon Milne ve Ali Emeç sayesinde İngiltere’de ‘FA Learning’ eğitim programı içerisinde antrenörlük kursuna katıldım. Kaygılarımı yenmek ve olması gerekeni yapabilmem ve doğruyu anlatabilmem için temel ‘bilgi’ eksikliğini giderme çabam bana bir misyon yükledi. Bu talepkârdık yazdığım 3 kitapla birlikte, 2006 yılında ‘Türk Futboluna Yapısal Bakış’ adında, Türkiye’de ilk defa futbol adına bir sempozyum yapmama olanak sağladı. İşte tüm bu donanımlar sayesinde yazı yazma cesaretine nail oldum. Kolay ve popülist bakış açısının her şeyi bertaraf edecek kadar ince kırmızı çizgiye sahip bir alandan bahsediyorum. 

Yazdığım ilk yıllarda, BirGün okurları ile karşılaştığım zaman veya ortak arkadaş gruplarıyla sohbet esnasında ‘BirGün Gazetesinde yazıyorum’ dediğim zaman, ‘öyle mi?’ diyerek meraklarını gidermeye çalışırken, ‘hangi sayfada?’ sorusuna ‘spor’ sayfasında dediğim an ‘ya kusura bakma o sayfayı pek okumuyorum’ diyerek, sayfayı ve beni bir şekilde pas geçtiklerini üzülerek anlatmaya çalışıyorlardı. Tabii ki bu tutum bir tepkiden ziyade, siyasi ve sosyal anlayış içerisinde spor ile kurulamayan bağın gerekçeleri alışılmış bir çaresizliğe neden oluyordu. 

40 yıldır emek verdiğim alandaki donanımlarını paylaşmam ve bir kamuoyu oluşturma zorunluluğu benim için bir mücadele haline gelmişti. Süreç olarak, endüstriye dönüşen spor-futbol içinde sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan tüm etkileşim, diğer tüm alanlarla aynı seviyeye gelerek tartışılmaya açık bir iletişim mekanizmasını ortaya çıkarması, bizim sayfanın önemini ve görünürlüğünü arttırmaya neden oldu. 

***

Bu durum benim için avantaj teşkil ederken, BirGün okurları açısından bilinmesi gereken başlıklar üzerinden sayfanın önemini de ortaya koymuştu. Ama süreç çoğunluk açısından ‘taraftarlık’ üzerinden pozisyon almaya gelince iş zorlaşmaya başladı. Benim ihtisasa alanımdan vereceğim cevaplar ile, kendi içine sıkışmış olan taraftarlık tepkisinin uzlaşacağı alan daralmış ve bazen çatışma sürecini de içine alacak boyuta gelmesine neden olmuştu. Bu aslında benim adıma iyi bir şeydi… Bana bir sorumluluk yüklemiş olması ve olması gerekeni de ne pahasına olursa olsun bir irade ortaya koyarak anlatmaya çalışma zorunluluğu kaçınılmaz bir süreci beraberinde getirdi. 

***

40 yıllık birikimimin, yazdıklarımın eksik veya hatalı olma seviyesini minimalize edecek seviyede tutması, benim için ihtisas alanımı kullanmamda ortaya çıkacak sorunları bertaraf etmekteydi. İşte bu noktada BirGün Gazetesinin önemi devreye girmektedir. 

O temiz sayfalarında, ‘bilgi’ üzerine yazılan yazıların sansürsüz ve saygı çerçevesinde sahip çıkılması her şeyi anlamlı kılmaktadır. 

Tek başına da kalsam-ki oluyor… yazıma sahip çıkılacağını bilmem bana haklı olduğum konularda mücadele etmemin de cesaretini vermektedir. BirGün Gazetesinin 20. yaşı kutlu olsun. Bu sürecin 19 senesinde-hiçbir karşılık beklemeden bulunmam benim için ayrıcalık değil bir aileye ait olmanın sorumluluğudur.