Futbol endüstri olarak ticari bir meta gibi alınıp-satılabilen ürün haline gelmesiyle her şey paraya endekslendi.  Haliyle, futbol kulüpleri de tüketim toplumunun arzu ettiği gibi birer marka ve ürün haline dönüştüler. 1980 sonrası neoliberal politikaların ekonomik yapılanma kisvesi altında siyasi yapıyı sermaye çıkarına yönelik bir kurguya dönüştürülmesiyle de futbol, son 30 yıl içerisinde sermaye birikimini sağlayabilen bir kültür endüstrisi ürünü haline getirildi. 80 sonrası futbola yapılan müdahale, kapitalist propagandanın futbolda siyasetin olmadığına dair söylemlerine rağmen, futbol kitleleri yönetmek için kullanılan siyasi bir aparat oldu. Ama hangi siyaset?

İşte bu noktada Fatih Yaşlı’nın yorumuna göz atmak gerekiyor. “…ilk olarak siyasi olmayan hiçbir şey yoktur, her şey politiktir ve ikincisi siyaset dediğiniz şey ideolojiden, tutumlardan, tavırlardan ayrı olarak ele alınamaz. Siyaset tek başına kötü bir şey değildir; iyi ya da kötü, ilerici ya da gerici, halkçı ya da halk düşmanı siyasi tutumlar, siyasi pozisyonlar vardır.” Buradaki pozisyon tamamen 1980 sonrası değişimin tam göbeğine denk gelmekte. Çünkü, tarihsel sürecini incelediğimizde farklı bir ideoloji yapının içinde direniş alanı bulunan futbol, bugün gelinen noktada, kitle kültürü haline dönüştü ve de kültür endüstrisi içinde üretilen bir meta olarak kapitalizme hizmet etmektedir. Ve bu yapısıyla da çıkar grupları tarafından rant elde etme aracı haline gelmiştir.

∗∗∗

Futbolu kitle kültürünün bir parçası olarak değerlendirdiğimizde, futbol, kapitalizmin ürettiği ticareti ve tüketimi amaçlayan bir araç halini almıştır. Çünkü, kitle kültürü kültür endüstrisinin önemli bir aparatıdır. ‘Kültür alanı hem ideolojik mücadelenin yapıldığı, hem birleşme ve direnişlerin olduğu, hem de hegemonyanın kazanılıp kaybedildiği geniş bir alanı ifade eder. Bu alan toplumsal anlamların ve kimliklerin kurulduğu ve dönüştürüldüğü bir yer olarak, hegemonyanın kuruluşunda önemli olan ideolojik mücadele bölgelerinden birisidir.’ Sayın Yaşlı, bugünkü hegemonyanın kurgusunun tanımını yaparken futbolun araçsallaştırma gerekçesini de çok net açıklamaktadır.

“Hegemonya, sermaye sınıfının kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları gibi gösterme kabiliyeti anlamına gelir; bunun için de her zaman ideoloji ve ideolojik aygıtlar kullanılır. O aygıtları da her zaman sermayenin entelektüelleri, akademisyenleri, yazarları, çizerleri işletir, kullanır.”  Şimdi bu makro tanımlar üzerinden olayı öznelleştirerek daha anlaşılır olmasını sağlamaya çalışacağım. Bu yüzden, özellikle Türk Milli takımın teknik direktörü İtalyan Vincenzo Montella ve dünyadaki en önemli menajerlerinden olan Portekizli Jorge Mendes’i seçtim. Çünkü bu iki ismin yolları Milan’da kesişmişti. AC Milan-daha sonra Milan üzerinden Avrupa’da büyük bir bankaya yaklaşık 300 milyon avro dolandıran-Çinli bir tabela şirketine satılmasından sonra, Jorge Mendes’in sahibi olduğu ‘Gestifute’ şirketi le sözleşmesi olan Gennaro Gattuso Montella’nın yerine getirildi. Çünkü, Milan’da 200 milyon avroluk transfer sürecini Mendes yönetiyordu.

∗∗∗

Jorge Mendes teknik direktörler, futbolculardan sonra, kendi yanında yetiştirdiği çalışma arkadaşlarını futboldan sağladığı sermaye birikimi sayesinde kulüplere başkan yapmaya başlamıştı. Olimpiakos ve Marsilya bunlara iyi örneklerdir. Benfica, Braga (diğer Portekiz takımları), Fulham, Wolverhampton, M.Unıted, Chelsea, Nottingham Forest ve Valencia ise elinin altında-kontrol ettiği takımlardır. Türkiye’de onun için iyi pazardır. Özellikle Yıldırım Demirören zamanında Beşiktaş kulübüyle yaptığı ticaret onun Türkiye’yi tanımasına ve bir alan edinmesine neden oldu. Maalesef bu iş birliği neticesinde Kulübün adı ‘Football Leaks’ belgelerinde geçmesine de neden oldu. Mendes kapitalist sistem ve bu kültür endüstrisi içinde-milyar dolarları bulan sermaye birikimini sağlayan ve buradan oluşan rantı-kazancı iş birliği yaptığı ülkelerdeki kişilerle paylaşan önemli bir figürdür. Özellikle kulüp transfer politikalarının kontrolsüz hale gelmesi, kulüplerden servet transferlerinin menajerler aracılığıyla yapılması bu dönemim en önemli finans kurgusuydu.

∗∗∗

Montella ise hem futbolculuğu zamanında, hem de teknik direktör olarak bu sistem içinde yetişip, etik kurallara bağlı kalan ve futbolun içinde kalarak işini iyi yapmaya çalışan başarılı bir futbol insanıdır. Türk Milli takımını-kimsenin umudu yokken-aldığı kötü durumda, oynattığı futbol ile iyi sonuçlar sayesinde 2024 Avrupa Şampiyonasına katılmasını sağlaması çok önemli ve değerli bir meslek başarısıdır. Ama, ne hikmetse son bir haftadır Montella linç edilmeye çalışılmaktadır. Adeta Milan’da olduğu gibi… Bir noktadan idare edilen ve yönetilen troller ile yandaşlar sayesinde bir linç kampanyasına maruz kalmaktadır. İnsanın aklına Mendes gelmiyor değil… Tabii buradaki soru, eğer Mendes süreci yönetiyorsa, onun adına taşeronluğu kimin trollerini ve yandaşları yapmaktadır? Çünkü, 2024 Avrupa Şampiyonası çok önemli pazardır. Eğer Türkiye’de anlaştığı veya anlaşmak istediği oyuncular varsa ve bu futbolcular Milli takıma girmekte sıkıntı yaşıyorlarsa, Milan’daki gibi bir sürecin başlatmasın nedeni olabilir. Tabii Montella’yı da bu konuda engel olarak gördüğünden, yapması gereken onun bir şekilde kontrol altına almak veya gitmesini sağlamak olarak düşünebilir.

‘Futbol; kapitalizmin ekonomik, siyasal, ideolojik ve özellikle de kültürel amaçlarını üretmeye yönelik örgütlü etkinlikler bütünüdür.’ Sanırım Montella’yı yemeye çalışmak örgütlü bir etkinliğe dönüşmektedir.