Başlıktaki “eğitim” yazıyı gündeme uyarlamak için eklenmiş değil. Konu, silahıyla Erdoğan'ın emrini bekleyen öğretmen kadrosundaki imam ya da ll. Ayasofya imamı da değil; sorun, biri okul diğeri cami propagandisti olan bu iki kişiye ve benzerlerine çete kültürü kazandıran propagandanın eğitimin yerini almış olması...

Çeteleşme eğiliminin okul yaşında başladığı göz önüne alındığında eğitimi dahil etmeden bugünü anlamamız pek mümkün olmaz. Sokak, mahalle, şehir, ülke, dünya; uyuşturucu, haraç, ihale, tahsilat, silah gibi küçükten büyüğe her nevi çeteleşmenin kültürel altyapısı okullarda atılıyor. 13 yaşında çocuk çetesi üyesi olan Sedat Peker, 16 yaşında yetişkin çeteleri tarafından kullanılmış. Onu, fedai öğretmeni, Ayasofya imamını ve diğerlerini çeteleştiren dil dersinde okudukları metinlere ve yazarlara, tarih dersinde anlatılan yağmacı kahramanlara, istila edilmiş toprakların coğrafya bilinmesine, diğer din ve inançları reddeden son dinin mensubu olduklarına inandırılmalarıydı.

Milliyetçi, dinci, zümreci eğitimin müfredatı propagandaya dayanır. Sadece okullar mı, camiler, medya araçları, siyaset dahil her alan propaganda unsuru olarak değerlendiriliyor. Sonunda matematik de propaganda malzemesi oldu: "El-Harezmi algoritmayı bulmasaydı, İbnü'l-Heysem matematikle uğraşmasaydı, sıfırı Müslümanlar bulmasaydı, batının aydınlanması belki de çok gecikecekti. Batılı insaflı bilim adamları bunu söylüyor." derken Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hiç kuşkusuz Z kuşağına matematiğin tarihini anlatmıyor, inancının propagandasını yapıyordu.

Toplumdan ve evrensel bilgiden uzaklaşıldıkça gruplaşma ve grup değerleri öne çıkar. Bu da rekabet ve çatışma alanının yaygınlaşması demektir. Çatışma ne denli yaygınsa çeteleşme de o ölçüde kaçınılmaz olur. Mikro toplum modeli olan okul bundan muaf değildir. Çocukları milliyetine, kültürüne, zenginliğine-yoksulluğuna, inancına, cinsiyetine göre ayrıştırırsanız onları çatışmaya hazır onlarca küçük gruba bölebilirsiniz. Ötekini aşağılayan ayrımcı propagandacı böyle bir eğitimde saldıran da savunan da çeteleşir. Hâlbuki eğitim, çeteleşmeye yol açan unsurları ortadan kaldırmakla mükellef bir faaliyet. Öyle olmasına rağmen Türkiye’de çete kültürünü besliyor. Neden böyle oluyor? Çünkü bizde eğitim değil, propaganda yapılıyor.

Propaganda, başkasının (propagandacının) bakış açısını kabullendirme, kararını onaylatma faaliyetidir. Bu yönüyle propagandada mantık ve ahlak aranmaz; kullandığı eleştiriye kapalı hazır ve muğlak bilgi ile dar bir grubun çıkarına hizmet eder. Eğitim ise propagandaya karşı argüman geliştirir; insan ve topluluklara aralarındaki farklılıkları, farklılığın ortaya çıkardığı çelişkileri yönetme bilgi ve becerisini kazandırır. Eğitimin amacı Kürt'ü Türk, aleviyi sünni, kadını erkek yapmak değil; farklılıkların uzlaşmaz çelişkilere yol açmadığını, her birinin kendi alanında birlik oluşturmasına vesile olan kültürü diğerleriyle uzlaştırıp sosyal (kolektif) güce dönüştürmektir.

İşte bu nedenle kapitalizm propagandayla eğitimin yerini değiştiriyor, okulları propaganda ajansları olarak kullanıyor. Etik, hukuk, kamusallık okul değerleri olmaktan çıkarıldığında dolaysız olarak kolay yoldan para kazanmanın, güçsüzün mülküne el koymanın, itiraz edeni susturmanın eğitimini vermiş oluyorsunuz.

Propaganda, kişiyi başkasının kullanacağı aparata dönüştür. Çünkü propagandaya maruz kalan kişi aklını kullanamaz, kendi bilincini oluşturmaz. Propagandanın en bariz özelliği kabullenilmesini istediği her ne ise onun dışındakileri kötülemektir. Onun için iyi bir tek kendisidir, diğer her şey ve herkes kötüdür. Propaganda insana ait özelliklerin (renk, din, dil, ırk, sınıf, düşünce vb.) reklamdır. Bunlardan birinin etkisi altına giren propagandistin kölesi olmaktan kurtulamaz.