20 Kasım’a kadar devam edecek olan 25’inci İstanbul Tiyatro Festivali, usta yazarların yapıtlarını çağdaş bir biçemle yorumlayan genç yaratıcıların yapıtlarından oluşan güçlü bir program sunuyor.

Rus klasiklerine çağdaş yorumlar

Bu yıl, Tiyatro Festivali’nin uluslararası bölümünde yer alan ve çevrimiçi sunulan sekiz oyundan beşini izleyebildim. İzlediğim oyunların hepsi de dünya yazınının büyük ustalarından yapılmış uyarlamalardı. Oyunların dördü Rus edebiyatının-tiyatrosunun klasiklerinden, biri ise İngilizlerin ünlü çocuk kitapları yazarı Lewis Carroll’den uyarlanmıştı.

İlk izlediğim oyun, Rusların ölümsüz yazarı Gogol’ün “Müfettiş”inin hareket-dans tiyatrosu biçimindeki bir yorumuydu. Kanadalı koreograf Crystal Pite’ın yönettiği, metni Jonathan Young imzası taşıyan ve Kidd Pivot, Electric Company Theatre ve BBC Four’un ortak yapımcılığında gerçekleştirilen “Müfettiş” festivalde izlediğim en çarpıcı oyundu. Tiyatro ile dansın görkemli bir sentezini gerçekleştiren yazar ve yönetmen, grotesk vurgular içeren bir hareket tiyatrosu olarak başlayan “Müfettiş”i, ikinci bölümünde anlatım tarzını değiştirerek, soyutlamaya yöneliyor. Öyküyü hatırlattıktan sonra, güçlü bir çağdaş dans yorumuyla yapıtın çağlar ötesinden hiç eskimeden gelen özünü vurguluyor.

Çarlık Rusyası’nda, çürümenin ve yolsuzluğun had safhada olduğu ufak bir kasabada geçer Gogol’ün öyküsü (günümüz dünyasının gerçeklerine ne kadar da benziyor). Kasabanın belediye başkanı (ya da kaymakamı) ve işbirlikçileri (yargıcı, polis müdürü, postane müdürü ve diğerleri), kasabaya ‘Merkez’den bir müfettiş gönderildiği yönünde bir duyum alırlar. Konuyu soruşturmakla görevli polis müdürü, tüm parasını kumarda kaybettiği için üçüncü sınıf bir otelde mahsur kalmış bir ziyaretçiyi ‘müfettiş’ sanarak, saraya (pardon, kaymakamlığa) haber ulaştırır. Gördüğü ilgi ve ikramdan etkilenen genç adam foyası meydana çıktığında, sistemi nasıl kandırdığını anlatan bir mektup yazar ‘Merkez’e. Gördüğü, duyduğu yolsuzlukları, rüşvetleri, işkenceleri, kısacası sistemin acınası durumunu aktarır. Yönetmen sistemin çürümüşlüğünü anlatırken, sistemi ayakta tutan sıradan insanları eleştirmekten geri durmaz. “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” diyen Dostoyevski’nin haklılığını kanıtlayan oyunun sözden çok harekete dayanan, ince bir mizah içeren, son derece başarılı tasarım-ışık-müzik ögeleriyle bütünlenmiş, yorumunu etkileyici bulduğumu, Gorki’nin anlatmak istediklerini nice ‘klasik’ yorumdan daha doğru biçimde yansıttığını söylemeliyim.

Dünyanın pek çok ülkesinde -özellikle, yolsuzluk batağına saplanmış otoriter yönetimlere sahip ülkelerde- seyircinin anlatılanlarla günümüz gerçekleri arasındaki paralellikten etkilenmemesi düşünülemez. Komik olanın ötesine geçerek, karakterlerin iç dünyalarına nüfuz etmemizi ve oyunun içeriğinin çok daha iyi algılanmasını sağlayan yorum bunun başlıca nedeni. Oyuncu/dansçıların performansı da bu yorumu güçlendiriyor. Atmosfer yaratmak için ışıktan başka hiçbir öge kullanmayan yönetmenin yapıtlarını kaçırmamaya çalışacağım bundan böyle.

ÇEHOV’UN ‘AYI’SI

Bir başka Rus usta, Anton Çehov’un oyununu ise kendi yurttaşlarından izledik. ‘The Moscow Playwright and Director Center (Moskova Oyun Yazarları ve Yönetmenler Merkezi)’ ve Chekhov Uluslararası Tiyatro Festivali ortak yapımı olan oyunun yönetmeni Vladimir Pankov, bu küçük öyküyü günümüz seyircisinin beğenisine sunarken seyircinin ilgisini ayakta tutmak adına müzikten destek alıyor. Kocasını kaybetmiş burjuva sınıfından bir kadınla, kocasına ödünç verdiği parayı tahsil etmeye gelen kaba saba bir tüccar arasındaki ilişkiyi, müziğin ve mizahın gücünden yararlanarak anlatıyor. Kadınların ‘timsah kalpli’ olduğuna, samimi ve sadık olamayacağına inanan tüccarın, zengin kadının cazibesine ve yalanlarına kapılmasını ve kadının ölmüş kocasına duyduğu -yalancı-sadakati terk etmesine neden olmasını konu alan oyunu, keyifle izlenen bir seyirliğe dönüştürmüş Vladimir Pankov. Kadın-erkek eşitliği, kadın özgürlüğü gibi güncel temalara selam gönderirken, ölümsüz bir tema, ‘aşk’ ve ‘sadakat’ kavramları üstüne düşündüren bir komedi. ‘Müfettiş’ gibi, bu da biçimciliği ön planda tutan bir yorum. Ama, içerikten bizi uzaklaştırmak yerine, daha da vurgulayan bir biçimcilik bu. Brecht’yen bir anlayışın etkilerini de taşıyan oyunun güçlü oyunculukları ve işlevsel sahne tasarımı yapımı daha da etkileyici kılıyor.

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

Rus edebiyatının büyük yazarlarından bir diğeri Maksim Gorki’nin “Güneşin Çocukları”nı Novosibirsk’deki Red Torch (Kızıl Meşale) Tiyatrosu’ndan izledik. Olga Fedyanina’nın uyarladığı oyunu Timofei Kulyabin yönetmiş. Rusya’nın küçük ama ünü sınır dışına taşmış tiyatrolarından biri olan ‘Red Torch’un yorumu, ilk iki oyunun yenilikçi yorumlarından farklı. Kulyabin, gerçekçi oyunculuklar ve gerçekçi bir tasarımla (küçük sahnede hareketli platformlarla değişen, yenilenen, bütünleşen mekânlar) ama günümüze uyarlayarak yorumluyor Gorki’nin yapıtını.

Gorki, Çarlık Rusyası’nın son yıllarında bunalan Rus aydınlarını anlatmış ve kahramanlarını henüz ortada olmasa da doğacak olan güneşin çocukları olarak nitelendirmişti. Gorki, yeni bir çağın (devrimin) yakın olduğuna inanıyor, daha iyi bir gelecek umuduyla yaşayanların azınlıkta, büyük bir boşluk, umutsuzluk içinde savrulan bireylerin ise çoğunlukta olduğu alacakaranlık bir dönemi anlatıyordu. Fedyanina-Kulyabin ikilisi ise, kahramanlarını 20. yüzyılın son günü ile 21. yüzyılın ilk gününün buluşma noktasında, 1999 Yılbaşı’ında yakalıyor. Televizyonda Yeltsin’in yılbaşı konuşmasını gösteriyor; Rusya’da yeni bir dönemin ayak seslerinin duyulmasını anımsatmak istercesine… Gorki’nin anlattıklarına benzer ilişkiler yaşayan bir genç kuşak var oyunda. Hepsi mutsuz, yalnız ve umutsuz. Besbelli, gelecekten (oyun 1999’un son günü geçtiğine göre, bugünden) umutlu değil yazar ve yönetmen. Gorki’nin sezdiği devrimin sonuçlarını yaşamış bir kuşağın umutsuzluğu bu da… Düşündürücü, etkileyici bir yapım hiç kuşkusuz.

BORIS

Tıpkı “Ayı” ve “Güneşin Çocukları” gibi “Boris” de ‘Golden Mask Sahne Sanatları Festivali’nce desteklenen bir oyun. Aleksandr Puşkin’in “Boris Godunov” adlı yapıtının “Boris” adıyla uyarlamasının yapımcısı Leonid Roberman, Moskova Müzesi; proje ve uyarlayan ise Dmitry Krymov. “Güneşin Çocukları”nın gerçekçiliğinden çok uzak bir yorum. Seyirciyi zorlamak pahasına yapıbozum yöntemi ile anlatıyor öyküsünü; onları tarihte bir yolculuğa çıkararak, ‘iktidar’ olgusunu tartışmaya açıyor. “Taç amma da ağırmış” diyor bir sahnede, Boris. Halkı için çok şeyler yaptığına inanan, şehirler kurmuş, Sibirya’yı ülke topraklarına katmış ama zulümden uzak durmamış bir hükümdarın, günü geldiğinde gözden düşmesini, korkusunu (Korkunç Ivan’ın öldüğü bilinen oğlunun gelip, iktidara talip olması) ve en yakınlarının ihanetine uğramasını anlatıyor. “Halk yaşayan hükümdarı değil, ölüsünü sever” diyor, sonunun yaklaştığını sezdiğinde. Oyunu, iktidar sahibinin vicdanıyla hesaplaşması üzerine kuran yönetmen, göstermeci bir anlatımı baştan sona inşa ediyor. Boris kendi yazgısını sahnelerken, bir yandan da oturup bu yazgıyı seyrediyor. Kah kirlenen yerleri temizliyor, kah ışıkların yerini değiştirip mekânı aydınlatıyor. Etkileyici sahneleri olan, ama anlatım olarak biçimciliğe fazlaca yaslanan, hiç kuşkusuz önemli bir oyun.

ÇOCUKLAR İÇİN DANS TİYATROSU

Hollandalı dans tiyatrosu de Stilte, Lewis Caroll’un ünlü oyununu, dans, müzik, ışık ve yaratıcı bir sahne tasarımından yararlanarak çocuklar için bir görsel şölene dönüştürüyor. Koreograf Jack Timmermans üç Alice kullanmış oyunda. Çocuk tiyatrosu yaptıklarını iddia eden yapımcı ve yönetmenlerimizin bu oyunu izlemelerini isterdim… İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nin yönetmeni Leman Yılmaz’a ne kadar teşekkür etsek az, bu önemli toplulukları evlerimize kadar getirdiği için. Evet, tiyatro salonda izlenmeli ama hangimizin gücü yeter, Moskova’ya gidip bu oyunları izlemeye… Eh, onlar da bu Covid ortamında gelemediklerine göre, bu oyunları kaçırmayın derim. 20 Kasım’a dek şansınız var. Bilgiler İKSV Tiyatro Festivali’nin web sayfasında. İyi seyirler…