BM sistemi ve uluslararası hukuku, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından yeni büyük felaketleri önlemek için egemen uluslar ve devlet yapıları temel alınarak tesis edilmişti. İçinde yaşadığımız dünya sisteminde BM'yi 'mükemmellik veya hakkaniyet' değil, şüphesiz 'güçlüler arasında kurulmuş dengeler' üzerinden ele alabiliriz. Diğer tarafta ise Soğuk Savaş'taki zaferin kibriyle bu yapıyı son 30 yılda jeopolitik çıkarları için 'orman kanunlarıyla' zorlayan ABD devletinin elde ettiği felakete yakın sonuçlar var.

İşte Amerikalılar hegemonya tesisinde zorlandıkları noktalarda bu 'orman kanunlarını' binbir yalanla dayattıkları için bugün iyice zorlanıyorlar. Yeni deneme sahaları Ukrayna.

Geçen hafta en trajik görünüm ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın, Ukrayna'ya Donbass ve Kırım'a mal olmuş '2014'ün intikamı' için bizatihi göreve geldiklerinden bu yana yürüttükleri kampanyanın yarattığı savaş tehdidine dair BM'deki konuşmasıydı. Şöyle dedi:

"Şimdi bazılarının, istihbaratın sonuç vermediği önceki örnekleri hatırlayarak bilgilerimi sorguladığının farkındayım. Ama açık olayım. Bugün savaş çıkartmak için değil barış için bulunuyorum."

Kibar diplomatik üslubu bir kenara koyduğunuzda anlamı 'Her savaşta yalan söylediğimizi biliyoruz fakat bu kez gerçeği söylüyoruz, yemin ederiz' diye okunabilir. Açıkçası ABD idarecilerinin dünyaya savaşlara dair 'ahlaki' dersler vermeye de hakları yok. Yugoslavya, Irak, Afganistan, Libya, Suriye, Latin Amerika, ABD yönetimlerinin 'orman kanunlarının' sayısız trajik örneği... Daha geçen Ağustos'ta Kabil'in Taliban'ın eline düşmesini 'eli kulağında' bulmayan ABD istihbaratının, bugün ikna edici olmaması normal.

AVRUPA ELİTLERİYLE 'BİRLİK GÖRÜNTÜSÜ'

Washington'daki rahat koltuklarında oturanlar, Ukrayna'yı 'meze yapacak' şekilde Avrupa elitleriyle kurulan 'birlik görüntüsüne' bakıp bir kez daha Demokratların neocon politikalarının 'ne şahane ve parlak bir stratejiye' işaret ettiğini söyleyebilirler. Gerçekten ne kadar öyle? Elimizde iki temel olgu var;

+ Ukrayna üzerinde koparılan fırtınaya karşılık Almanya Şansölyesi Olaf Scholz başta olmak üzere Avrupa kanadı 'Kiev'i NATO üyesi yapmayacağız' diye vurgulayıp duruyor. Almanya ısrarla silah teradikine direniyor.

+ Rusya'nın SWIFT sisteminden çıkarılmasının zor olduğu, çünkü yaptırımlara alışkın Moskova'dan daha çok Avrupa'ya zarar vereceği fısıldanıyor.

Aynı Scholz, ülkesi için kritik önemdeki enerji projesi Kuzey Akım-2 için Biden'ın tehdidi karşısında gık çıkarmadığı için nereye kadar direnebilir, göreceğiz.

STOLTENBERG'İN DEMOKRASİ VE DEĞERLER SÖYLEMİ...

Yalanlardan bıkmış dünya kamuoyunu ikna için her seferinde 'değerlere' dönülmesi de trajikomik. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in geçen hafta tekrarladığı kimi mesajlar, hele ki pandemi dünyasının görünümleri düşünüldüğünde ibretlik. Stoltenberg 'Çin ve Rusya'nın NATO'nun özgürlük ve demokrasi değerlerini paylaşmadığını' söyledi. 'Egemen ulusların bağımsız iradelerini NATO dikkate alıyormuş'. Öyle dedi. ABD'nin mali, siyasi, askeri sözünü dinlemeyen ülkelerin tepesindeki yaptırım sopası mı, hür iradeye işaret etmekte?

Sonra misal NATO üyesi Türkiye Stoltenberg'in sözünü ettiği değerleri 'paylaşıyor'. Macaristan, Polonya da öyle. O halde savunma bakanlığına danışman olarak bir neonaziyi atamış Ukrayna neden paylaşmasın?

NATO üyesi değil ama ABD'nin Anglo-Amerikan sisteminin parçası olan Kanada'da yaşananlar şimdilerde daha da çarpıcı. Batılıların Türkiye'de yaşandığında eleştiri oklarını fırlattıkları Kanada polisinin protestocuların üzerine yürümeden önce üniformalarındaki rozetleri çıkartmaları mı dersiniz? Atlarla insanları ezmeleri? Protestolara katılanların banka hesaplarının dondurulması tehdidine? Nüfusun ezici çoğunluğu aşılanmışken, 'Aşırı sağcı aşı karşıtları' diye indirgenerek küçümsenen 'pandemi isyanı', sınırı kapatıp ABD-Kanada ticareti ve otomotiv endüstrisini vurduğunda orduyu sevk etmekten söz edenler? Doğrusu insan 'Suriye'deki gibi silahlı isyanla karşılaşsalar, kim bilir hangi değerler işler' diye düşünmeden edemiyor.

ULUSLARARASI HUKUK, ABD VE RUSYA...

Bir tarafta 2015'te uğraşıp didinip kendi yönetiminin yaptığı İran nükleer anlaşmasını başkanları değişince çöpe atabilen, altına imza atacağı hiçbir anlaşmaya hiç kimsenin güvenemeyeceği bir ABD var. Doğrusu Rusya'nın 'NATO'nun genişlemeyi durdurması' için önerdiği güvenlik garantileri anlaşmaları da aynı kategoride. Bugün diyelim ki 'savaş olmasın' diye müzakere edip sonuca imza atmaya yanaştılar. Yarın imzalarını çöpe atmayacaklarını kim, nasıl garanti verebilir? Dünyaya salt 'güç pozisyonundan konuşmayı' dayatan Amerikalılar.

Enteresan olanı, Rusya Federasyonu'nun bu oyunu 'bizim de askeri gücümüz var, yapıyoruz' diyerek oynamaması. Moskova; eylemlerini karşı taraf bir hamle yapmadıkça değiştirmediği diplomatik formlar, uluslararası anlaşmalar ve askeri caydırıcılığı kullanırken bile uluslararası hukuk temelinden hareket eden bir dengede duruyor. Rıza üretimine yetecek basitlikte olmasa da çıplak hakikat. Nitekim, Almanya ve Fransa'nın garantörü olduğu BM Güvenlik Konseyi onaylı Minsk anlaşmalarını uygulamayı reddeden Ukrayna'nın ordusunu Donbass sınırına yığarak giriştiği ihlaller karşısında, Putin işgal emri vermedi, "Kiev yönetiminin tek yapacağı iş altına imza attığı Minsk anlaşmalarını uygulayıp Donbass'takilerle masaya oturmak ve savaşa son verecek adımlar atmaya yanaşmak" dedi

Kuvvetle muhtemel ki, Putin de Kiev'deki yönetimin bunu kendi iradesiyle yapamayacağını biliyor. Salt Ukrayna devlet yapısına zerk edilmiş aşırı sağcılar yüzünden değil. En başta ABD'nin 2014'teki hibrit darbe ile Ukrayna siyasetinde kurduğu hegemonyanın tehlikeye girecek olmasından. Tıpkı 2004'teki ilk 'renkli darbe' sonrası 2010 seçimlerinde işlerin tersine dönmesinde olduğu gibi... Donbass'ın Rusça konuşan ve Rus ağırlıklı nüfusu önlerine sandık kurulduğunda çıkacak tablo, Kiev'deki politikaları ABD'nin dilediği gibi yürütmesine imkan tanımaz. Ondan.

'ÜÇ AYDIR ELİ KULAĞINDA İŞGAL HALİ VAR, TAHLİYE EDİLENLER DONBASSLILAR'

Ukrayna ordusunun Donetsk ve Lugansk'ta AB'yi bile açıklama yapmaya mecbur bırakan saldırıları eşliğinde şimdiden onbinlerce insan yerinden yurdundan oldu. 40 binden fazla Donbasslı sivil Rusya Federasyonu tarafından Rostov bölgesine tahliye edildi. 950 bin insanın Rusya vatandaşlığı talebinde bulunduğu belirtiliyor. Oysa üç aydır 'Rus işgali' için çarşaf çarşaf haritalar yayınlanırken, işgal günü ve saati verilirken, Kiev yönetimi Donbass'ın ateşkes hattının Ukrayna tarafında kalan kısmında sivillerin tahliyesine bile gerek görülmemiş olması manidardır.

Ancak, Minsk sürecinde -sonuncusu 2020 yazı- ateşkes protokollerine uymayan Ukrayna ordusunun Rusya'ya yönelebilecek bir yanlış hareketinin ise daha geniş bir misillemeyi tetiklemesine şaşırmamak gerekir. Rusya Federasyonu'nun şimdiye kadarki hamleleri, işgal değil 'meşru müdafaa hakkı' zemininden şaşmayacaklarına işaret ediyor. Rusya, kendi toprakları açık bir saldırıya uğramadıkça saldırmayacak. Ukraynalı Naziler ise savaşa hazır görünüyorlar. Ve ABD 'Rusları parçalamaktan' söz eden Azovcular ve Sağ Sektör gibi yapılara dünyanın güvenmesini istiyor. Tarihsel nefrettir. Amerikalılar Ortadoğu'da radikal cihatçıları kullandıkları gibi Doğu Avrupa'da da aşırı milliyetçilere dayanıyor. 'Enformasyon savaşı' Suriye'deki gibi aklınızı karıştırmasın.

Bu kez artık Ukrayna da değil doğrudan NATO'yu zorlayan tarafın Rusya olduğunu saptamak gerekiyor.