Başbakan Binali Yıldırım, Devlet Bahçeli’nin “gelin üniversite sınavını tamamen kaldıralım” çağırısına, üniversite sınavına girenlerle üniversite kontenjanları eşitlenmeden sınavların kaldırılamayacağı yanıtını verdi. Başbakan bu görüşünü, talimatı ardından Erdoğan’a da söyleseydi MEB ile YÖK’ün anlamsız yöntem değişikliği ile sebep olduğu karmaşanın önüne geçmiş olurdu. Çünkü Başbakan’ın yanıtı, kontenjan yetersizliğinin sınavları zorunlu kıldığını düşünenleri ikna edebilecek ciddi bir argüman gibi görünüyor.

Üniversite sayısının artmasının üniversite sınavlarını lüzumsuz kılacağı tezi doğru değil. Başbakanın düşündüğü gibi olsaydı, üniversitelerin kontenjan açığı olmaması gerekirdi. Fakülte bölümleri boş dururken 300 bin üniversite adayının -kazandığı bölüme dahi- kayıt yaptırmamasının başka nedenleri olmalı. Neden, seçim yapmak durumunda kalanla, seçimi yapılan şey arasındaki ilişki de aranmalı. Bu ilişki karşılıklı rızaya dayanmadan sınav ortadan kalkmaz.

Bahçeli üniversite sınavını kaldıralım diyor; peki, ilköğretimden ortaöğretime geçiş ne olacak? Halbuki önce ortaöğretime geçiş sınavlarının kaldırılması gerekiyor. Çünkü her sınav, sonraki sınava gerekçe üretir. KPSS de üniversite sınavlarının sonucudur. Ortaöğretime geçiş sınavları kaldırılmadan üniversite sınavları kaldırılamaz.

Peki, sınavsız eğitim mümkün mü? Elbette mümkün, hem de hemen şimdi!

Sınav, eşitleri eşitlemekte kullanılan seçim yöntemidir. Sınavlar kaldırılmak isteniyorsa tüm çocukların ekonomik durumuna, zekâ düzeyine, fiziksel özelliğine, cinsiyetine, milliyetine, inancına bakmaksızın eşit yurttaşlar olarak görülmesi zorunludur. Beşinci sınıfa geldiğinde farklı okul türlerine yönlendirmek, henüz on yaşındaki çocuğu yetişkin yeterliğine göre tasnif etmek anlamına gelir. Zorunlu eğitim süresinde öğrencileri kategorilere ayırmanın bir başka sakıncası da birine kazandırılan bilgi, beceri ve davranışları diğerinden esirgemektir.

Mademki çocuklar eşit doğar, eğitimin görevi bu doğal eşitliği bozmak değil, geliştirmektir. Ailenin, coğrafyanın, sosyal yapının avantajlarını/dezavantajlarını sürdürülebilir kılmak üzere okulları kategorilere ayırmak devletin görevi olamaz. Ortak kültür ve davranış kazandırma süreci olan zorunlu eğitime de onlarca okul türü icat ederek eşitsizliğe yol açmaktan vazgeçildiğinde sınavlara gerek kalmayacaktır.

Adnan Gümüş’ün eğitimdeki kastlaşmaya çözüm olarak önerdiği “zorunlu eğitimde okul türü ayrışması yerine sanat-iş-teknik ve pratik becerilerin de dahil edildiği genel okul modeli” (Evrensel, 29.9.17) aynı zamanda sınav gerektirmeyen eğitimin de modelidir. Böyle bir okul modelini hayata geçirmek için sosyalist devlet gerekmiyor; çocuk haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere uymak yeterli. Kaldı ki Türkiye’nin mevcut eğitim yasaları bile, zorunlu eğitime, çocuklara temel insani becerileri kazandırma rolü verir.

Görüldüğü gibi sınavsız eğitim mümkün, yeter ki çocukları kategorilere ayırmaktan vazgeçilsin.