“Solda yaşanmakta olan yarılma, AKP’yi kapatma davası ve Ergenekon soruşturması nedeniyle iyice derinleşti.” Kadim dostumuz Oral Çalışlar yeni tranfer olduğu gazetedeki yazısında böyle söylemiş. Bana göre...

“Solda yaşanmakta olan yarılma, AKP’yi kapatma davası ve Ergenekon soruşturması nedeniyle iyice derinleşti.”

Kadim dostumuz Oral Çalışlar yeni tranfer olduğu gazetedeki yazısında böyle söylemiş. Bana göre onun yazısındaki tek tartışmasız doğru cümle bu.

 

Gerçekten solda uzun süredir var olan yarılma son Ergenekon ve AKP’yi kapat(ma)ma davaları vesilesiyle iyice su yüzüne çıkmış durumda. Öyle ki, birileri ortaya çıkıyor, işi, faşist cuntalarca katledilenlerden başlayarak, bu ülkenin bütün devrimcilerini, sosyalistlerini sırf bu davalar nedeniyle AKP ve arkasındakii güçleri desteklemediği için ergenekonculukla, cuntacılıkla, milliyetçilikle suçlamaya kadar vardırabiliyor! İşi o kadar ileri götürmeyen bazıları da “BirGün yazarları”nı bu egemenler kavgasında tarafsız kalmakla suçluyor.

 

Gerçi uzunca süredir “kadro dışı” bir konumda olduğum için, üstüme alınmama gerek yok ama, BirGün’ün “kadrolu” yazarlarının çoğunun tatil firarında olması yüzünden, durumdan vazife çıkararak, bu konudaki tartışmaya “nöbetçi yazar” sıfatıyla müdahil oluyorum.

 

Önce şu tarafsızlık meselesine açıklık getirelim. Gerçi aralarında farklı görüşleri olan arkadaşlar da var ama, BirGün yazarlarının hiç biri bugüne kadar Ergenekoncuları savunan veya bu konuda tarafsızlık sayılabilecek tek bir satır yazmadı. (Örneğin Adnan Bostancıoğlu bu tür suçlamalardan kurtulmak için bu konuda yazdıklarının bir dökümünü bile yaptı.)

Ergenekon davası yeniden ortaya çıktığı zaman yöneltilen bir soruya karşılık ben de, AKP’nin kapatılması ve Ergenekon davaları için “bu bir filler çatışmasıdır” demiş ve bunlardan birinin kuyruğuna yapışarak doğru bir siyaset yapılmasının mümkün olamayacağını söylemiştim. Galiba Sungur (Savran) bu tutumu tuhaf bir şekilde ortalıktaki kavgaya “seyirci kalma” şeklinde değerlendirmiş. Tuhaf diyorum, çünkü egemen sınıflar içindeki bir çatışmada bir tarafın arkasında durmamayı öngören bizim tutumumuz sanıldığı gibi tarafsızlık veya seyircilik değil, tam tersine ikisine de karşıtlık ifade eden bir üçüncü taraf siyasetinin savunusundan ibarettir. Fillerin ayakları altında ezilen çimenler adına, gücümüz yettiği kadar fillerin ikisini de tepelemeye çalışmayı ve ikisini de tepeleyecek güce ulaşmak için mücadele etmeyi ifade eden bir tutumdur.

 

Acaba bizim bu tutumumuzu yeterince aktif bulmayan arkadaşların bize yönelik suçlamalarında haklı olduklarını söylemek mümkün mü? Gerçekten ortada tepişen fillerden biri aslında çimenlerin dostu olan ve ülkeye gerçekten demokrasi getirmek isteyen bir güç odağı da biz mi göremiyoruz?  Bu sorunun yanıtı, solun ortasından yarıldığı yerle ilgili.

 

Solun bir kesimi son çeyrek yüzyıldır dünyada ve ülkede küreselleşme doğrultusunda yaşanan neoliberal değişim politikalarını  ileri doğru bir gelişme ve demokratikleşme olarak değerlendiriyor.

 

Oral, yukarda sözedilen yazısının bir yerinde şöyle yazıyor: “Türk sosyalistlerinin önemli bir kesimi, İslamcı harekete ‘demokratik’ yaklaşmak yerine ‘otoriter-modernleşmeci’ yaklaşmayı tercih etti. İslamcı hareket içindeki değişimi, yenileşmeyi anlamadılar.”

 

Onun gibi düşünen arkadaşlar, küreselleşmeyi olumlayan bir anlayışı savunuyor ve bu gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan olaylarda da o tarafta yer almakta bir sakınca görmüyor. Amerikan ideologlarının yirmi birinci yüzyılın bir din yüzyılı olacağını öngördükleri biliniyor. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye"de de dinin yükselişi büyük ölçüde bu “öngörü” doğrultusunda gelişti. Neoliberal politikaların uygulayıcısı konumundaki İslamcı hareketin ülkenin ekonomisinden medya ağlarına, güvenlik ve istihbarat başta olmak üzere devletin bütün kurumları üzerindeki ağırlığı bu küresel konjonktürün bir sonucu olarak geliştirildi. Oral’ın bizim anlayamadığımızı söylediği değişim işte bu.

 

Özellikle bazı eski (gelenekselci) sol kesimlerden gelenler arasında İslamcı harekete yaslanan bir döneklik eğilimi teşvik ediliyor. Bunlar özellikle yeni iktidar güçlerinin elindeki büyük medya imparatorluğu tarafından allanıp pullanıp ortaya sürülüyor ve yarattıkları kafa karışıklığıyla solun etkisizleştirilmesinde büyük katkılar sağlanıyor.

 

Ergenekon’un devrimcilerin onlarca yıldır hayatlarını ortaya koyarak mücadele ettikleri emperyalist/faşist devlet yapısı içindeki artık işe yaramaz hale geldiği için ortaya atılan bir kırıntıdan başka bir şey olmadığı ortadayken, ellerine tutuşturulan belgelerle adeta kendilerinden geçerek solda kendilerinden farklı düşünen herkesi Ergenekonculukla,  milliyetçilikle, statükoculukla suçlamakta bir beis görmüyorlar. Birisi memleket solcularının ne kadar zevksiz, kültürsüz ve beceriksiz köylüler olduğunu anlatmak için eşsiz kültür birikimini konuşturuyor, bir diğeri önüne uzatılan her mikrofona bütün bir devrimci geçmişi değersizleştirebileceğini sandığı birkaç laf üretmeye çalışıyor, öteki solcuların cahilliğini gösterme adına bilgiçlik gösterisi yapıyor…

 

En çok hayret ettiklerim Oral ve Halil (Berktay) gibi, Aydınlık çevresinden gelen, Doğu’nun sağ ve sol kolu olarak yıllarını tüketen arkadaşlar. Hatırlanacağı gibi, onlar, 12 Eylül öncesinde Sovyetler Birliği"ni en tehlikeli yükselen emperyalist güç olarak değerlendirmiş, bunun için Sovyet emperyalizmine karşı 4. ordunun doğuya taşınması ve “ABD ile işbirliği yapılması gibi ‘dahiyane’ siyasetler geliştirmişlerdi! Şimdi, neredeyse “biz eskiden beri ergenekonduk” diyebilecek bir noktaya geldikten sonra, “belki gene hata ediyor olabiliriz” diye hiçbir ihtiyat payı bırakmadan, aynı fütürsuzlukla devam ediyorlar; gerçekten inanılır gibi değil! Haydi “hatalarını anlamışlar, değişmişler, aferin onlara” diyebilirsiniz belki ama, bakın, şimdi “demokratik” yaklaşmamızı istedikleri İslami hareketin arkasında Amerikan resmi belgelerinde bile CIA’den aldığı para desteği sabit Fetullahçılığın yattığı ortada. Değişe değişe geldik mi gene “statükocu darbeci güçlere karşı ABD ile de işbirliği yapılabilir” noktasına! Bu ne istikrardır, gerçekten hayret etmemek elde değil.

 

Bizi darbecilere karşı tarafsız durmakla eleştirenlerin havasına bakarsanız, ellerindeki sopalarla sokakta darbeci kovalamakta olduklarını sanırsınız. Oysa ortada ne darbe kalmış  ne darbeci. Zaten ortada gerçekten bir darbe olsa, her zaman kazananın yanında olma alışkanlığında olan bu arkadaşların nerde olacağını bilmek de zor değildir. Çünkü bizim darbelerimiz her zaman “NATO”ya bağlıdır ve “NATO” şimdi zaten “açık toplum” demokrasilerinden yana en darbe karşıtı güç olarak “bizimkilerin” arkasındadır!

Oral’ın yazdığına göre o cenahtan bir başka arkadaşa (Laçiner’e) göre “bu ayrışmada yeni gelişen sosyalist eğilim, “Ortodoks sosyalist/Marksist sıfatlı akım ve hareketlerin çoktandır muhafazakârlaştığını dile getiriyor”muş. Bu “yeni gelişen sosyalist eğilim” bize biraz tanıdık geliyor; sınıf, sınıf mücadelesi, emperyalizm, bağımsızlık gibi laflarla küreselleşmeye karşı çıkanları artık “muhafazakâr” buluyorlar. Yazıyı bitirmeden  bu meseleyi biraz açalım.

 

Bize göre bugün büyük ölçüde kapitalist küreselleşmeye eklemlenme sürecini tamamlamış olan Türkiye"de devrimci muhalefetin ana halkası, bugünkü hâkim iktidar güçlerine ve mevcut (neoliberal) düzene karşı devrimci bir muhalefetin geliştirilmesi ve güçlendirilmesidir.

 

Bugün soldaki yarılma, bu çizgiyle, geçmişteki statükocu güçlere karşı bugünkü mevcut iktidar güçleriyle birlikte demokrasi mücadelesini esas alan kesimler arasındadır.

 

Bu ikinci çizgiyi, mevcut düzen savunuculuğu anlamında “sağ liberal bir muhafazakâr demokratlık” olarak tanımlamak, sanırım daha doğru bir ifade olacaktır.