Bugünün Kemalist tezleri etrafında bir tartışma veya devrimci siyaset yapmanın hiç bir manası olamayacağı ne kadar ortadaysa, Kemalizme dair bir cadı avcılığına soyunmanın da bir alemi yoktur

Çokça karşımıza dikilen konulardan biri de bu. Kemalizme karşı tavır konusu 12 Mart öncesi solda çokça tartışılan bir konuydu. Bu daha çok o dönemde aktüel bir mesele olan sol cunta ile ilişkilere dair bir meseleydi. Dev-Genç ve genel olarak sol kesim içinde (Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve PDA grupları gibi) açıktan sol cuntadan yana olan kesimler olduğu gibi, (TİP, THKP, THKO VB) karşı olan kesimlerin de olduğu biliniyor. Ancak, Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki anti emperyalist özelliklerin olumlanmasının solun geneli açısından ortaklaşılmış bir özellik olduğu da söylenebilir. Mahir, Kemalizm tartışmasında cuntacılar içinde anti-emperyalist olan kesimle olmayanları ayırdetmek için sağ ve sol Kemalist ayrımları yapmak gerektiği görüşündeydi. 12 Mart'ta (daha doğrusu 9 Mart'ta) bu cuntacılık macerasının akibetiyle birlikte soldaki bu tartışma da bitti. 80 öncesinde Türkiye solunda böyle bir tartışma da yoktu. Bugün elbette solun o dönemdeki politikalarının eleştirilmesi mümkündür.

Ancak bugünkü konunun böyle bir tartışmayla ilgisi yoktur. 12 Eylül sonrasında en önemli meselenin Kemalizmle hesaplaşmak olduğunu hakim ideolojik bir söylem olarak sürekli tekrarlayan bir moda geliştirildi. Solun bütün geçmişini Kemalistlik ile damgalayarak bütün devrimci geçmişi karalamak moda haline geldi. Bu konu liberal değişim sürecine soldan destek olmak için kullanılan en büyük kozlardan biri haline getirildi. Sürekli olarak yapılan haksız suçlamalara karşı kendimizi korumak zorunda kalıyoruz. Kim türban konusunda, AB konusunda, emperyalizm ve bağımsızlık konusunda veya AKP karşıtı olumsuz bir şeyler söylüyor, devrimcilikten sözediyorsa "kemalist" damgası yapıştırılıyor. Bu yüzden büyük sermaye egemenliğindeki medyada döneklik büyük prim yapan bir "marifet" haline geldi. Bir tür itirafçılığa dönüşen bu ruh halinden ve bunun yarattığı baskılanmadan solun kurtulması gerekiyor; başka türlü devrimci bir siyasetin geliştirilmesi mümkün değildir.

Bugünün Kemalist tezleri etrafında bir tartışma veya devrimci siyaset yapmanın hiçbir manası olamayacağı ne kadar ortadaysa, ancak devrimci siyaset yapmak gibi bir niyeti olmayanların yaptığı gibi, işi gücü bırakıp kemalizme dair bir cadı avcılığına soyunmanın da bir alemi yoktur.

KÜRT SORUNU ÜZERİNE
Kürt sorunu konusu yaklaşım farklılıklarının gündeme geldiği öne sürülen konulardan bir diğeridir.

Kürt sorununun çözümü noktasında, savaş ve şiddete karşı oluşturulan tutum AKP iktidarının konuyu bir siyasal İslamlaştırma meselesine indirgediği, şimdi artık aynı zamanda bir çözüm programı ile birlikte ifade edilmelidir. Çünkü sorun her açıdan bir kilitlenme noktasına gelip dayanmış durumdadır.

Son dönemlerde Kürt çevrelerinden ileri sürülen özerklik, federasyon vb. çözüm önerilerine gene bazı DTP yöneticilerinin önerisi olarak yerinden yönetim ilkelerinin geliştirilmesi önerisi de eklenmiştir.

Sorunun yerinden yönetim ilkelerinin geliştirilerek, halkın doğrudan demokrasi doğrultusunda kendi kendisini yönetmesini öngören görüşler çerçevesi içerisinde çözülebileceği şeklindeki öneriler çok daha gerçekçi bir yönelimi içermesine karşılık böyle bir nihai çözümün bütün halk kitleleri içersinde devrimci, eşitlikçi, özgürlükçü anlayışların güçlenmesiyle başarılabilecek uzun ve ciddi bir mücadeleyi gerektirdiği ortadadır.

Elbette, bir yandan Kürt sorununun böyle kalıcı ve devrimci bir çözüm programını savunmaya devam ederken, bugün halklar arasında düşmanlık yaratacak silahlı-silahsız bütün politik tutum ve davranışlara kararlı bir şekilde karşı çıkarak birarada yaşamı savunma siyasetinin ısrarla sürdürülmesi önemli bir aktüel görev olarak önümüzde durmaya devam edecektir.

TABAN VE ÇATI
Öteden beri "içinden çıkamadığımız" bir sorun var: "taban ve çatı", "kitle çalışması mı, kadro çalışması mı" "aşağıdan mı/yukardan mı" gibi ikilemlerden oluşan bir sorun...

Çözüm yolunu bazen bu ikilemlerden birinde bulacağımızı düşünüyoruz. Geçmişte farklı bir tartışma zemini içinde önümüze çıkan bu ikilem "kitle çalışması içinde kadro çalışması" kavramsallaştırmasıyla aşılmıştı.

Geniş iadelerin etnik, dinsel, mezhepsel kimlik arayışları çerçevesinde sağ liberal bir savrulma içine sürüklendiği bugünkü koşullarda sol hareket güçlü bir toplumsal kide temelinden yoksun durumdadır.

Bu durum bugün sağlam bir ideolojik temelle birlikte solun en önemli sorunudur. Güçlü bir toplumsal tabana oturmayan bir hareketin kendi dışındaki güçlere bel bağlama eğilimlerine sürüklenmesi kaçınılmaz bir şeydir.

Böyle bir saptama kuşkusuz politik çalışmanın kitlelerin kazanılması temeline oturtulması gereğini ifade eder. Ancak buradan ülke siyasetine ilşkin çözüm arayışlarının dıştalanması gibi sonuç çıkartılması anlamsızdır.

("İnsan tek bacak üzerinde ayakta durabilir, yürüyebilmek için ise ancak iki ayak gerekir" şeklindeki çin deyişi sanki böyle bir tartışma için söylenmiş gibidir.)

Başta söylediğimiz gibi, solun en küçük bir umut ışığı bırakmayan bugünkü durumundan kurtulmak için kimsenin elinde sihirli bir değnek yok.

Keza bu kadar karmaşık bir fikri dağılmanın olduğu bir yerde herkesi tek bir çatı altına toplayarak bütün sorunları bir çırpıda çözmenin olanaksızlığı ortada.

Bugün sol ülkenin yaşadığı liberal dönüşüm sürecinin yarattığı kırılma ve çatışmaların, kişisel hırsların yönlendirdiği anlamsız ve faydasız çekişmelerin, şuursuz savrulmaların karşısında, kendi yolunu açacak bir hamle yapma konusunda yetersiz durumdadır.

Bu kuşkusuz üzerinde ciddi olarak tartışılarak aşılması gereken önemli bir eşiktir. Bugün pek çok çevrenin soldaki bu olumsuz tablodan çıkış yolu arayışlarında olduğu biliniyor.

Türkiye'de AKP'nin dinci liberal çizgisinin kazandığı başarı bazı sol liberal çevreler tarafından CHP'nin milliyetçi/militarist çizgisi nedeniyle solda oluşan boşluğu dolduracak "sol liberal bir siyasi seçenek" yaratma çabalarına yöneltmektedir.

Bir bakıma AKP'nin "sol" bir versiyonu olarak nitelenebilecek böyle bir girişimin, sanılanın aksine, ciddi bir başarı şansının olmadığını söylemek mümkündür. (Zaten o boşluk AKP tarafından doldurulmuş durumdadır.)

Bize göre solun kendisini büyüterek başarıyı yakalayabilmesinin yolu emperyalist-kapitalist sistemin yürütücülüğünü üstlenen AKP karşısında ikirciksiz bir tavırla eşitlik ve özgürlük temelinde bir muhalefet odağını inşa etmekten geçebilir. AKP'nin uyguladığı politikalara karşı tepkinin Milliyetçi/devletçi anlayışlara yönelmesinin önüne geçilerek eşitlikçi özgürlükçü bir yola aktarılabilmesi de buna bağlıdır.

Sermayenin AKP eliyle sürdürdüğü ve bugün durdurulması imkansız gibi görünen yürüyüşünün duvara toslaması kaçınılmazdır.

Sorun bizim kendimizdedir. Bunun için ülkenin ve toplumun geleceğine devrimci bir tarzda müdahale edilebilmesininin yolunu açacak bir şekilde, solun bütün ön yargıları bir yana bırakarak kendi kendisiyle sağlıklı bir yüzleşmeyi başarabilmesi gerekir.

Solun önündeki açmazlarla birlikte, kendi krizini aşmayı başarabilmesinin yolu ancak bu şekilde bulunabilecektir.

YAZARIN NOTU:
Uzunca süredir gazetedeki yazılarımı aksattığım için epeyce eleştiri almıştım. Bu arada iş, gazete yönetiminin beni gazeteden attığına dair söylentilerin çıkmasına kadar uzayınca, böyle uzunca bir yazıyla aradaki boşluğu doldurmaya çalıştım. Kuşkusuz ifade etmeye çalıştığım sorunlarda farklı düşünen arkadaşlarımız da vardır. Bu da son derece doğaldır. Eğer gazete yönetimi de uygun görürse aktarmaya çalıştığım görüşlere ve konulara dair eleştiri, öneri ve düşüncelerini ifade etmek isteyen arkadaşlara bu sayfada (gerekirse benim yerimi de kullanarak) yer verilmesinin tartışmanın sürdürülmesi ve belki bazı olumlu sonuçlar da doğurabilmesi açısından yararlı olabileceğini düşünüyorum.