Kapitalizmin kendini savunmasının değişik yöntemleri var. Bunlardan birisi de kendini inkâr etmektir. İnkârın geçerli, başarılı yöntemlerinden birisi de çeşitli felsefi akımların karmaşık dünyasına sığınmak oldu.

Şu oksimoron meselesi
Hitler’in Milliyetçi Sosyalist Alman İşçi Partisi de sosyalist ismini kullanmıştı. (Fotoğraf: Wikimedia)

Önce Attila Aşut kardeşim BirGün’de “Muhafazakârlık ve devrimcilik birbirine temelden karşı iki siyasal/toplumsal kavramlardır. Karşıt anlamlı sözcüklerin bir arada bulunmasının 'oksimoron' olduğunu daha önceki yazılarımda açıklamıştım” diye yazdı. Sonra ben de kıyısından konuya katıldım; “ Liberal sosyalist ya da imkânsız karşımlar” diye bir yazı döşedim. Oksimoron durumların politik olarak var olabileceklerini de kabul ederek “İnsanların farklı disiplinlerin ideolojilerin kimi yönlerini beğenmeleri, kendilerine göre karma sistemler yaratmaları, hayal etmeleri mümkündür ama sorun bunların gerçekliği sorunudur. Bu karışımlar, karma hayaller çok şairane de olabilir ama yine de gerçeklikle bağdaşamazlar” diye ahkâm kestim. Olur mu olmaz mı derken, tanıdığım en yetkin entelektüellerden, hemen her konuda “malumatfuruş” değil gerçekten bilgi sahibi, değerli ve sevgili Gündüz Fındıkçıoğlu’nun azarı geldi. Facebook’ta şöyle yazdı Gündüz: “Bir bakayım dedim neler de yazılmış. Şahane. Efendim, 'muhafazakâr devrimci' olur muymuş? Oxymoron olurmuş. Süper.” Sonra da bir dizi güzel örnek sıraladı. Bu çarpıcı örneklere oksimoron diyenleri yerin dibine batırdıktan sonra da gerekçeli hükmü yazdı: ''Yani evet, muhafazakâr devrimcilik hem de nasıl vardır. Hatta devrimcilik daha çok muhafazakâr devrim veya muhafazakârlıkta devrimciliktir. İtalyan 'rivoluzione conservatrice' sonradan eklenmiştir. Berlusconi için de kullanılmıştır.”

İlerici muhafazakâr Dufaure

Ama sevgili Gündüz biz de tersini söylemedik ki. Var böyle gariplikler. Tarih bunlarla dolu. Senin örneklerinin dışında ben de yazımda sözünü ettiğim örneği yineleyeyim o zaman: Jules Dufaure. Marx Dufaure’i “bir Orleanscı ve sözcüğün parlamenter anlamıyla bir ‘liberal’dir'' diye anlatır. 1846’da Fransız Temsilciler Meclisi'nde ortaya çıkan ve kendilerine ''ilerici muhafazakârlar'' adını veren (tanıdık geliyor mu bu oksimoron sıfatlama) Union Liberale’in-Liberal Birlik'in üyesiydi. Ama ne müthiş bir liberaldi bu muhterem. İlgisi yoktu tabii. Marx bu kan dökücünün, sansürcünün liberalliğiyle de alay eder. “Sözcüğün parlamenter anlamıyla bir 'liberal'dir. Dolayısıyla, o her zaman baskı ve sıkıyönetim bakanıydı” der.

İlericilik, devrimcilik, sosyalistlik, komünistlik ile liberalliğin, muhafazakârlığın birbirinin tersi olduğunu, bunların birlikte kavramlaştırılmasının da oksimoronluk olduğunu söyleyince neden bu kadar kızıyor, bizi sarakaya almaya yelteniyorsun ki kardeş? Verdiğin örnekler de gerçekten ilginç ve gerçekten oksimoron örnekleri. Bunların içinde en çarpıcı olanı da “En geniş ‘muhafazakâr devrim’ dalgasının içinde, SPD dâhil çeşitli irili ufaklı sosyalist partilere üyelik ve yöneticilik dönemlerinde bile, 1921 sonrası yavaş yavaş ‘genç fikirlere’ ulaşan Ernst Niekisch gibi, muhtemelen Hitler’in yegâne alternatifi olabilecek olan, figürler bulunuyordu. Niekisch adım adım ‘Nasyonal-Bolşevizm’ National-Bolschewismus olarak adlandırılacak ‘muhafazakâr devrim’ hizbinin görüşlerini oluşturmuştur” diye güzel güzel anlatıyorsun. Oluştursun da, Bolşeviklikle milliyetçilik böyle bir araya gelebiliyor mu, böyle bir dünya görüşü Bolşeviklikten ve milliyetçilikten farklı bir ideolojik politik yapı oluşabiliyor mu yani?

Hem milliyetçi hem sosyalist hem işçi partisi

Hitler’in partisi, NSDAP Nationalsosyalistische Deutche Arbeiterpartei yani Milliyetçi Sosyalist Alman İşçi Partisi, Almanya’ya ve giderek neredeyse tüm Avrupa’ya egemen oldu. Milliyetçi Almanya Partisi demek varken bu sosyalistlik neden eklenmişti ki partinin adına? Yanıtı karışık değildir. O yıllarda sosyalizmin prestiji yüksekti. Ama zaten bu tarih boyunca böyle olmuştur. Faydacı liberallerden John Stuart Mill örneğin. Sosyalistlerle aynı kanıda olduğunu sık sık yineler, ''Ah şu sosyalistler baskıcı olmasalar'' diye hayıflanır ama yine de kendini onlarla aynı safta göstermekten hoşlanırdı. Örneğin Otobiyografi adlı eserinde “Bizim (kendini ve sevgilisi Harriet Taylor’ı kast ediyor) nihai gelişme idealimiz demokrasinin çok ötesine geçiyordu. Genel anlamda pekâlâ sosyalist kategorisine sokulabilirdik.” Her cinsten liberaller, muhafazakârlar sık sık böyle anılmayı politikalarına uygun bulur, adlarının yanına sosyalist, devrimci, ilerici gibi sıfatlar eklemekten kendilerini alamazlar. Aslında liberaller kapitalizmle özdeşleştirilmekten de pek hoşnut değildirler. Mümkün olsa onun günahlarından sıyrılmak kurtulmak isterler. Tipik bir örnek aktaralım. “Demokrasi teorisine geri dönüş” adlı eserinde Giovanni Sartori, ekonomik sistem ile siyasal bir sistemi birbirinden ayırır. “Ekonomik bir sistem olan liberalizmin, siyasal bir sistem olarak liberalizmden ayrılması gerektiğine işaret etmiştim” diye yazar. Bu ayrımın gerçeklikle bir ilgisi yoktur. Siyasal bir sistem olarak ekonomik sistemin hangi ögesine karşı çıktığını anlamak zordur. Şakayla karışık sorabilir insanlar, “antikapitalist liberal” bir parti kursak örneğin. İnsanlar bize inanır mı? Sormazlar mı ''Mülkiyet meselesine ne diyorsunuz, serbest piyasa karşısındaki tutumunuz nedir?'' diye. Görünür gerçek de inkâr edilmez, hakikat da liberalizmi kapitalizmden ayıramaz. Bu nedenle de “antikapitalist liberalizm” tıpkı “muhafazakâr devrimci” gibi bir oksimorondur. Ama bu böyle diye bu karışımların peşine düşen olmaz mı? Olur. Olsun, ne yapalım. Kapitalizmin kendini savunmasının değişik yöntemleri var. Bunlardan birisi de kendini inkâr etmektir. İnkârın geçerli, başarılı yöntemlerinden birisi de çeşitli felsefi akımların karmaşık dünyasına sığınmak oldu. Liberalizmin kapitalizmden farklı bir şey olduğunu ilan ederek, örneğin aydınların kafasını pek güzel karıştırmayı başarmış, mimariden yola çıkıp nihayet “post truth” durağında, “gerçek nedir ki her şey algı” son durağında yolcularını indiren post modernizm tipik örnektir. Liberalizm alias kapitalizm, bu etkisi büyük avukatsız felsefenin desteğiyle, sanat kültür dünyasında kuşkusuz tamamen duygusal güdülerin de katkısı ve desteğiyle varlığını sürdürebilmekte, bu piyasaya egemen olabilmektedir.

Oluru var olmazı var

Yani görüldüğü gibi Gündüz Fındıkçıoğlu “Ne diyorsunuz siz, böyle oluşumlar partiler vardır, her zaman vardı, oksimoron de ne demek oluyor” dese de örnekler oksimoron örnekleridir. Yani (bana göre, diyeyim de kaçacak bir kapı bırakayım kendime) sosyalizmle Nazilik yan yana gelmez, birisi onu yan yana getirse, partisine ad yapsa da olmaz. O adlandırmaya da o örneğe de oksimoronluktan başka sıfat yakışmaz.

Yalnız bir konuda Gündüz’ün söylediklerini kavramakta güçlük çektim. Tabii anlamaya çalışacağım ama tam çıkaramadım şu kısa ve özlü cümlede ne demek istiyor Gündüz: “Devrimcilik daha çok muhafazakâr devrim veya muhafazakârlıkta devrimciliktir.” Üstü kapalı formülleri seviyor Gündüz, bizi de zora koşuyor. Bize usta bir diyalektik dersi veriyor belki de. Şöyle anlaşılırsa, “Muhafazakârlığı ortadan kaldıran, onu yenen, etkisizleştirendir, alt edendir devrimcilik, muhafazakârlıkta devrimciliktir”, olmaz ama böyle deniyorsa mesele yok. O zaman zaten iki zıt kavramdan olmadık bir kavram üretmiş olmayız. Bir süreçten, hatta devrimci bir süreçten söz etmiş oluruz.

***

Şimdi ben bunları yazdım ama hemen her yazısının, değinmesinin bende yarattığı çağrışımlarla ufkumun açıldığını hep hissettiğim Gündüz Fındıkçıoğlu’nun İtalyanca, Fransızca, Almanca, İngilizce ve dahi Latince, kim bilir daha hangi lisanlardan örneklerle öfkelenebileceği, celallenebileceğini de hesaba katıyorum doğrusu.

Öyle olursa ortak arkadaşımız Alpay’ın arkasına saklanıp, “Alpay Biber bir şey söyle şu Gündüz’e” deyip kaçacağım.