Kazakistan’ın başkanlık sisteminden vazgeçerek güçlendirilmiş bir parlamentoyla yoluna devam etmesinin ABD ile ilişkilerinde gelişmelere yol açacağı kesin gibi

“Tanrı” yeryüzüne indi

Kazakistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in ülkesinde Başkanlık sisteminden vazgeçeceklerini açıklaması, benzeri bir gündemle meşgul olan Türkiye’de de yankı buldu. Özellikle haberin yandaş medyada yer almasının ciddi bir rahatsızlık yarattığı görüldü. Habertürk gazetesi “gelen tepkiler üzerine” haberi sitesinden kaldırdı örneğin.

Tepkilerin olması çok doğal çünkü neredeyse ülkesinde “yarı tanrı” durumunda olan Nazarbayev’in yetkilerini güçlü bir parlamentoya devrederek “gücün” vazgeçilmez olmadığı konusunda “kötü örnek” olması memleketteki Başkanlık yanlıları için tatsız bir durum.

SSCB’nin dağılmasıyla 1991’den bu yana “bağımsız” olan Kazakistan Anayasadaki 2. Maddede de belirtildiği gibi başkanlıkla yönetilen bir ülke. Tabii ki Başkanlık Sistemi deyince akla gelen ABD Başkanlık Sistemi ile uzaktan yakından bir ilgisi yok. Bu sistemi savunan herkesin örnek aldığını söylediği ancak kendi ülkelerine has olduğunu da vurguladığı ABD’ninkinden çok farklı. Amerikan tarzı başkanlık sisteminde güçler ayrılığının kesinliği Kazakistan’da yok örneğin. Devlete ait kuvvetler görevlerini yaparlarken doğrudan başkanın etkisi altındalar. Dolayısıyla güçlerin ayrılığından da bağımsızlığından da söz edilebilir değil. Başkanın parlamentoyu fesh etme yetkisi var. Parlamentoyu Meclis’le birlikte oluşturan 15 üyeli Senato’nun üyelerini de Başkan seçiyor. Orada alınan kararların Başkan’ın kararları olduğu da biliniyor.

Oysa Başkanlık Sistemi’nde halk tarafından seçilen bir başkan, sınırları kesin olan güçler ayrılığı, güçlerin birbirlerine müdahale etmezliği, meclis üyeliği ile bakanlığın aynı kişide olmaması, başkanın yasama kuvvetini feshetme yetkisinin olmaması gibi temel prensipler var. Kazakistan’da da bir “demokrasi” var tabii ama bu “demokrasi” başkanın kişisel iktidarıyla birleşmiş durumda. Yani Nazarbayev’in yetkileri bir Başkan’ınkinden daha da fazla. Çok geniş yetkilere sahip.

Yakında değiştirilir mi bir tahminde bulunmak için henüz erken ama Kazakistan anayasasının 46. maddesi Başkan’ın dokunulmaz olduğunu belirtir. Eşininkiler dahil tüm harcamaları devletçe karşılanıyor. Bir başkan iki kez üst üstte başkan seçilemez maddesi Nazarbayev’den sonra gelecek olanlar için uygulanacak bir kural olarak benimsenmiş bir madde. Devlet başkanına karşı sorumlu olan hükümet üyeleri hem millete hem de başkana yemin ederler anayasa gereği. Yani gerçekten de “tanrısal bir güç” Nazarbayev.

Başkanlık’ın tüm avantajlarını nasıl kullandığını kısaca anımsatalım: Görünürde çok partili bir sistem var Kazakistan’da. 2012 seçimlerinden sonra çok partili bir meclisin oluştuğunu görüyoruz. Ancak 1995 yılındaki bir anayasal düzenleme ile parti kurmak zorlaştırılmıştı. Kurulan partilerin bir bölümü aslında Nazarbayev tarafından kurdurulmuş ya da desteklenmiş partilerdir. Bunlardan Asar Partisi Nazarbayev’in büyük kızı ile damadının kurduğu bir partidir örneğin. Toprak ağalarının kurduğu Çiftçi Partisi de öyle. Bunlara Sivil Partisi de eklenmelidir. Bu üçünün bir süre sonra, iktidar partisi olan Otan’a katıldığını, bu katılımla Otan’ın Nur Otan adını aldığını da belirtelim.

Ülkenin genç sermayedarlarının kurduğu liberal çizgideki Ak Jol partisi daha sonra bölündü, diğer kanat Gerçek Ak Jol olarak daha sert bir muhalefet yaptı. Kazakistan’da muhalafet partilerinde sık sık bölünmeler yaşanıyor. Bunun örneklerinden bir diğeri de Kazakistan Komünist Halk Partisi’dir. Bu parti Kazakistan Komünist Partisi’nden kopmuş, “yumuşak” muhalafet yapan bir parti durumundadır. Hatta batıya karşı ülkede her düşüncenin örgütlendiğini göstermek isteyen Nazarbayev tarafından özellikle korunduğu ileri sürülmekte.

Muhalefet partilerinin çalışmaları devletin ciddi denetimi, baskısı altındadır. Tüm bu uygulamaları ülkenin “bölünme” korkusu üzerinden sürdürdü Nazarbayev. Nedeni şu; ülkede Rus nüfus bir hayli fazla. Bu nüfus özellikle Rusya sınırında çok yoğun. Nazarbayev için bir tehdit gerekçesi olarak değerlendirildi bu durum. Bağımsızlığın ilk yıllarında Kazakistan nüfusunun yüzde 53.40’ı Kazaklardan oluşuyordu. Yüzde 31’i Rus olan nüfusta Alman asıllı olanların oranı ise yüzde 3’tü Alman. Az sayıda Ukraynalı da var. Ülkede 1993 yılından itibaren Kazaklaştırma politikası başlatıldı. O tarihten bu yana devlet yönetiminde Kazak olma şartı getirildi.

Ülkenin Rus nüfusun çokluğu yüzünden bölünme “tehlikesini” muhalfilerine karşı kullandı, sertlik politikalarını bu tehdidin varlığına bağladı. ABD ile ilişkilerinin özellikle 1990’larda gelişmesi de bu tehdit nedeniyledir. Toplumda başka nedenlerle de baş gösterecek bir kalkışmanın bölünmeye gidecek bir sonuca yol açmaması için ABD ile birlikte Kazakistan yönetimi sivil toplum kuruluşları bile oluşturdu. Liberal ekonomik politikalar belirlenip hayata geçirildi. Ancak ABD ile ilişkiler bölgede 2005’de Kırgızistan’daki “Renkli Devrim” den sonra ABD’nin Kazakistan’da da benzeri bir “devrim” oluşturma çabası nedeniyle kötüleşti. Bu durum Nazarbayev’in Başkanlık sistemine sıkı sıkıya sarılmasının gerekçelerinden biri oldu.

Ancak Nazarbayev’in bu karşıtlığı “uzlaşmaz” bir noktaya getirmeyip, batılı kurumlarla da “iyi ilişkiler” içinde olması ülkesini yeni bir “devrim”den kurtarmış oldu. Öyle ki ülkelerde sözüm ona demokratikleşmeyi destekleyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) 2010’da dönem başkanlığıı da yaptı

Oysa Nazarbayev ABD yönetimiyle önceleri, içinde bulunduğu bölgedeki cumhuriyetlerin hem tepkisini çeken hem de kimilerinin desteğini alan “iyi ilişkiler” geliştirmişti. İlk ziyaretini gerçekleştirdiği 1992’de “Sermaye Yatırımlarının Teşviki ve Karşılıklı olarak Korunmasına İlişkin” sözleşmeye imza atmıştır. Çok değil iki yıl sonra ABD ile “Demokratik Ortaklık Anlaşması’nı da imzalayacaktır. Buna karşın Nazarbayev’in ABD ile ilişkileri tam bir teslimiyet noktasına getirmediği biliniyor. ABD’ye 2001’de yaptığı beşinci ziyaretinde ABD Kazakistan’ı Uluslararası Terör Karşıtı Koalisyon üyesi yapmaya zorladığında Nazarbayev bunu reddetti örneğin. Bu önemli bir karardır çünkü Kazakistan ABD’nin isteğine boyun eğseydi hava sahasını koalisyonun uçaklarına açacak, Afganistan’a yapılacak operasyonları ABD/Batı adına kolaylaştırmış olacaktı.

Kazakistan’ın “dinci terör”le mücadelede kendi yöntemleri var. Acımasız bir baskı uyguladığı biliniyor ülkedeki dinci kurumlara. Ancak din konusunda farklı girişimleri de oldu. 2006’da Astana’da Dünya Dini Liderler Toplantısı’nı gerçekleştirdi. Buradan çıkan sonuç nelere yol açtı çok net olmasa da Kazakistan’ın bugün “dinci terör”den ötürü bir sıkıntısı görülmüyor.

Neden başkanlık?

Kazakistan, elbette genç bir ülke. Bağımsızlığına kavuştuğu andaki koşullar nedeniyle bu sistemin, bir geçiş süresi, olarak daha uygun olduğunu düşünmüş Nazarbayev. “Güçlü bir Başkanlık’la yabancılara tabii olmaktan kurtulduk” diyor örneğin. Bu sistem sayesinde içişlerine, ekonomiye dış müdahalelerin önlenebildiğini belirtiyor, parlamenter sistemin içişlerinde belirsizlik doğurduğunu, bu belirsizliğin yol açtığı dolaylı bir meclis diktasını önlediğini de kaydediyor. Nihayet çok etnisiteli ülkede birlik ile istikrarın sürmesi için gücün tek bir elde toplanması da gerekliydi Nazarbayev’e göre.

İşaretlerini vermişti

Şimdi Kazakistan’da Başkanlık Sistemi’ni gerekli kılan koşulların kalktığını, yani “geçiş süreci”nin tamamlandığını ileri sürüyor Nazarbayev. 2010’da kendisini “ömür boyu başkan” ilan eden düzenlemeye rağmen, aslında bu tarihten çok öne önce başkanlık sisteminden vazgeçileceğinin ya da en azından parlamentonun güçlendirilmek istendiğinin işaretleri vardı ülkede.

Örneğin 1991-1993 yılları arasında parlamenter sistem ile başkanlık sisteminin ortak ilkelerini kapsayan bir sistem oluşturulmaya çalışıldı. Ancak siyasi gelişmeler bunun hayata geçirilmesini zorlaştırmıştı. Nitekim 1995’de yapılan referandumu ile bir anayasa değişikliğine gidildi. Yeni anayasa demokratik, laik, üniter bir devlet yapısı, hem millet meclisi hem de senatonun olduğu iki kanatlı parlamento öngörüyordu ama güçlü bir başkanlık da getiriyordu. Ancak bir kaç yıl sonra , 16 Mayıs 2007de anayasada yine kimi değişiklikler, eklemeler yapıldı. Bir tür reformdu bu. Nazarbayev bu değişiklik ve eklemelerle başkanlık sistemi sürmesine rağmen parlamentonun yetkilerinin de genişletildiğini açıklamıştı.

Kazakistan’ın başkanlık sisteminden vazgeçerek güçlendirilmiş bir parlamentoyla yoluna devam etmesinin ABD ile ilişkilerinde gelişmelere yol açacağı kesin gibi. Çünkü ABD Kazakistan’da pazara ekonomisi ile demokratik reformların yapılmasını destekliyor, bölgesel güvenlik ve işbirliğini sağlama yönünde bir çabası da var, üçüncü önemli neden ise elbette bölgedeki ekonomik ve enerji kaynaklı çıkarları.

ABD tarafından demokrasinin uygulanmadığı, seçimlerin adil, şeffaf bir çerçevede yapılmadığı, basın özgürlüğünün kısıtlandığı gerekçesiyle defalarca uyarılan Kazakistan, şimdi ABD ile ilişkilerini daha da ileriye götürecek reformları hayata geçirmeye başlamış bulunuyor. Bölgede ABD’nin dostu olarak kalmanın avantajlarının farkında. ABD için de Nazarbayev hep önemli oldu. Bush döneminin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “Kazakistan ve bizzat Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev Merkezi Asya için büyük önem taşımaktadır” sözü öylesine edilmiş bir söz değildir.

Bağımsızlığın kazanılmasından itibaren Kazakistan özelleştirme politikalarını hayata geçirdi, serbest pazar ekonomisinin alt yapısını hazırladı. İki dönem başkan olmama yasağı da kendisinden sonrakiler için geçerli olacağına göre yetkileri azalmış ama yine de etkili bir Başkan olmaya devam edecek .

Nazarbayev, politika oyununu iyi oynadı gerçekten. Kazakistan bölgede bir Amerikan “toprağı” olarak çok önemli roller oynayacak belli ki.