Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, gerekse de AKP, anayasa değişiklikleri ile ilgili yeni sistemi “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak nitelendiriyor. Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu ise, tamamen farklı yaklaşımla cumhurbaşkanlığının da ortadan kaldırılacağını ifade etti.

Son KHK ile Marmara Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, anayasa değişiklikleri ile ilgili olarak toplumu bilgilendirmek ve aydınlatmak için seminerden seminere, panelden panele koşturuyor. Kaboğlu, önceki gün de (12 Mart Pazar günü) Kadıköy Kent Konseyi’nin Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde düzenlediği toplantıda konuştu.

Kısa bir süre önce gözünden bir operasyon geçiren Prof. Dr. Kaboğlu, sağlık sorununa rağmen toplantıya katıldı. Toplantının moderatörlüğünü, SODEV (Sosyal Demokrasi Vakfı) Yönetim Kurulu üyesi Sevil Becan yaptı. Kaboğlu, Becan’ın ve izleyicilerin sorduğu soruları yanıtladı.

Aynı zamanda gazetemizin yazarlarından olan Prof. Dr. Kaboğlu, dünyada siyasal rejimlerle ilgili olarak belli başlı dört sistemin olduğundan söz etti. Bunlar, İsviçre’de uygulanan Meclis Hükümeti sistemi, halen ülkemiz dahil birçok Avrupa ülkesinde uygulanan parlamenter sistem, Fransa’daki yarı başkanlık sistemi ve ABD’deki başkanlık sistemi.

Tüm bunların hepsinde yargı bağımsız bir kurum. Yasama, yürütme ve yargı üç ayrı erk olarak bir yapılanma içinde bulunuyor. Her organ birbirini denetliyor.

Anayasa profesörü Kaboğlu, Türkiye’de getirilmek istenen sistemi ise şöyle açıkladı:

“Anayasa değişikliği ile hükümet lağvediliyor, başbakanlık kalkıyor. Aslında bu yeni sistemde cumhurbaşkanlığı da organ olarak ortadan kaldırılıyor. Hem hükümetin hem de cumhurbaşkanının yetkileri tek bir kişiye devrediliyor. Yürütme, başkanın uhdesinde, yasamanın yetkileri de önemli ölçüde başkana veriliyor. Başkan, aynı zamanda parti başkanı ve yargının oluşumunu da o belirliyor.”

Kaboğlu, daha sonra söyle devam etti: “Yani, bir kişiye tüm yürütme ve yasama yetkileriyle yargıyı güdüleme olanağı veriliyor. Parti ve devlet tek kişinin egemenliğinde olacak. Aslında bu şekilde cumhurbaşkanlığı makamı da kaldırılacak. Ancak bu pek fazla telaffuz edilmiyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise bir kelime oyunu. Osmanlı modernleşmesinde bile böyle bir durum olmadı.”

Anayasanın bir toplumun özgeçmişi olduğunu belirten Prof. Dr. Kaboğlu, “Daha önce birçok kez anayasa değişikliği yapıldı. Bu değişiklikler, toplumun ihtiyaçlarına göre oluştu. İşçilerin, memurların, kadınların mücadelesiyle birçok değişiklik gerçekleşti. Kuşkusuz AB dinamiği de vardı, ancak toplumun ihtiyaçlarına göre bir değişim söz konusu oldu. Şimdi ise tek bir kişinin ihtiyacı dikkate alınıyor” dedi.

Toplantı izleyicilerin sorularına da yanıt verildikten sonra sona erdi.

***

Gazetecinin mektubuna özgürlük!

Başta Silivri olmak üzere çeşitli cezaevlerinde olan gazeteci arkadaşlarımıza 11 Mart 2017 Cumartesi günü mektup ve kartpostal gönderdik. 11 Cumhuriyet gazetesi yönetici, yazarı ve muhabiri dört ayı aşkın süredir Silivri Cezaevi’ne bulunuyor. Gazetemiz muhabiri Mahir Kanaat da, yine aynı cezaevinde üç aya yakın özgürlüğünden yoksun olarak kalıyor.

Gazeteci arkadaşlarımızın mektup alması ve göndermesi yasak. Gerekçe de OHAL uygulaması. Bir tutuklunun en doğal hakkı olan mektuplaşmaya getirilen bu yasağı protesto etmek ve meslektaşlarımıza destek olmak amacıyla Kadıköy PTT’si önünde buluştuk.

“Dışarıdaki gazeteciler” adına açıklama yapan Gülşah Karadağ, 150’ye yakın gazetecinin cezaevinde olduğunu belirterek, aylardır tecrit altında olduğunu ve mektup haklarının keyfi olarak yasaklandığını vurguladı.

Eyleme destek veren gazeteci kökenli CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş da bir konuşma yaparak Cumhuriyet gazetesinin karikatüristi Musa Kart’ın durumunu örnek verdi. Yarkadaş, şunları söyledi:

“Musa Kart’la görüşürken ona kalem ve kağıt verilmesi, not tutması yasaktı. Şayet konuştuklarımızı not alsa bir disiplin suçu işlediği belirtilerek ceza alması mümkündü. Silivri’deki gazeteci arkadaşların değil dışarı mektup yazmayı, bizlerle konuşurken not alması bile yasak. Onların adına bizler not tutup yazı yazabiliyoruz.”

Mektup, cezaevindeki bir tutuklunun suyu, havası, gıdası gibidir. Onun kadar elzem bir ihtiyacıdır, dışardaki hayatla en önemli bağıdır. Sıkıyönetim dönemlerinde bile böyle uygulama yoktu. 12 Mart sürecinde askeri cuntanın Selimiye Cezaevi’ndeki tutukluları olarak ailemizle rahatlıkla mektuplaşabiliyorduk. Annemin yazdığı 45 yıllık mektupları hâlâ saklarım. Bizlere moral veren, dışarıdaki hayatla bağımızı kuran çok değerli hatıralardır…

Gazetemiz yazarı Nazım Alpman’la kartpostalları Silivri’deki arkadaşlarımıza gönderirken genç gazetecilerin o soğuk havaya rağmen nasıl kararlı ve ısrarlı bir mücadele içinde olduklarını da gözlemledim.

Bu genç arkadaşlarımızın mücadelesi ve katkısıyla nasıl beş yıl önce Ergenekon davasından Nedim Şener ve Ahmet Şık tahliye olduysa, yine 2.5 aydır içeride bulunan Ahmet Şık’ın ve diğer gazeteci arkadaşlarımızın da özgürlüğe kavuşacağına inanıyorum. Kuşkusuz öncelikle mektupları özgürlüğe kavuşacaktır…