Ne yağmurdu ama. Kültür başkenti diye dünya aleme ilan ettiğimiz İstanbul’un nasıl bir alt yapı yoksunu olduğunu bir kere daha yaşadık. İstanbul’u yönetenler dünkü yağışı afet olarak nitelendirdiler. Dolayısıyla “Yağmur başIadı. GeIse de ısIansak dediği biri oImaIı insanın” diyebilecek halde değildik dün.

Kadir Topbaş’ın, metro istasyonlarının sularla dolması üzerine “gelişmiş” ülkeleri örnek göstererek “orada da oluyor” diye rezaletimize adeta katlanmamızı ima eden açıklamaları yağmurun yol açtığından da beter bir “sululuk” kuşku yok. O kadar suçlular ki, suçlu olduklarının da o kadar farkındalar ki bu tür durumlarda gösterecek “emsal vakıa” biriktirmekle meşguller bunlar. AKP Genel Başkanı olan zat da Soma faciası üzerine İngiltere’de 1800’lü yıllardaki maden kazalarını örnek vermişti, anımsarsınız.

İstanbul büyük kent. Girdisi, çıktısı, kargaşası bir hayli fazla. Biz değil ama kenti yönetenler bilmek zorundalar bunu. Hangi alt geçit su toplar, metro istasyonlarına nereden su girer bilmeleri gerekmez mi? İstanbul Belediye Başkanı başka ülkelerden örnekler vereceğine, madem hafızasında geçmişte olanı biteni tutabiliyor, İbni Hurdadbe’yi de anımsayıp, onu örnek alsa kendine fena mı olur?

Halife el-Mu’tamid dönemidir, 800’lü yıllar, Abbasi Halifeliği’nin en önemli bölgelerinden biri Cibal adını taşımakta. Bu Hurdadbe, bölgedeki postaların güvenliğinden sorumludur. Posta işleri aksamasın diye oturup ‘Kitab’ül Mesalik ve’l-Memalik’i(Yollar ve Ülkeler Kitabı) yazar. Hem bölgenin hem de Bağdat’ın çevresinde ne kadar büyük yol varsa bir bir anlatır bu kitapta. Posta o dönem çok önemli bir hizmettir, kitap da postacılara yardım için yazılmıştır ama Halifeliğin imar ya da bugünküne benzer kent işlerinden sorumlu birimleri de yararlanır. Bugüne kadar, yolları Hurdadbe’nin kitabı kadar iyi anlatan başka bir kitap yoktur denir. Var mıdır İstanbul Belediyesi’nde bu tür bir kitap? Varsa ne işe yarıyor? Yoksa neden yok?

Defalarca olduğu için hangi metro istasyonunun içini ya da girişini su basar, hangi alt geçit sağanakta su tutar bunları bilmesi gereken Kadir Topbaş, “İngiltere’de metroları su basıyor”u bize neden anlatıyor? Olumluyla kıyas yapılır derler, kötü örnek örnek değildir dendiği de olur. Yok “rahmetti”, yok “bereketti” diyerek katlanılabilecek bir durum değil bu. Kaldı ki “afet” diyen de bu kenti yönetenler. O zaman rahmeti, afete dönüştürmek de bunların “günahı”. İyi de biz neden çekiyoruz bu günahı peki?

Yetkililer “Beklenenden fazla yağmur yağdı” diyerek savunuyorlar kendilerini. Ne kadar bekleniyordu da bunlar önleyebilecekti bilmem ama yağmur değilse bile az ya da fazla “beklenen” şey şu: Dere yataklarını imara açarsanız beklediğiniz az da olsa su taşkınlarına yol açarsınız. Her tarafı betonla doldurursanız suyun akıp gideceği boşluk bırakmamış olursunuz. Köprü yapacağım diye ormanları katledip, su havzalarını yok ederseniz suyun içinde yüzeriz hepimiz.

Topbaş İngiltere’den falan örnekler vermekten vazgeçsin artık gülünç bile olmuyor, kızgınlık yaratıyor aksine. TMMOB İstanbul Şubesi’nin açıklamasındaki şu bilgiyi de kafasına yerleştirsin: “Dünyada son birkaç on yılda meydana gelen doğal afetlerde 1.5 milyon insanın hayatını kaybettiği, milyarlarca liralık ekonomik kayıp yaşandığı bilinmektedir. Afetle yüz yüze gelen nüfusun yüzde 15’i gelişmiş ülkelerde yaşamakta, buna rağmen can kayıplarının ancak yüzde 1.8’i bu ülkelerde görülmektedir. Az gelişmiş ya da yoksul ülkelerdeki can ve mal kaybı ise gelişmiş ülkelere göre 20 kat daha fazladır.”

Plansızlık, vurdumduymazlık, ağaç katli, yeşil düşmanlığı, beton hayranlığı, yeni rant alanları açma kurnazlığı “afet” olarak geldi İstanbul sokaklarına dün.

Artık “Rahmettir” falan da diyemezler. Dün açıkladılar ya “Bu afettir” diye.

Biz değil, kendileri söyledi.