On yılı geçmiştir herhalde bu yazıyı yazalı. Oğul Bush zamanıydı. Şu sıralar yine nükleer silah yarışına girdi dünya. Kapsamlı bir savaş tehlikesi her geçen gün artıyor. Yeniden o yazım geldi aklıma. Yeniden anımsatayım istedim:

“Bunca yıl sonra yeniden böyle bir haberle karşılaşacağım aklıma gelmezdi. Yıllar önce ortaokul öğrencisiyken tarih hocamızdan duymuştuk haberi. Japonya’nın, şimdi neresi olduğunu anımsayamadığım ormanlık bir bölgesinde II. Dünya Savaşı sırasında saklanmış iki Japon askerinin tesadüfen bulunduğunu söylemişti hocamız. Askerler bulundukları sırada savaşın hala sürdüğünü sanıyorlarmış meğer.

O iki askerin dramı, savaş sonrası literatüre “Japon askeri sendromu” denilen bir de sıfat kazandırdı ki, sürekli saklanma halinde olanları tanımlar. Geçip giden bir tarihi zaman diliminin farkında olmamak, güvenliği sadece gizlenmek olarak anlamak gibi hastalıklı halleri bu sıfatla ifade ediyorlar günümüzde. Şöyle böyle bir 30 yıl öncesinden söz ediyorum. Bu iki asker bulunduklarında olsa olsa 50’li yaşlarındaydılar herhalde. Geçen günler içinde Filipinler’in Mindanao Adası’nda bulunan, II. Dünya Savaşı’nın bitmediğini sanan iki Japon askerse 80’li yaşlarını sürdürüyorlar. Yani öncekilerden çok daha fazla yıl sürmüş bir trajedileri var. Bu yazıyı yazdığım sıralarda, bu talihsiz askerlerin Japonya’nın 1945 yılında teslim olduğunu bilip bilmedikleri henüz bilinmiyordu. Bilmedikleri ortaya çıkarsa, boşu boşuna “düşman kuvvetlerden” saklandıkları anlamına gelir ki bu, hüznümü daha da artırır. Çünkü savaşta bedel ödemenin türlerinin ne olduğundan haberimiz var. Ölmek ya da esir düşmek savaşın mantığına en uygun olanı. Peki bunlarınki nasıl bir bedel? Tam 60 yıl boyunca bitmediğini sandıkları bir savaşın hala parçası olduklarını sanmaları, ruhsal dengelerini kim bilir ne hale getirmiştir? Ölümden de, esir düşmekten de korkunç bir bedeldir ödedikleri.

Dünyayı kana, gözyaşına boğan Japonya İmparatorluğu’nun suçunu, hem de fazlasıyla, hem de çok trajik olarak bunlar ödemişler belli ki. “Güneşin oğlu” imparatorun, hala savaş var sanıp ormanın gölgeliklerine tam 60 yıl sığınmış “güneş yoksunu” çocukları bunlar.

Tam 22 milyon Sovyet askerinin canı pahasına kazanılmış II. Dünya Savaşı zaferini, ABD-İngiltere-Fransa zaferi sayan şımarık Batı, bu trajediden, çıkarsa çıkarsa beyaz perdelik melodramlar çıkarır. Benim için ise durum elbette bundan daha vahim derslerle dolu. Her şeyden önce çok insani bir tutum olan “korku” nun tüm duygulardan ne kadar üstün olduğunu bir kez daha öğrenmiş oluyorum. Sadece korktuğu için bir insan, güneşten, diğer insanlarla ilişkilerden (buna esir olup düşmanla diyalog kurmak da dahildir) gördüğü her insana merhaba demekten nasıl vazgeçebilir? Asla söyleyemeyeceğim bir cümleyi şimdi kurmak zorundayım: Savaş bile insanlar arası bir diyalogdur ki dilerim insanlık bu diyalogdan dünya durdukça mahrum kalır; ama bu iki Japon askerinin yaşayamadığı bir diyalogdur ne yazık ki. Öldürmek için doğrultulan silahın hedefinde insan vardır, esir almada etkisiz kılınması gereken insandır. İnsan olmasa savaş da olmaz bildiğiniz gibi. Hiçbir silah teknolojisi sadece yapıları, binaları hedef alsın diye oluşturulmuyor. Mutlaka yok edilmesi gereken bir insan topluluğuna gereksinimi var savaşın. Oysa bu iki Japon askeri, boğuşmak için bile iki düşman askerinden yoksun kalmışlar tam 60 yıl boyunca. Kimseyi öldürmemek için ben de; yaşarsam eğer, hem de onlarca yıl kaçmaya çaba gösteririm diye düşünüyorum. Yapabilir miyim gerçekten, kuşkuluyum. Bu kadar yıl, saklandığım yerde görmesem bile var olduğunu bildiğim herkesi düşman sanmak gibi bir ruh hali, beni diyelim ki artık olduğuna inandırıldığım barış zamanında bile katil yapmaz mı?

Ölmemek için kaçmakla, ölümden de, yaralanmaktan da, esir düşmekten de sözüm ona “kurtulan” bu trajik adamlar, kurtulduklarını sandıkları savaşın psikolojik kurbanlarıdırlar gerçekte. Nasıl, üstelik 80’li yaşlarının ortasındalarken rehabilite edilebilecekler şimdi?

Hiçbir insanın bu kadar ağır bir trajediyi kaldıracak gücü yoktur. Bu zavallı ihtiyarların da olmadığını biliyorum. Ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’na sokmadığı için, İnönü’yü ülkenin “erkekliğini öldürmek”le suçlayan Nazi sempatizanı kimi Türk politikacılarının önünde bu iki Japon askeri gibi bir örnek yoktu. Yoktu ama; Balkan Savaşı gibi Osmanlının mahvına neden olan savaşta, cepheyi terk edip kaçan binlerce Osmanlı askerinin varlığından haberdardılar oysa. Yani savaşla geldiği sanılan “erkeklik” bir savaşla gitmişti Osmanlı’nın elinden.

Belki 60 yıl sürmemeli ama savaştan, sadece erkeklikten değil, şiddetten, insan öldürmekten de kaçmak için “kaçmalıdır”. Erkekliğe yükledikleri anlam bizimkilerden hiç de farklı olmayan Japonya’da, Japonların o çok övündükleri gururlarına sahip de olan milliyetçiler, bu iki askere mutlaka ama mutlaka önce “erkekliklerini” anımsatacaklardır. Bu çağdaş “samuraylar” savaşta, örneğin II. Dünya Savaşı’nda, Bolşevik askerlerin yanında, üstelik bu uğursuz paylaşım savaşının başlamasında hiçbir rolleri olmayan milyonlarca Sovyet kadının yaşamını yitirdiğini hiç anımsamadan yapacaklar bu “erkeklik” vurgusunu. Nereden mi biliyorum? Gururları erkeklikleriyle baş başa gittiği için, dünyanın en korkunç intihar türüne, yani harakiriye sahip olanların Japonlar olduğunu biliyorum da ondan. Belki de bu iki eski asker, ölümden olduğu kadar, enselerindeki feodal Japon gururundan da kaçtılar, kim bilir? Belki de inanmadıkları bir savaşta ne işleri olduğunu sorgulayarak da saklanmaya karar vermişlerdir. Öyle ya da böyle, çok belli ki bu zavallı kaçaklar, ciddi bir akıl yanılsamasından mustaripler.

Ama sonuçta 60 yıl çok uzun, çok hüzünlü, çok mantıksız, nihayet, üzüntü duymama yol açsa bile, çok uzun sürmüş bencilce bir saklanış. İnsan öldürmeye hayır; ama içimizdeki insanı öldürmeye de hayır. Ne olmalıydı? O iki askerin yerinde olmadığım için bilemem ama oturduğum yerden konuşmanın da rahatlığıyla belki, ben olsam her şeyi göze alıp gidip ya kendi orduma ya da düşman ordusuna teslim olurdum diye düşünüyorum. Savaşın kurbanı olmayayım diye, uzun sürmüş, üstelik insan onurunu da çok inciten bir trajedinin kurbanı da olmak istemezdim.

Bu iki asker için bence trajedi henüz bitmiş değil. Saklandıkları Filipinler’deki ormanda bulunmak onlar için iyi olmadı. Yukarıda yazdıklarımla çelişiyor olacak şu söylediklerim ama bence ilk fırsatta yeniden o ormana kaçmanın yollarını bulmalılar diye düşünüyorum. Çünkü istemeden de olsa başını çıkarttıkları o ormanın dışında, bitmediğini sandıkları II. Dünya Savaşı yok, kabul: Ama en az onun kadar trajik savaşlar var. Irak’ından, Afganistan’ına, muhtemelen İran ile Suriye’sine kadar geniş bir bölgede savaş tamtamları susmuş değil. Bir Amerika-Japonya savaşı yok ama Amerika’yla her coğrafyanın bir savaşı var. Akıl yanılsaması, bencillik falan dedim ama hepsini geri alıyorum. O iki asker tekrar ormana sığınmanın yollarını bulsunlar. Her ne kadar Bush’un bombalarının yok edemeyeceği orman yok diye inansam da; eğer bu gidişi durduramazsak bizim de yanlarına geleceğimizden emin olsunlar.

Ya Bush’u durduracağız ya da saklanacak ormanları çoğaltacağız. Başka çare yok”.

Valla bugün de okunabilir bir yazıymış doğrusu.