Batı dinsel terminolojisinde Tevrat’a ‘Eski Ahit’ (Old Testament), İncil’e ise ‘Yeni Ahit’ (New Testament) denir. Kitab-ı Mukaddes de birbirinin tamamlayıcısı olduğu düşünülen bu iki kitaptan oluşur. Bu yüzden bu hafta gösterime giren Le tout nouveau testament‘ın adı ‘Yeni Ahit’ değil ‘Yepyeni Ahit’ olarak çevrilmeliydi. Sadece bundan dolayı da değil: Film İsa’nın 12 havarisine eklenen 6 yeni havariyi ve yazılan yeni bir kitabı anlatıyor, yeni bir dinsel söylev kuruyor; bu yepyeni bir ahit!

Victor J. Stenger’ın Başarısız Hipotez: Tanrı adlı kitabında alıntıladığı şöyle bir tanrı paradoksu var: “1. Eğer Tanrı varsa, o zaman Tanrı’nın sıfatları kötülüğün varlığıyla tutarlıdır. 2. Tanrı’nın sıfatları kötülüğün varlığıyla tutarlı değildir. 3. Öyleyse, Tanrı yoktur ve var olamaz.” (Çev: Algan Sezgintüredi, Aylak Kitap, 2011) Belçika’nın Oscar adayı (Yep)yeni Ahit’te de sanki bu ‘tanrı ve kötülük’ paradoksundan yola çıkılmış gibi görünüyor. Ama felsefi bir ateizm tartışması açmak için değil, eğer bir tanrı varsa onun devrilmesi gereken kötü ve bencil bir varlık olduğunu göstermek amacıyla… Anlatıcı kız çocuğunun sesinden duyduğumuz “Tanrı var. Brüksel’de yaşıyor. Tam bir pislik; karısı ve kızına karşı korkunç biri. Oğlu hakkında söylenen çok şey var ama kızı hakkında çok az şey biliniyor. Ben onun kızıyım.” ifadeleriyle başlayan film, minik tanrıça Ea’nın annesini, ağabeyini (İsa), kendisini ve biz aciz ölümlüleri Baba’nın zulmünden kurtarmasını anlatıyor. Hem de tümüyle hümanist değer yargıları üstünden!
Böylece dünya tarihini yoğun bir şiddetle belirleyen göksel eril (baba-oğul) tanrılardan uzaklaşıp son derece hümanist ve dünyevi dişil (ana-kız) tanrıça kültlerine doğru komik ve hüzünlü bir dönüş hikayesi izliyoruz; Freud’un Musa ve Tek Tanrılı Din adlı küçük başyapıtında yaptığı tanımı yineleyen bir hikaye: “Kahraman, cesurca babasına karşı gelmiş ve sonunda onu görkemli bir zaferle yenilgiye uğratmış kişiye denir. Bizim efsanemiz, çocuğun babanın karşı çıkışına rağmen dünyaya getirildiği ve babanın kötü niyetine rağmen kahramanın kurtarılmasına izin verilen bu savaşı, birey oluşun tarihsel kökenine kadar izler.” (Çev: Oya Kasap, Say Yay., 2012)

Ama Hıristiyanlığın antihümanist yapısını oldukça sert ve güçlü bir varoluşçu mizah anlayışıyla yerden yere vuran bu güzel filmin bence asıl önemli yanı Belçikalı bir yönetmen tarafından nüfusunun çoğunluğu (yüzde 58) Katolik Belçika’da yapılmış olması. Aksi takdirde Stalin dönemiyle ilgili meşhur fıkrayı andıran bir durum çıkardı ortaya: Amerikalı Rus’a demiş ki “Bizde demokrasi o kadar ileri düzeydedir ki, ABD başkanına rahatça küfredebiliriz.” Rus cevap vermiş: “Ohooo, o kadar demokrasi bizde de var! Biz de ABD başkanına rahatça küfredebiliyoruz.” Önemli olan Musevi bir ailede doğup Museviliğin, Hıristiyan bir ülkede yaşayıp Hıristiyanlığın, çoğunluğu Müslüman bir ülkede büyüyüp İslamın ironisini yapabilmek. Yoksa o kadar hoşgörü bizim Türkiye’de de var; Yahudilere, Hıristiyanlara, Hindulara, daha doğrusu sünni Müslüman olmayan herkese istediğimiz gibi atıp tutabiliyoruz!

Yüzde 99’unun Müslüman olduğu söylenen ama yarısından fazlasının Kuran mealini bir kerecik bile okumadığı; dinsel vakıflarda, imam-hatiplerde, tarikatlerde onca ahlaksızlığın yaşandığı; laikliğin tarihini ve ne anlama geldiğini bilmeden laiklik düşmanlığı yapan cahil ve kötü niyetli insanların din algısını belirlediği bir ülkede din eleştirisinin ciddisi bile kolay kolay yapılamazken mizahı ancak lüks sınıfına giriyor. Üstüne üstlük o lüks bile dinci iktidarın tekelinde (bkz. ‘Bakara makara’ olayı)!

Yine de enseyi karartmıyoruz tabii; filmimiz yoksa bile İslam ve Kuran tarihine dair son yıllarda yayımlanmış çok önemli Türkçe araştırmalar var -favorilerim: Kur’an’ın Kökeni (Arif Tekin, Berfin, 2008), Bilinmeyen Yönleriyle Kur’an (Arif Tekin, Berfin, 2012), Mushaf (Bugünkü Kur’an) Kur’an’ı Kerim midir? (Tunay Bayrak, Berfin, 2015)- Sünni kapalı devre yayın sistemiyle dünyadan, bilimsel ve entelektüel gelişmelerden koparılan Müslümanların kutsal kitabını 7. yüzyılın toplumsal gerçekliğini bir an bile ihmal etmeden 21. yüzyıl insanının gözüyle inceleyen çok sağlam çalışmalar bunlar. Onlar kendi kutsal kitapları hakkında ‘bakara makara kakara kikiri’ derken ülkenin okuyan, düşünen, araştıran yepyeni insanlığının yolunu aydınlatacak kitaplar. Bir gün tüm yokoluşçu inançlara karşı üreteceğimiz hümanist mizah için böyle ciddi çıkış noktalarımız olması çok güzel!